Züleyha Çelik, "Hafıza Geri Çekilmeye Başladığında Zamana Sığınmak", parsomenfanzin.com, 26 Mart 2024
Edebiyat yaşama tutunmamızı sağlayan, kaybolduğumuz yerlerde özümüze döndürüp kim olduğumuzu bulduran güvenli bir sığınak bizim için. 1968 Bulgaristan doğumlu Georgi Gospodinov, 2023 yılında Uluslararası Booker ödülü alan kitabı Zaman Sığınağı ile bize kendimizi bulma yolunda yeni bir deneyim sunuyor. Doğal Roman ve Hüznün Fiziği’nde olduğu gibi bu romanında da insanın içine düştüğü durumları, geleneksel anlatının ötesinde, varoluşçu bir bakış açısıyla, zamandan ve mekândan bağımsız, gerçeküstü bir anlatımla absürt hikâyelere dönüştürüyor.
Zekice kurguladığı metinlerini, edebi dilinin zenginliğiyle, Avrupa’nın sosyokültürel ve siyasi geçmişine de değinerek aktaran, hepimizin hayatlarında benzerlikler yakalayacağı anları ve anıları zaman zaman durum komedisine dönüşen bir mizah anlayışıyla satırlara döken bir yazar Gospodinov. Hayatın ciddi ve sıkıcı gerçekliğini gülümseyerek okumamı sağlaması, kendisinin sıkı bir takipçisi olmamın en önemli sebeplerinden biri. Bulgaristan’la olan tarihsel, sosyal, kültürel geçmişimiz, coğrafi yakınlığımız, yazarın üç romanında da değindiği siyasi, ekonomik ve kültürel çalkantıların bizim ülkemizde yaşananlarla benzerliği, bir yakınlık hissi uyandırıyor.
Geçmişin öylece geçip gitmediğini, birikerek hayatımıza nasıl yön verdiğini, zaman kavramında ve hatırlamada eşyaların, mekânların ve dilin ne kadar önemli olduğunu anlatan felsefi bir eser var elimizde. Zaman algımızla oynayarak şimdimiz, geçmişimiz ve geleceğimizle başımızı döndürürcesine dans ediyor Gospodinov, kafamız karıştıkça daha da çok okumak istiyoruz, bu kurgunun nasıl biteceğini daha da çok merak ediyoruz.
Zaman Sığınağı’nın ilk bölümü Geçmiş Kliniği. Bu bölümde kahramanlarımızla tanışıyoruz. Hızla değişen dünyada yaşanan acıların ağırlığıyla ve unuttuklarının hüznüyle etrafından uzaklaşan ve her yerde kendini yabancı hisseden anlatıcı yazar ve aidiyetsiz, yalnız, zaman içinde bir evsiz olan psikiyatrist gerontolog Gaustin, kitabın kusursuz kurgusunun en güzel temsillerini oluşturuyor.
Kendimden bile daha görünür ve daha gerçek bir görünmez dost dediği Gaustin için, kahramanımızın kafasında yarattığı bir doppelganger, yani kendisinin eş insanı diyebiliriz. Hafızasının onu terk etmeye başladığı bir dönemde var ettiği Gaustin giderek kendisinden daha gerçek olmaya başlıyor.
İkisi birlikte Alzheimer ve demans hastalarının gelip kalabileceği, kendi geçmişlerinin şimdisinde yaşayabilecekleri geçmiş klinikleri kurmak istiyorlar. Bunun için de zamanın sıfır derecesinde yer alan İsviçre’yi seçiyorlar. Çünkü zamanı olmayan bir ülkenin her tür muhtemel zamanla doldurulabileceğini düşünüyorlar. Gerçek zamanla insanların içsel zaman algısı arasındaki fark yaşlandıkça artıyor ve insan şimdiye giderek yabancılaşıyor. Şu anda kalabilmek, içsel zamanla uyumlu bir alan yaratabilmek için kurdukları geçmiş klinikleri, insanlara mutluluk anısı hakkı tanınan bir sığınak aslında. Geçmiş sırf başına gelenlerden ibaret değil aynı zamanda hayal ettiklerindir diyen Gaustin, 60’lara, 70’lere, 80’lere geri dönebilmek için kliniğe akın eden insanları şu şekilde özetliyor:
"Bizim için geçmiş geçmiştir, dedi Gaustin ve oraya girdiğimizde bile arkamızdaki kapının açık olduğunu biliriz, kolayca geri döneriz. Hafızaları tarafından terk edilenler içinse bu kapı sonsuza dek mühürlenmiştir. Onlar için yabancı ülke olan geçmiş değil şimdiki zamandır, geçmiş onların vatanıdır." (Zaman Sığınağı, s. 48)
Gospodinov’un romanını benim için güçlü kılan etmenlerden bir diğeri de kurgunun hem bireysel hem de toplumsal belleği aynı anda ele almasıdır. Geçmiş kliniklerinde oluşturdukları dönemlere ait eşyalar, gazeteler, kitaplar, yiyecekler, kıyafetler toplumsal bellekte yer alan dönemlerin farklı kültürler üzerindeki ortak etkilerine ve doğal olarak ortak bir geçmişe kapı açıyor. 80’lerde yaşanan Çernobil olayından bütün Avrupa’nın benzer şekilde etkilenmesi, ya da 60’larda yaşanan siyasi hareketliliğin yine aynı şekilde bütün Avrupa’da benzer anılar oluşturması gibi. Kolektif hafızanın birey üzerinde güçlü etkisini “günlük yaşam ne zaman tarih olur?” sorusunda bulabiliriz sanırım. 2. Dünya Savaşı’nın başladığı gün pek çok insanın sıradan bir günde tamamladığı rutinin aynısının gerçekleştiği gündü ama o günü yaşayan hiçbir insan diğer günleriyle aynı şekilde hatırlamıyor.
Bireyin kendi geçmişiyle ilgili algısı ise bazen bütün dünyayı sarsan olayları unutturacak kadar güçlü olabilir. Mesela, herkesin heyecanla hatırladığı bir dünya kupası final maçının sonucu yerine, maçı birlikte izlediğiniz babanızın size söylediği bir sözü hatırlayabilirsiniz.
İnsanı, zaman yiyen ve sürekli geçmiş üreten fabrikalara benzeten romanın ikinci bölümü Karar’da insanların geçmişte hangi dönemde yaşamak istediklerini belirleyecekleri referandum kararı anlatılıyor. Gaustin ve anlatıcımızın referandumu tutkuyla istemesinde insanların mutsuzluğunun, tedirginliğinin ve kaybolma korkusunun yaşama sevinçlerinin önüne geçmesi ve bu kaygılarla baş edebilmek için kolektif bir hareketin başlatılması fikri var.
Yazarın sıklıkla diğer roman yazarlarından ve edebiyatçılardan bahsetmesi, edebiyatın siyaset, tarih ve sosyolojiden bağımsız olamayacağını hatta bütün bunları yansıtan bir ayna olması gerektiğini vurgulaması, Zaman Sığınağı’nı belleğimizde sıkı sıkı tutmamız için diğer güçlü bir neden. Thomas Mann’ın Büyülü Dağ kitabının huzursuzluğunu yer yer vurgulaması, kendisini coğrafi ve siyasi olarak farklı bir yerde konumlayan ve bunu da Brexit’le perçinleyen İngiltere’ye yine kendi yazarı John Donne’dan gönderme yapması Gospodinov anlatısını özel kılmaktadır:
"Hiç kimse bir ada değildir, kendinden ibaret.
Her kişi kıtanın bir parçası
Bir avuç toprak kaysa denize, küçülür Avrupa
Bir yalıyar göçmüşçesine
Göçmüşçesine bir dostunun çiftliği, ya da seninki:
Her insanın ölümü azaltır beni
Çünkü insanlık umurumda…" (Zaman Sığınağı, s. 116)
Nevi Şahsına Münhasır Bir Ülke adlı üçüncü bölümde, anlatıcımız ülkesinde açılan bir kliniği incelemek üzere Bulgaristan’a gidiyor. İki dünya savaşından etkilenmiş, uzun süre komünizmle yönetilmiş, komünizm sonrası küreselleşmenin etkisiyle sosyolojik ve ekonomik yapısına uymayan kapitalist sistemle mücadele eden doğu Avrupa ülkesi Bulgaristan’ın tarihsel süreciyle ilgili derin analizler var kitapta. Kolektif Amnezi ve Aşırı Bellek Üretimi kavramları üzerinden, ulusun hatırladıkları ve unuttuğu şeylerin aynı olması için sözleşmiş bir insan topluluğu olduğu belirtiliyor:
"Bir toplum ne kadar çok unutursa, birileri o kadar çok yedek bellek üretir, satar ve boşalan nişleri onunla doldurur. Hafif bellek endüstrisi. Hafif malzemelerden üretilmiş geçmiş, 3D yazıcıdan çıkmış gibi plastik bellek. İhtiyaç ve talebe göre bellek." (Zaman Sığınağı, s. 168)
Ülkesinde şimdiyi yaşayan insanların umutsuzluğunu ve hayal kırıklıklarını ironiyle aktarmaya çalışıyor anlatıcımız. Sosyalist Hareket adlı solcu grubun ve Kahraman Bulgarlar adlı milliyetçi cephenin eylemlerine katılıyor. İnandıkları düşünceler için meydanlara çıkan insanlar birer figüran olmaktan öteye gitmiyor. Adeta Shakespeare’in oyunlarının içindeymişiz gibi okuyoruz bu bölümü. Dünya bir sahneye dönüşüyor ve insanlar oyunu en güzel şekilde sürdürmek istiyorlar. Ve kesinlikle değişimden yana değiller, çünkü yeni bir sistemin onlara çözüm getireceğine inanmıyorlar. Bu yüzden de kalan zamanlarında geçmişe dönmek ve kendilerine bilinen bir gelecek kurgulamak daha güzel geliyor.
Geçmiş Referandumu ve İhtiyatlı Canavarlar adlı son iki bölümde, tüm Avrupa’da insanların geçmişte yaşamak istedikleri dönemleri nasıl canlandırdıklarını, geçmişteki mutlu anlara geri dönme isteğinin nasıl bir salgına dönüştüğünü okuyoruz. Distopik bir kurguda sona yaklaşırken hissedilen karmaşayı satır aralarında hissetmemek mümkün değil artık:
"Geçmiş, yatağından çıkan ve etraftaki her şeyi sular altında bırakan, dar sokaklara çarpan, zemin katları basan, duvarlara tırmanan, pencereleri kırıp odalara giren, dalları, yaprakları, boğulmuş kedileri, sokak müzisyenlerinin şapkalarını, akordeonları, fotoğrafları, gazeteleri, film sahnelerini, bir masa ayağını, tekrarlayan dizeleri, yabancı öğle sonralarını, atlayan plakları sürükleyen bir nehir gibi akmaya başladı. Geçmişin büyük gelgit dalgası." (Zaman Sığınağı, s. 239)
İnsanların, unutmaya başlayan bir tanrının belirsiz hafızasında yok olmaya mahkûm olduklarını belirtiyor Gospodinov. İnsanın doğaya ve zamana karşı verdiği mücadelede yaşlanma ve buna bağlı olarak unutma, belleğin silinmesi karşı konulmaz bir sondur. Anlatıcımız da aynı döngünün içinde, kelimeler onu terk ettiğinde kendi içine kapanıyor. Öyle ki, hangi noktada Gaustin’in kendisinden daha gerçek olmaya başladığını hatırlayamıyor. Bu meta kurgu, dünyanın artık eskisi gibi olmayacağı, insanının zamanının sonunun geldiği o tarihe, 1939’a geri dönüyor ve Almanların Polonya’ya saldırısının canlandırılmasıyla son buluyor.
Zaman Sığınağı’nı okurken pek çok filmi ve kitabı hatırladım. Bunlar arasında en önemlisi, anlatıcı ve Gaustin arasındaki ilişkiye benzer karakterleri olan Dövüş Kulübü kitabıydı. Tutunamayanlar’ın Selim’i ile Zaman Sığınağı’nın kahramanını zaman zaman aynı yerde buluşturdum zihnimde. Sevdiklerimizi kaybettikçe ya da onların hafızasından silindikçe gerçekten var olur muyuz sorusu bana Eternal Sunshine of the Spotless Mind (2004), Yeni Baştan (2019) ve Aile Saadeti, Ltd (2019) filmlerini hatırlattı.
Er ya da geç tüm ütopyalar tarihi bir romana dönüşür diyen Gospodinov, nostaljinin siyasi amaçlar için nasıl kullanılabileceğini, bireysel ve kolektif belleğin bir ulusun varoluşu üzerindeki derin etkisini distopik bir kurguyla sunuyor bize. Ve bunu, kafasındaki deli fikirleri tartıştığı iç sesinden yeni bir ben çıkaran yazar bir kahramana yaptırıyor. Bizi de “Bir geçmiş referandumu olsa, Türkiye’de insanlar hangi yıllara dönmeyi tercih ederdi?” sorusuyla baş başa bırakıyor.