| ISBN13 978-605-316-306-0 | 13x19.5 cm, 104 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Doğu Kaşka, "Yolunu Kaybeden Rehber: Rayber", Parşömen Fanzin, 8 Mart 2024 “Sanat bir zamanlar muhalifti, ama artık kültürel tertibatlar tarafından yutuluyor; ciddiyet bile X, Y, Z kuşakları nazarında kiçe indirgeniyor.” [1] Ayhan Geçgin’in son romanı Dünyalararasında’da var olan muhaliflik, bir yıkımı işaret ederken onarma becerisi göstermiyor bana kalırsa. Ayakları kırılmış bir umudun karşısında, topallayan bir metin diyebiliriz buna. Çünkü baş edemediği noktalarda mekânı aşıp başka bir mekânda nefes arayışı bir inancın sonunu söylüyor bize. Dünyalar arasında dolaşmak her adımda karakterimizi bir uçuruma sürüklerken bizleri de yaşanan felaketin kıyılarından sessizce yürütür. Sessizce, çünkü ses çıkarmanın bir cezası vardır. Onca vakitten sonra yürümeyi bırakmanın anlamını bir tek ayak tabanları bilir. Yine de uzun yürüyüşü bırakmak dipsiz uçurumdan kurtulma fırsatını vermeyebilir. Asıl yara, yara almadığını sandığı zihnin kuytu köşeleridir. Yara aldığı mekânın dışına yürürken daha çok acı çeker karakterimiz. Hayali bir yürüyüş ne yorar ne de kuvvet verir ayaklarına. Çünkü orada da yaşama tutunabileceği bir dal bulamaz ve eski mekân onu tüm sertliğiyle içine çeker. Eski mekân dememin sebebi, aslında var olan parçalanmış kişilik ve mekân, yine hayal ve gerçeğin karmaşası, sadece bizi okurken metne yabancılaştırmıyor, Rayber’in kendine yabancılaşmasını da sebep oluyor. Ki Rayber, kendine ve toplumuna yabancıdır. Yabancılığı bunca soru arasında bastırılır. Hiçbir şeyi tanımaz, hiçbir şey aslında o şey değildir. Her şeye, kendi ismine, varlığına, sesine şüpheyle mesafe koyar, ki bunların hepsi sönüktür. Bir anlamda felsefeyle yoğrulan bu metin Rayber’i gizlemeye çalışırken, itiraf etmekten de kendine alamaz. “Rayber mi? Neden olmasın, benim ismim olsun. Rayber’im ben ya da bir zamanlar Rayber’dim, öyle sanıyorum.” [2] Bir zamanlar Rayber olan kişi üzerinden tarihi bir yıkımı gösterirken bir günah çıkarma işlevi de görüyor bu karakter. Kürt tarihinin ihanetçi Rayber’i, bu romanda iki dünya arasında sıkışan birine dönüşüyor. Bu ismin seçimi öylesine veya anlamsız değil. Çünkü günah çıkarmanın öncesi inkâr, sonrası kabullenme ve sıkışıp kalmadır. Rayber, Dersim’de Seyit Rıza ve Alişer’leri devlete teslim ettiği için lanetlenen bir karakterdir. (Olayın nasıl geliştiği ve ne/neler olduğu bu metnin konusu değil ancak Rayber ismi üzerinden bu kısa bilgi gerekliydi.) Bu anlamda Kürtler için olumsuz bir karakterdir. Romanda da Rayber olumlanmıyor, olumsuz bir görüntü de vermiyor. Ancak bir hakikat bu yolla bilinçli veya bilinçsiz siliniyor/silinmeye çalışılıyor. Özneyi tarihten silme işlevi görüyor Dünyalararasında’daki Rayber. “Bu benim, bu ben değilim.” [3] derken varoluşsal bir sancı yaşadığı için demez bunu. Dünyalar arasında gidip gelirken tarihin karanlık yüzünde de olsa yaşayan bir kişilikle karşılaşır. Rayber şimdi romanda net olmayan bir savaşın içerisindeyken geçmişteki kişiliğiyle yansır aynaya. İlk olarak inkâr eder ve bu ben değilim, der. “Her ölüm karşısında olduğu gibi, her felaket karşısında gafletle verdiğimiz ilk tepki inkârdır.” [4] Yine de inkâr bir sese dönüşmez. Olduğu yerde tıkanır kalır. “Rayber gerimde kaldı, Rayber’i bir yerlerde bıraktım, ben devam ettim.” [5] Ancak bu bir devam ediş değildir. Ne mekânın ruhunu ne de tarihin ruhunu taşır. Hiçbir yerde var olamaz. Çok cılız bir gücü vardır ve bunu sorularla tüketir. Silik bir karakter, silik bir mekân, silik bir tarih vardır ortada. Ne geçmişe ne de güncele hitap etme konusunda bir kaygı taşır. Kime hitap ediyordur o zaman? Romanın iliklerine kadar işleyen bu silikliğin asıl amacı da bu siliklik üzerinden bir hakikat kurmak mıdır acaba? Neden savaşın anlamsızlığı, sebep ve kaçışı sadece yok olma tehlikesiyle yüz yüze kalanlar üzerinden anlatılır sadece? Madem roman kaçak bir dövüşle anlatı yolunu seçiyor, yok olma tehlikesinde olan ve yok etmeye çalışan kim, yine Rayber cevaplasın. Bir zamanlar olduğu Rayber kim, bunu anlatsın. Eğer soru sormaktan vazgeçip, cevap vermeye yanaşabilirse. “Bu ısrarlı, boğmak ister gibi durmaksızın atılan, soluk aldırmaz soru neydi peki?” [6] Evet, neydi? Bizi bunca soru arasında dolaştıran, boğarcasına yanıtsız bırakan cevap neydi? Yaşama tesellisini mi dert ediyor bu sorularla Rayber? Yoksa bir felaketin, sorunun, savaşın ardında kocaman bir yanıtsızlıkla mı yürümeyi bırakıyor? Yıkma veya onarma peşinde olmayan bu roman, ne yapmak istiyor? “Artık hiçbir şiir devrimin fitilini ateşlemiyor, hiçbir roman gerçekliğe meydan okumuyor – böyle şeyler kalmadı.” [7] Bu roman da hiçbir şeye meydan okumuyor, kendine dahil. Yaşanan acıların üzerindeki enkazlar üzerinden atlaya atlaya geçiyor. Ama sadece, oradan geçtim diyebilmek istiyor. Çünkü o yıkımı görmek, şahit olmak, gördüm diyebilmek en azından, tarihin karşısında bir cevap hakkı doğuruyor. “Ne söylemek ve ne duymak istediğimizi biliyoruz ama yeni enstrümanlarımız notayı tutturamıyor.” [8] Romanda dünyalar arasında kaybolan, kendini bulamayan, bulmaya çalışan Rayber üzerinden herkes, her şey kısır bir döngü içerisinde sıkışıp kalıyor. Mekân, zaman, kovuk, yaşam, ölüm, yıkım. Nedir bunlar? Sebep? Can veren, alan? Yıkık surlar? Ölmeye bu kadar meraklı olanlar? Halkı için canını vermeye hazır olanlar? Kim bunlar? Ne söylemek istediğimizi biliyorsak ve bunu söylemiyorsak, neyi duyuracağız? Roman net değil. Soruların hüküm sürdüğü ve cevapların olmadığı bir dünyada edebiyat işlevselliğini kaybetmiş olmuyor mu? Soru sormak insanın bilinç kazandığı ilk andan beri önemli. Soru sormak bir şeyleri başlatabilir veya durdurabilir. Ama soru sadece soru ve sorun doğuruyorsa, soru duyurmaktan vazgeçip kendini doyurmaya başlıyorsa, cevabın ne anlamı kalır? Gerçek nedir o zaman? “Sana söyleyeyim gerçeğin hiçbir hükmü yoktur.” [9] Hükümsüz gerçek, anlatılan tüm gerçekleri değersiz kılar. Tüm çıkış yolları kapatılır böylece. O zaman soru sormanın da bir anlamı kalmaz. Kaybettiğimiz bir şeyler olduğunu söylüyor bize roman. Ama çekingen bir söylem bu. Bir şeyleri işaret ederken, bir anda başka yöne dönüyor. Benden duymuş olma, kaygısını taşıyor üstünde. Kaybolan, kaybedilen umudun çıkışı olmayan bir dünyası gibidir sıkıştığı yer. Yürüyüş bitmiştir, “yürümeyi çoktan bırakmış”tır. Çünkü sur içinde yıkıntıların arasında bir kovuğa yaşam sığdırmaya çalışan Rayber aslında kaybetmiştir. Kaybettiği hükmü olmayan tüm gerçeklerdir. Başta, kendinden önceki Rayber’i silikleştirir ardından kendini. “Önceden bir yaşamım olduysa bile geride kaldı, bir adım varsa, artık yok.”diyerek hatırlanmaya karşı durur. Unutmayı ve bunu kabul etmeyi salık verir. Eksiktir, gerçek gibi kendisinin de hükmü yoktur. Mekânı, orada olma sebebini, yalnız kalışını, dünyalar arasında çırpınışı dahi yok etmektedir. “Neresi burası?” diye soran Rayber, travmatik olayların pençesinden kurtulmak ister. Ancak Geçgin bunun sebeplerini, başlangıcını ve sonunu irdelemez. Olaylar hızlıca akan sahneler olarak dahi görünmez bize. Tekinsiz yürüyüş çoktan son bulmuştur, gerisi sayıklamadır. “Edebiyat olmadığında, Trajedi’yi de Devrim’i de kaybederiz; ki bunlar Umut’a dair en iyi son iki modeldi. Trajedi ortadan kaybolduğunda karamsarlık deryasına batarız, ki böyle bir hayatta yaşanan muazzam efkâr da trajik hissiyattan hallice olabilir ancak. Trajediye hasretiz ama trajedinin yerini fars almışken nerede bulabiliriz onu?” [10] Yürüyüş neden bitmiştir? Bu neyin itirafıdır? Çünkü “Edebiyat artık dünyayı yansıtamayan bir ayna haline gelmiştir.” [11] Rayber’in yaşadığı çöküş Sur’ların yıkıntıları arasına sızar. Bu yıkıntılar büyür büyür ve bir dağ olur. Yıkım bir felakettir. Molozlar arasından onu çekip çıkaracak kimse kalmamıştır. Neden yıkıntıların arasındadır, neden yıkılmıştır, kim yıkmıştır bu mekânı? Cevapsızdır. Kendi sesini kendisi bile duymadığı gibi yanıt verecek bir dili de yoktur. Çünkü tüm konuştukları bilincinden hızla akan cümlelerdir, dışarıya yansımaz. Bir karşılık bulamayacağının farkındadır. Bu yüzden sürekli ses duyup duymamak arasında kalır. Sessizlikte derinleşir Ayhan Geçgin. Ancak bu sessizlik hangi eylemin yükünü taşımaktadır? Yine de bunca soru karşısında bir yere varmasını bekliyoruz. Ancak Ayhan Geçgin son bir soru daha sorarak çıkışı olmayan bir metinle baş başa bırakırken bizi, Rayber silik de olsa beliren Sur’un duvarlarında kendini görür ve bu eski hayatına son bakışıdır. Notlar [1] Lars Iyer, Jakuzide Üryan, Kara Boşluğa Nazır: Edebiyatın ve Manifestoların Sonunun Ardından Bir Edebiyat Manifestosu, Çev: Oğuz Tecimen, punctumdergi.com Metne dön. [2] Ayhan Geçgin, Dünyalararasında, Metis Yayınları, 2024. Metne dön. [3] A.g.e. Metne dön. [4] Lars Iyer, Jakuzide Üryan, Kara Boşluğa Nazır: Edebiyatın ve Manifestoların Sonunun Ardından Bir Edebiyat Manifestosu, Çev: Oğuz Tecimen, punctumdergi.com Metne dön. [5] Ayhan Geçgin, Dünyalararasında, Metis Yayınları, 2024. Metne dön. [6] A.g.e. Metne dön. [7] Lars Iyer, Jakuzide Üryan, Kara Boşluğa Nazır: Edebiyatın ve Manifestoların Sonunun Ardından Bir Edebiyat Manifestosu, Çev: Oğuz Tecimen, punctumdergi.com Metne dön. [8] Lars Iyer, Jakuzide Üryan, Kara Boşluğa Nazır: Edebiyatın ve Manifestoların Sonunun Ardından Bir Edebiyat Manifestosu, Çev: Oğuz Tecimen, punctumdergi.com Metne dön. [9] Ayhan Geçgin, Dünyalararasında, Metis Yayınları, 2024. Metne dön. [10] Lars Iyer, Jakuzide Üryan, Kara Boşluğa Nazır: Edebiyatın ve Manifestoların Sonunun Ardından Bir Edebiyat Manifestosu, Çev: Oğuz Tecimen, punctumdergi.com Metne dön. [11] Lars Iyer, Jakuzide Üryan, Kara Boşluğa Nazır: Edebiyatın ve Manifestoların Sonunun Ardından Bir Edebiyat Manifestosu, Çev: Oğuz Tecimen, punctumdergi.com Metne dön.
|