Banu Yıldıran Genç, “Tuvalet, sinek ve diğer şeyler...”, Agos Kirk, 12 Şubat 2018
“Hayatım roman” cümlesinin edebiyatta nasıl bir karşılığı olabileceğini hiç düşündünüz mü? Ya da bu romanı yazmaya çalışsanız nasıl bir yol izleyeceğinizi biliyor musunuz? Georgi Gospodinov’un Doğal Roman’ını okuduktan sonra bu sorulara cevap verebilmek gözüme çok daha zor göründü. Normalde doğrusal bir çizgiymişçesine düşünülen yaşamların aslında parça parça gerçekliklerden, iç içe geçmiş halkalardan, zamanı kıran, büken tesadüflerden oluştuğunu bazen duygusal bir tonla, bazense çok komik bir biçimde anlatıyor Gospodinov. Bunun yanında yaşamın en önemli ve kişisel kesitleri olmadan, mesela kaba bir hesapla yaşamımızın yüz gününün geçtiği düşünülen tuvaleti edebiyatın dışında bırakarak anlatacaklarımızın ne kadar ‘doğal’ olabileceğini de sorgulatıyor bize.
Yazar bir söyleşisinde bu roman fikrinin nasıl ortaya çıktığını anlatıyor: “Büyük klasik romanların başlangıçlarını (adeta simya aracılığıyla) birbirine katan anlatıcı, kendi kendine yaratılan, bir yazarın aracılığı olmadan kendi kendine yazılan bir roman elde etmek istiyor. Bana izin veren bir etken gibi hissettiğim diğer şey de, romanı yazmaya başladığım 1998 yılında otuz yaşında ve yeni boşanmış olmamdı. Romanda anlatıcının telefonsuz bir odada aylarca yaşamasının benim için kişisel, otobiyografik bir karşılığı vardı. İşte böyle herkesten kaçtığım tuhaf bir dönemde defterlerimi çıkardım –on beş kadar vardı– ve sayfalara rasgele dağılmış notları yansıtan bir roman yazmak istedim.”
Boşanma süreci
Romanın merkezinde kendisi de bir yazar olan anlatıcının karısıyla boşanma süreci yer alıyor. Parça parça bölümlerden -deftere alınmış notlardan da diyebiliriz- anladığımız kadarıyla birkaç yıllık mutlu bir birlikteliğin ardından nedensiz bir biçimde kavga etmeye, bir süre sonra ise neredeyse apayrı hayatlar yaşamaya başlamış bir çift karşımızdaki. Sonra iki kedi sahipleniyorlar ama çocukların evlilikleri kurtaramadığı gibi kediler de bunu yapamıyor ve Ema başka bir adamdan hamile kalıyor. Karnı belirginleşmeye başlamışken resmi olarak boşanıp sonraki aylarda da birlikte yaşamayı sürdürüyorlar, her ikisinde de bitmek bilmeyen bir atalet hâli söz konusu, anlatıcı hiçbir şey yazamaz, okuyamaz durumda, Ema da boşandığı adama “git” diyemiyor. Neyse ki bir gün anlatıcı artık kendisine ayrı bir hayat kurması gerektiğini kesin olarak fark ediyor ve aynı sokakta başka bir eve taşınıyor.
Okur olarak biz evliliği parça parça sahneler biçiminde takip ediyoruz. Anlatıcı kâh çocukluğuna, kâh Ema’yla tanışmasına dönerek doğrusal olmayan yaşamını birbirini takip etmeyen bölümlerle aktarıyor. Hatta bu parçalanmış çizgide geleceği, anlatıcının sonunu bile öğreniyoruz. Bazen başkaları karışıyor lafa, anlatıcının öykülerinden bölümler yer alıyor, romanın en başındaki bir not ilerideki bir âna bağlanıyor, bazense anlayabilmek için geri dönmek gerekiyor. Böylelikle doğal bir romanın, insan yaşamına benzer bir romanın aslında nasıl olacağının ipucu veriliyor biz okurlara.
Gospodinov olanca açıklığıyla bunu da şöyle aktarıyor: “Eleştirmenlerden bazıları ‘doğal’ teriminin çift anlamlı ve ironik kullanıldığını söylüyor, edebiyatın doğal olmasının imkânsızlığını –bu metnin ikincil karakterini, postmodern stratejilerini– göstermek için. Bu muhtemelen doğru. ‘Doğal roman’ tamlamasında bir paradoks, bir çelişki var, neredeyse bir oksimoron. Romanın hiçbir yeri doğal ya da kendiliğinden yaratılmış değil. Ama diğer yandan aynı imkânsız doğallık hayali kitabın içinde var.”
Romanda anlatıcının boşanması ve sonrasında her ne kadar kendi kendine söz verse de bir türlü hayatını rayına oturtamaması, anılarla beslediği evliliği, romanın duygusal yönünü oluşturuyor. Gerçekten de bu kadar parçalı, duygusallıktan özellikle kaçınarak yazılmış gibi görünen, birbiriyle alâkasız bölümlerin ardından son derece acı bir ayrılık kalıyor aklımızda. Yazar bunu klasik romandan bambaşka bir form kullanarak hissettirebiliyor. Bu da aslında bu kadar farklı bir romanın birçok dile çevrilmesi ve beklenmeyen bir ilgi görmesini açıklıyor aslında.
Sineklerin İncili
Romandaki öteki doğallığın karşılığı ise daha eğlenceli bölümlerde yatıyor. Edebiyattan itinayla uzak tutulan tuvalet bölümleri hemen hemen hepimizin hafif sarhoşken ve hemcinslerimizle edebileceğimiz muhabbetlerden oluşuyor. Tuvaletten ayrı düşünemeyeceğimiz sinek kısmı ise daha da eğlenceli. Anlatıcının sineklerle yaptığı öğle sonrası muhabbetleri, sineğin bu muhabbetlerin kaleme alınmasına tepkisi, anlatıcıyla beraber ‘68 yılının güzelliğine yaktıkları ağıtlar ve kitabın sonuna doğru her şey iyice birbirine karışmışken, varlığı ve Tanrı’yı sorgulayan anlatıcının doğa bilimlerine kafayı takıp yazdığı Sineklerin İncili, Gospodinov’un zekâ dolu mizahından parçalar sunuyor. Sineklerin İncili, insanların İncil’iyle hemen hemen aynı: “Geride kalan her şeyi göz verdi, göz tarafından yaratılmayan hiçbir şey yoktu. Göz ışık buyurdu ve [ışık] oldu. Gökyüzünü ve yeryüzünü buyurdu ve gökyüzü ile yeryüzünü gördü. Sonra da canlı hayvanlar, insanlar ve dışkı buyurdu ve canlı hayvan, insan ve dışkı gördü. Ve [göz] bu güzel dedi ve onların yanına uçtu. Böylece [Tanrı] sinekleri kendi suretinde yarattı. Ve onları yarattıktan sonra onları kutsadı: ‘Verimli olun, çoğalın,’ dedi.”
Bu parçalanmışlık, araya giren öyküler, roman içinde roman yazma çabaları, yaratmanın sancısı aslında okurlara gerçekten de bir romanın yazılma sürecini aktarıyor. Doğal Roman’ı bitirdikten sonra komünist Bulgaristan’da doğup büyümüş birinin çocukluğunu, gençliğini, ilk yolculuğunu, ilk aşkını, ilk sevişmesini (romanın en komik bölümlerinden biri), evliliğini, ayrılığını ve yaşlanmasını okuduğumuzu biliyoruz aslında. Neredeyse yapboz parçalarından bir bildungsroman oluşturuyoruz. İnsan beyninin eksikleri tamamladığı, parçaları bütünlediği bilinen bir gerçek ne de olsa...
Böylelikle anlatıcının bize sorduğu tüm soruları da bir şekilde yanıtlıyoruz: “Şimdi odamda oturmuş, öyküler düzüyorum ve mutlu olmaya çalışıyorum. Tüm bunları niye yapıyorum? Niye bir ‘Doğal Roman’ yazmaya çalışıyorum? Unutmam gereken bir kadından dolayı mı? Eskiden nasıl yaşadığımı hatırlamak için mi?”
Gospodinov’un öyküsü
Bulgaristan’ın 1989 sonrasında en çok çevrilen yazarlarından biri olan Georgi Gospodinov 1968 yılında Yambol’da doğmuş. Sofya Üniversitesi’nde Bulgar filolojisi okuyan Gospodinov, 1992’de yayımladığı ilk şiir kitabıyla edebiyat dünyasına başarılı bir giriş yapmış. Bir süre şiire ağırlık verdikten sonra düzyazıya yönelerek Doğal Roman’ı yayımlamış. Uluslararası çapta ilgi gören roman yirmi üç dile çevrilmiş; onu takip eden ilk öykü kitabı ‘Ve Başka Öyküler’ ise sekiz dile çevrilmiş. İkinci romanı Hüznün Fiziği, 2016 Jan Michalski Edebiyat Ödülü de dahil olmak üzere birçok ödüle layık görülmüş. Bir ilk roman olmasına rağmen üzerinde çok çalışılmış, çok düşünülmüş, edebiyatın oyunlarından hoşlananların kaçırmaması gereken bir roman Doğal Roman. Gospodinov’dan önce bu kitabı okuyarak uzunca bir süredir kütüphanemde bekleyen Hüznün Fiziği’yle ilgili vicdan azabı duymaktan da kurtuldum çünkü Doğal Roman sonrası hemen okunacaklar listeme tepeden giren Hüznün Fiziği, aslında yazılış sırasına göre ikinci romanmış, bunu da öğrenmiş oldum.
Hasine Şen Karadeniz’in Bulgarca aslından çevirisi oldukça pürüzsüz, sadece Türkçede normalde nesneyle kullandığımız kanamak fiilinin “Adam kanadığımı görünce neredeyse aklını kaçırıyordu.” biçiminde çevrilmesi okurken de söylerken de beni rahatsız ediyor. Türkçede “Bir yeri kanamak” ya da “kanaması olmak” biçiminde kullanıyoruz.
Romanda ‘00’ olarak numaralandırılan tuvalet bölümlerinin birinde modern WC’yi icat eden Thomas Crapper’a yazılan bir şiir yer alıyor. Biz de bu yazıyı Salâh Birsel’in Hacivat Günlüğü’nden bir alıntıyla bitirelim. “Bu sabah ayakyolunda kafamın iyisinden çalışmaya başladığını gözlemledim. Çok yaşayın ayakyolları. Sizin bağrınızda yazılmış dizelerim bile vardır. Çevremdeki oyunları, çekemezlikleri çokluk sizin yanınızda sezmişimdir.”