Emek Erez, "Kendi hayatımızı anlatmanın imkânsızlığı", Gazete Duvar, 26 Şubat 2018
“Hayatın her saniyesinde upuzun bir ağlayan insan kervanı, bir de daha küçük bir gülen insan kervanı var. Ama üçüncü bir kervan daha var, artık ağlamayanların ve gülmeyenlerinki. Üçü arasında en hüzünlü olan da o. Ondan söz etmek istiyorum.” Böyle başlıyor kitap, bu cümleler üzerine düşününce bahsedilen metinde, çok trajik hikâyelerin, epey acı çekmiş karakterleriyle karşılaşacağınızı düşünüyorsunuz. Çünkü olması gereken buymuş gibi geliyor. Ya da en azından bugüne kadarki okumalarınızdan edindiğiniz deneyim size böyle olacağını hissettiriyor. Ancak kederli bir hikâyenin eğlenceli bir şekilde anlatılabildiği de oluyor.
Doğal Roman
Yukarıdaki alıntı Georgi Gospodinov’un, Doğal Roman adlı kitabının girişinden, bahsettiklerimiz de bu metin ile ilgili. Gospodinov, üzüntü veren bir yaşanmışlıktan bahsederken bir yandan da bizi bambaşka, muzip diyebileceğimiz öykülerin yoluna çıkarıyor. Esas olarak, bir boşanma hikâye edilmeye çalışılıyor, anlatıcının eşi hamile ama baba olan kendisi değil. Bu nedenle boşanan bir çift ve geriye kalan anılar, yaşanmışlıklar, acılar… Yazar kederini alıp, aklını boşanma sırasında bırakmış gibi devam ediyor anlatısına ve sonrasında kitap epey karmaşık bir hâl alıyor. Doğal Roman'da bütünlüklü bir hikâye yok, her şeyin başlangıcı olan boşanma öyküsü ara ara uğrayıp çıkıyor anlatıdan. Sonra, ilgili ilgisiz pek çok ayrıntı ve çeşitli konularda öykülerle ilerliyor kitap. Parçalı bir anlatı sunuyor yazar, düz yollarda ilerlemiyor, hemen zihninizde beliriverecek bir ana fikir vaadi de yok. Tam yaşamın kendisi gibi yani tek biçimli değil, tüm karmaşasıyla, ayrıntılarıyla, başınıza ne zaman ne geleceğini bilemediğiniz sürprizli yanıyla, kiriyle, pasıyla, gerekli gereksiz her şeyiyle...
Absürt Bir Anlatı
“Ama başlangıçların romanında hiçbir şey betimlenmeyecek. O sadece hareket gücü sağlayacak ve bir sonraki başlangıcın gölgesine çekilerek kahramanların durumun gerektirdiği şekilde eşleşmelerine izin verecek kadar anlayışlı olacak. Ben buna doğal roman derim.” Böyle bir tanımlama yapıyor Gospodinov, bunun üzerine düşününce aslında kitap biçimsel olarak biraz anlam kazanıyor. Kitapta yer eden her ayrı parça bir başlangıcı çağrıştırıyor, olaylar olduğu gibi anlatılırken çok fazla betimlemeye yer verilmiyor. Daha önce bahsedilmiş olsa bile sanki ilk kez temas ediyorsunuz. Burada yapılmaya çalışılan bütünü kırmak bana kalırsa.
Örneğin; Tam başka bir konuya adapte olmuşken, birdenbire tekrar boşanma konusu gündeme gelebiliyor. Anlatıcının hüznüne ortak olmaya başlamışken, konu tuvaletin tarihine geçebiliyor. Gospodinov böylece anlatısında sapmalar yaratıyor bu sapmaları da bir romanda ne ilgisi var diyebileceğiniz konu seçimleriyle yapıyor. Örneğin; sinekler, tuvaletler, bitkilerin üreme biçimleri gibi… Böylece kendinizi absürt olarak nitelendirilebilecek bir anlatının içerisinde buluyorsunuz.
Tuvaletler, Sinekler, Rüyalar
Gospodinov, yaşam içerisinde gereksizmiş gibi görünen ayrıntıların bir şekilde insan ile olan ilişkisini kuruyor ve anlatısının içerisine yerleştiriyor. Tuvaletler mesela her ayrıntısı ile yer ediyor kitapta. Tuvalet yazılarının tarihte ayrı bir bölümü olacağını düşünüyor Gospodinov. Ona göre; tuvalet duvarı “özel bir medya”. İnsanların neden buralara yazdıkları konusunda da ilginç tespitleri var yazarın. Tuvalet gözetlenmeyen tek umumi yer. Hükümetin mevcut olmadığı tek gerçek ütopya, herkes eşit ve içeriye girme amacını gerçekleştirme kılıfı altında istediği her şeyi yapabiliyor. Ayrıca, hükümet karşıtı sloganların zamanında sadece buralarda bulunduğunu da hatırlatıyor yazar. Bunlar sadece birkaçı daha önce de söylediğimiz gibi bu konu çokça tartışılıyor metinde ve size şöyle bir cümle kalıyor: “Hiç bu açıdan bakmamıştım.”
Sadece tuvaletlerde değil elbette.
Hiç aklınıza gelir miydi sineklerin Tanrı’nın kendisine rüyalarda bulunma hakkı tanıdığı tek varlık olduğu? Dünyanın arabulucusu, şeytan ve meleğin bir aradaki hali olduğu… Peki, rüyaların çıkışında bir gümrük memuru olduğunu düşünmüş müydünüz hiç? Gümrük memuru yoksa neden rüyamızdan bir şey alıp getiremedik bugüne kadar?
Konuşacak Ulvi Bir Şey Kalmayınca
Gospodinov, üzerine konuşmadığımız ve konuşmayı sevmediğimiz ancak gündelik yaşamın olmazsa olmazı ayrıntıları üzerinde durarak bizi detaylarla haşır neşir ediyor. Peki neden diye sorarsanız belki şu cümleler biraz ifade eder; “Ulvi olan yok olmuşsa, tüm öngörülebilirliği ve daha da kötüsü, yıkıcı tesadüflerinin cılız gizemiyle hayatımızda sadece gündelik olan kalmışsa, romanın düşüncesi bile nasıl mümkün olabilir ki? Gündelik hayatın sıradanlığı -trajik ve ulvi olanın ışığı ancak burada parlar. Gündelik hayatın bayağılığında.” Bu cümlelerden yazarın bu ayrıntılardan bahsetmesinin eleştirel nedenleri olabileceğini de düşünebiliriz. Dünyaya ve yaşama dair amaçların sönümlendiği, ütopyaların anlamsızlaştığı, gizemin kaybolduğu bir dünyada eskiden yüce olarak görülen her şeyin bir biçimde yaşamdan kopup gittiği; tanrıların bile yokluğunu ilan ettiği düşünülürse geriye konuşacak ya da üzerine tartışacak çok şey kalmıyor.
Burada amacın gündelik yaşamı küçümsemek veya “büyük anlatılar”dan kopmanın kederini duymak olduğunu da sanmıyorum. Yazarın bir sonraki cümlesi bunu gösteriyor; “bir zamanlar, zamanın hâlâ yavaş aktığı ve dünyanın hâlâ sihirli olduğu günlerde, şu büyü reçetesini bir yerde bulmuş ve kendim uydurmuştum. At kuyruğundan bir kıl koparıp kırk gün suda tutarsan yılana dönüşür…”
Sanırım yazarın buradaki eleştirisi dünyanın sihri bozulunca daha çok gündelik ayrıntılarla boğulmamız ve konuşmayı sürdürmek için bu ayrıntılara odaklanmak zorunda kalmamızla ilgili. Bu da biraz sıkıntıdan, yılmış olmaktan, inandığımız değerlerin dünyada pek karşılığını bulamamaktan belki kim bilir? Ayrıca, kitapta anlatıcının eşinden boşanmasını, onun “yüce”sini kaybetmesi olarak değerlendirirsek, yazarın durumun anlamsızlığını ve anlatılmazlığını bu ayrıntılarla metni oluşturarak, ifade etmeye çalıştığını da düşünebiliriz.
Georgi Gospodinov’un Doğal Roman'ı her şeyin ötesinde okuma zevki açısından doyurucu bir kitap. Bunun yanında biçimsel olarak farklılığı da kitabı konuşmaya değer kılıyor. Yazarın kendi içerisinde roman üslubu tartışması yaptığı bile düşünülebilir. Sineklerden, şiirlere, tuvalet yazılarından, rüyalara, kısacası, her şeye ve hiçbir şeye dair bir kitap. Belki bize şöyle bir mesajı olabilir: Esas konu veya esas karakter diye bir şey yok, yaşam parça parça, öyküler parça parça, karakterler parça parça… Veya hiçbir anlamı da yoktur tüm bunların, konu sadece “kendi hayatımızı anlatmanın imkânsızlığı”dır yazarın söylediği gibi; ondandır tüm o gelgitler, sapmalar, ayrıntılar.