Bülent Somay’ı bilimkurgu alanında doktora çalışması yapmış, üniversitelerde ders veren bir akademisyen olarak tanımış olabilirsiniz. Edebiyatla ilgiliyseniz kendisini yıllarca Metis Yayınları’nın editörü olmuş, fantastik edebiyat alanında ülkemizin en saygıdeğer isimlerinden biri olarak biliyorsunuzdur. Ama aynı zamanda o hayatının hemen her döneminde müzikle uğraşmış, bizzat şarkı sözleri yazmış ve okumuş bir müzisyen. Her kimliğiyle sanatımıza ayrı bir renk katmış, aynı zamanda benim de ilk editörüm olan üstatla geçtiğimiz aylarda genişletilmiş olarak yeniden basılan
Şarkı Okuma Kitabı’nı konuştuk..
Şarkı Okuma Kitabı formatından içeriğine kadar çok özgün ve heyecan verici bir kitap. Şarkılar hakkında bir kitap yapma düşüncesi nasıl doğdu?Aslında benim böyle bir kitap yazayım diye bir isteğim yoktu. İskender, Savaşır, 1987-88 gibi bir tarihte
Defter dergisi için Fragile (Kırılgan) üzerine bir yazı istemişti, sözlerini çevirdim, üzerinde düşündüm, şiddet hakkında bu şarkının bende uyandırdığı duyguları kağıda döktüm. Sonra da unuttum bu yazıyı. 90’ların ortalarında kıskançlık üzerine bir şeyler yazmak istediğimde benim için önemli bir şarkı olan Famous Blue Raincoat’ı temel alan bir yazı yazdım, onu bir kenara koydum. Herhangi bir yerde yayınlatmadım. Daha sonra yine
Defter dergisine Sting’in Moon Over Bourbon Street’i hakkında bir yazı yazdım, bu tür yazıların birikmeye başladığını işte o zaman fark ettim ve bunu kitaplaştırma düşüncesi böylece doğdu. Hiçbir zaman barışmamış yazar ve müzisyen kimliklerimi bir arada kullanma düşüncesi de ilginç geldi.
Kitaba aldığınız şarkıları hangi kriterlere göre seçtiniz?Bu kitapta konu ettiğim şarkıları seçerken başlıca kriterim, bir müzisyen olarak okuduğum şarkılar olmalarıydı. Çünkü okuduğum şarkılarla aramda, sözlerini ezberlemek, melodisine uygun söylemeyi öğrenmek gibi onlara verdiğim emekten kaynaklanan bir bağ oluşuyor. Bir şarkı üzerine o kadar zahmet harcamadıysam o kadar söz de etmem. Nasıl ancak zahmet harcadığın ilişkiler senin için anlamlı olur, bu şarkılar da aynı sebepten benim için anlamlıydı. Ama ben yıllardır şarkı söylerim ve her söylediğim şarkı üzerinde de söyleyecek sözüm yoktu, bazı şarkıların sözleri çok açıktır, derdini herkesin ilk duyuşta anlayabileceği, acaba demeyeceği şekilde söyler, onlar hakkında yazmak malumu ilan etmekten başka bir şey olmazdı. Yeni basımda eklediğim Kıyamet Sureleri ise, Cohen’in anlatıcılık yaptığı ölümle bir belgeseli (
The Tibetan Book of the Dead: A Way of Life) seyrederken, onun aslında gelecek hakkında ne kadar karamsar bir adam olduğunu ve bu karamsarlığında çok da haksız olmadığını fark etmemden kaynaklandı.
Bazı şarkılarda insan sesi daha çok bir müzik aleti gibi, şarkıya eşlik eden bir süs gibi kullanılıyor, sizin üstüne yazdığınız şarkılarda ise sözün ayrı bir gücü, kendi başına bir anlamı var.Evet böyle bir ayrım var, bunun belirgin bir örneğini Beatles’da görebilirsiniz. Beatles’da Lenon’un yazdığı şarkılarla McCartney’nin yazdığı şarkıları birbirinden kolayca ayırabilirsiniz. En kolay da sözlerinden ayırırsınız. Lenon’un bir derdi vardır, bir kafa yorma vardır şarkı sözlerinde. Ama mesela Hey Jude tam bir McCartney şarkısıdır. McCartney’inkiler eğlenceli şarkılardır ama fazlasıyla düzdürler. Bu yüzden ikisi kendi yollarına gittiklerinde Lenon önemli bir müzik adamı olurken McCartney Beatles’ın ününü yedi, eğlendi, ama hiçbir zaman Lenon kadar kalıcı şarkılar yapamadı.
Kitabın yeni basımında bazı ekler var, daha önce yazdığınız bazı fikirleri de sorguluyor, eskiden farklı gözle baktığınız bazı konulara yeni bakış açıları getiriyorsunuz.1970’lerin sonunda söylediğim sözlerin altına hala hiç değiştirmeden imza atıyorsam bende bir problem vardır. 30 yılı boşuna mı yaşadım? Örneğin Kırılgan hakkında yazdığımda çok daha heyecanlı biriydim, o dönem şiddeti nötr görürdüm, doğru amaç için kullanılmasına sıcak bakardım. Bugün ise şiddetin o kadar nötr bir şey olmadığını, amacı ne olursa olsun uygulayan kişiyi kendine benzettiğini ve her koşulda bir bedeli olduğunu düşünüyorum. Bu bedel bazen kanuni bir bedel olabilir bazen de insanın kişiliğini zedeleyen psikolojik bir bedel. Şiddet her zaman kötüdür, hiç uygulanmamalıdır demiyorum, özellikle mağduriyetten kurtulmak için kullanılması gereken durumlar olabilir ya da ben kendimi tanıdığım kadarıyla altı yaşında bir çocuğa tecavüz edilmesine tanık olursam muhtemelen katil olurum ama o zaman bile insan bir bedeli olacağını bilmeli ve buna göre seçimini yapmalı.
Sezen Aksu’nun yine Metis’ten çıkan ve şarkı sözlerini içeren kitabının adı Eksik Şiir’di. Siz de katılıyor musunuz bu tanıma?Bence her şarkı sözü şiirdir ama her şiir şarkı sözü değildir. Şiir daha genel bir kavram. Şiirin ilk ortaya çıkışı zaten şarkı sözü olarak, tarihe baktığımızda bunu görüyoruz, müziksiz şiir diye bir şey yoktu ilk zamanlar. Yazıdan bile önce vardı bu tür şiir. Moderniteyle birlikte özellikle kafiye, vezin olaylarından uzaklaşılması, serbest kafiyenin ağırlık kazanmasıyla şarkı olamayacak şiirler de ortaya çıktı, şiirin tanımı genişledi ama şarkı sözlerini hala kapsıyor. İyi şiirdir, kötü şiirdir, o şarkı sözünün derinliğine, kalitesine göre değişir.
Siz hiç şiir yazdınız mı?Yazdım ama kötü şiirlerdi, çok da fazla değil çok şükür, bir keresinde
Defter dergisinde de yayınladım. Ama daha sonra asıl iyi olduğum konunun şarkı sözü yazmak olduğunu fark ettim, ben şair değilim, şair gibi düşünemiyorum, düz yazıyla rasyonel bir ilişkim var ve ancak müzikle düşündüğüm zaman bu rasyonellikten paçayı kurtarıyorum. O zamandan beri şiir değil şarkı sözü yazıyorum.
Türkçe şarkı sözü yazarlarının eserlerinden de böyle bir kitap yapmayı düşünür müsünüz? Üzerine yazılacak kadar derin, insanı düşüncelere sevk eden şarkı sözü yazarlarımızdan birkaç örnek istesem?Yazılabilir ama onu da başkası yazsın, benim için böyle ikinci bir kitap yapmak heyecan verici olmaz. Başkası yaparsa keyifle okurum, kimseden telif falan da istemem! Şaka bir yana, Türkçe şarkı sözleri olarak düşünürsek herhalde böyle bir kitaba en çok Murathan Mungan yakışır. İngilizce’ye çevirdiğim şiirleri de oldu, Murathan’ın sözlerinde daima bir derinlik vardır. Örneğin “Terk Eden” şarkısı, terk etmenin suçluluğunu taşıyamayacağı için yaptığı şeylerle kendini bile bile terk ettiren kişilere, özellikle erkeklere dair insanı düşündürür. “Kimdi giden kimdi kalan” diye başlar bu şarkı. “Ya içindesindir çemberin ya dışında kalacaksın” da aynı şekilde üstüne çok şey söylenebilecek bir şarkı sözüdür. Bülent Ortaçgil’in çoğu şarkı sözü, Nejat Yavaşoğulları’nın “Tepedeki Çimenlik” gibi bazı çalışmalarını da bu kapsamda düşünebiliriz. Görünenden fazlasını söylediğini hissettirirler. Nejat’ın Hiroşima’sı da güzeldir mesela ama mesajı çok açıktır, çok söyleyecek söz yoktur onun üstüne. Sezen Aksu’nun bazı şarkı sözleri de derdini herkesin ilk duyuşta anlayabileceği kadar net söyler görünse de, üstünde düşününce insanı farklı duygu ve düşüncelere götürür.
Bu kitaptaki tüm şarkıların sizin için özel olduğuna eminim, ama gene de içlerinde biraz daha öne çıkanlar var mı?Famous Blue Raincoat, 14 yaşında ilk öğrendiğim Cohen şarkısı ve ilk söylediğim şarkılardan. O dönem aşk ve kıskançlık gibi konularda beni çok düşündüren ve etkisini yıllar boyunca hissettiren bir şarkı. Bu şarkıda anlatıldığı gibi bir insanın sevdiğini hiç kıskanmaması, onu hiç sahiplenmeden sevebilmesi o yaşlarda aklımın alamadığı bir şeydi, yaşım ilerleyince bu olgunluğa ulaşabileceğimi sanmıştım, ama tam tersi oldu. Zaten bence bu dünyaya, bu dünyanın insanlarına ait bir şarkı değil o. Aynı şekilde Manifesto’nun da benim için ayrı bir yeri var, çünkü benim için çok önemli olan “Niye Müzik?” sorusunun cevabını bu şarkıyla aradım. İnsanlara kendimi sevdirmek için mi şarkı söylüyorum, yoksa benim için daha büyük, daha derin bir anlamı var mı? Birkaç senedir müzikten ayrı kaldığım için “Niye artık şarkı söylemiyorum?” sorusunun cevabını da yine aynı Manifesto’daki bakış açısıyla aradığım gibi.
Kitabın her bölümünde, işlenen şarkıya ait notalardan bir parça konulması hoş olmuş. Aslında insan bu kitabı okurken bir yandan şarkıları da dinlemek istiyor...Ben de bu kitapla birlikte, tüm şarkıların benim tarafımdan yorumlanmış hallerini içeren bir CD vermek istiyordum, ama Peter Gabriel’in yayın haklarını elinde tutan Realworld şirketi o dönem onun şarkılarını yorumlamama izin vermedi. İşin ilginç yanı, Realworld “Üçüncü Dünya” ülkelerinin otantik müziklerini Batılı tarzda yorumlamasıyla ünlü bir şirketti, yani “onlar” “bizi” yorumlayabiliyor ama “biz” “onları” yorumlayamıyorduk! Batılı olmadığım bir kez daha yüzüme çarpılmıştı. Hepsi bir arada olmayınca içime sinmeyecekti, bu yüzden CD projesinden vazgeçtim.
Okurlarınız için yeni çalışmalarınızdan biraz bahsetsek?Yakınlarda yayımlanacak, bitmiş bir kitabım var. Türkçe kitaplarımı Metis’e veriyorum, bu kitap ise İngilizce olduğu için Bilgi Üniversitesi Yayınları’ndan çıkacak. 1981 yılından beri ütopya ve bilimkurgu üzerine yazdığım her şeyin bir toplamı olacak. Platon’dan başlayarak Le Guin’e kadar. Kitap 1981’de yazdığım master tezimle başlıyor. Son yazı ise 2005’de Amerika’da çıkan bir kitap için Le Guin hakkında yazdığım bir bölüm. Üzerinde çalıştığım bir kitap da var, o da İngilizce, “Yasaklanmış 1 Manifestosu” adında, cinsellik üzerine psikanalitik bir kitap olacak. Buradaki 1’in üstü çizili, yani hayatımızdan fallusu çıkarmayı temsil ediyor. Erkek egemen toplumdan erkeklerin de çok çektiğini, erkeklerin de buna karşı mücadele vermesi gerektiğini vurgulayan bir söylem içeriyor. Zaten erkekler bunu yapmazsa sadece Feminizm ile ciddi bir değişim yaratmak mümkün değil. Bunu kadınların mücadelesini küçümsemek amacıyla söylemiyorum, ama bu kadar çok boyutlu bir sorun tek bir tarafın mücadelesiyle çözülemez.