Ketil Bjørnstad, 1952'de Oslo'da doğdu. Konser piyanisti olarak ilk performansını on altı yaşında Oslo Filarmoni Orkestrası'yla gerçekleştirdi. 1973'ten bu yana otuzun üzerinde albümü yayımlandı, bunlardan beşi solo piyano albümleri, bir kısmı ise caz ve rock müzisyenleriyle yaptığı ortak çalışmalar. Son iki albümü
Seafearer's Song (2004) ve
Floating (2005) adlarını taşıyor. Jean-Luc Godard'ın dört filmi dahil çeşitli filmler, müzikaller ve oyunlar için besteler yaptı. Şu anda bir
Polnay filminin müziklerini yapıyor. Müzik kariyerinin yanı sıra üretken bir yazar olan Bjørnstad'ın 1972'den bu yana yirminin üzerinde romanı, iki şiir kitabı, bir oyunu ve denemelerinin derlendiği kitapları yayımlanmıştır. Halen Norveç'teki çeşitli gazete ve dergiler için edebiyat ve müzik eleştirileri yazmayı sürdüren yazarın
Müzik Uğruna ve
Düşüş adlı romanları Metis Yayınları tarafından yayımlandı. Geçtiğimiz aylarda yayınevinin konuğu olarak ülkemize gelen Ketil Bjørnstad ile Türkçede ilk romanı
Müzik Uğruna ile
Düşüş hakkında konuştuk. Bjørnstad ayrıca bizlerle küreselleşmeden elbette olumsuz etkilenen Norveç yazınının son durumu konusundaki değerlendirmelerini de paylaştı.
Müzik Uğruna ile ilgili konuşmadan önce ilk olarak şunu sormak istiyorum; müzik alanında Norveç'te nasıl bir disiplin söz konusu, müzik ne zaman hayatlarına giriyor, yaşamlarında nasıl bir yeri, ağırlığı var? Norveç'te müzik gençler için çok önemli, elbette bir özgürlük duygusu yansıtıyor, hayatın anlamını müzik yoluyla bulmaları mümkün gençlerin. Onun için bizim ülkemizde çok büyük önem verilir. Müzik küçük yaşlardan girer hayatlarına. Norveç'te gençlerin aldıkları temel eğitime paralel olarak bir kültür eğitimi var. Öğleden sonraları ve akşamları seçmeli bir ders olarak alıyorlar. Karşılarına çok geniş seçenekler sunuluyor.
Müzik ile ruh arasında gerilimli gelgitlere can alıcı bir serüven Müzik Uğruna. Çabalayan, bocalayan farklı genç karakterler geçidi.. Korkularının üstesinden yoğun sancılarla gelme hali.. Depresif , koyu, kara bir ton.. Müzik Uğruna'da genç Björn Ernstad ne kadar var, kitabınızın ne kadarı kendi hayatınız?Elbette kendi sorunlarım, kendi moral çelişkilerim bu kitabın temelini oluşturur ama çok özel hayatıma ilişkin ayrıntıları anlatmak istemedim.. Arkadaşlarım özel ilişkilerini bu kitapta bulsun istemedim. O yüzden kendi iç yaşantımdan yola çıkarak olayı biraz genelleştirdim ve bir kurmaca oluşturdum. Gençlerin hayatta karşılaştıkları pek çok sorun var kuşkusuz, o nedenle bu sıkça çeşitlenen sorunları anlatabilmek adına müzik alanını bir metafor olarak kullandım. Mesela bir Rus gencinin bütün bu Doğu Avrupa'daki değişimler karşısında yaşadıklarını görürüz kitapta. Gençler çok geniş bir alanda çok sorunla karşı karşıya kalıyor kitapta. Böyle bir durumda kolaylıkla tavır almaları, bir düşünce üretmeleri kolay değil. Onların içinde bulundukları durumu anlatmaya çalıştım, dünyayla olan o karşılaşmalarını merkeze yerleştirdim.
Öte yandan Düşüş adlı romanınız da hayal kırıklığının insan doğasını, sınırlarını sınamasına yetkin bir örnek. Evet,
Düşüş aslında bir karabasan duygu üzerine kurulu, öyle ki karar vericiyi, sulh hâkimini sanık koltuğuna oturtuyor. Seçtiğiniz karakterlerin meslekleri de öyküleriyle ve kaderleriyle yakından ilişkili. Her iki yapıtımda da insan psikolojisini, ruhi gelgitlere önem verdiğim doğru.
Düşüş'te ise ek olarak mazi duyumsamalarını önemli bir çıkış noktası olarak ele alıyorum ki bu iki kitap arasındaki önemli bir dil farkıdır.
Düşüş'te geçmiş zamanda bir anlatım var,
Müzik Uğruna’da ise bugünkü zamanda geçiyor anlatım.
Kuzeyin, kuzeyli insanın hüznü... Müzik Uğruna'da hepimize tanıdık gelecek bir ergenlik hüznü, melankolisi var.İnsan büyüdükten sonra da gençliğinden birçok şeyi içinde tutuyor tabii. Onunla ben hem biri ilişki kurabiliyorum hem de özlem duyabiliyorum. Bu kitabı yazmak benim için bir anlamda hayatla bir hesaplaşma gibi. Neyi yaptım, neden yaptım, neyi geride bıraktım. Niye böyle bir insan oldum. Ben daima otoritelerle problemi olan bir insan oldum ve bu kitapta da bolca da o var. Hem insanın kendi içendik otorite hem de sahte otoritelerle daima problemim oldu, hâlâ da var.
Eleştirmenlerce tipik bir Rönesans adamı olarak niteleniyorsunuz? Bu kanıyı paylaşıyor musunuz?Ben kendime Rönesans adamı demezdim çünkü ben olmak istemedim yani değişik şeylerle ilgilenmek istemedim bu sadece böyle gelişti. İlk televizyonu on iki yaşında gördüm, tek kanallı bir radyo ile büyüdüm. Şimdiki çocukların ise her şeye erişimleri var ve şimdi bir sürü Rönesans insanı dolaşıyor etrafta, CD'sini yapıyor, resimlerini yapıyor, birçok şeye ulaşabiliyor. Benim için bu bir seçim değildi böyle gelişti.
Peki şair, piyanist, romancı ve besteci olmak nasıl bir bütünlük, nasıl bir ruhi tempo?Çok zor, çok yorucu benim için. Çok genç yaşlardan itibaren hem edebiyat hem müzik hayatıma girmişti. On dört yaşında profesyonel olarak turneler yapar, konserler verir durumdaydım. Hatta hemen o yıllarda bir menajerim bile olmaya başlamıştı. Dolayısıyla o günden bugüne müzik ve edebiyat iç içe girdi. Yazmaya da aynı yıllarda başlamıştım. Ama on sekizinde bu artık beni boğmaya başlamıştı. Yine de vazgeçemedim, vazgeçmeyeceğim de.
Gerek müzik gerekse edebiyat yönünden Türkiye ve Norveç arasındaki farkı nasıl yorumlarsınız? Türkiye'ye ilk kez on bir yıl önce gelmiştim ve gerçekten büyülenmiştim duyduğum seslerden, duyduğum müziklerden. Yaşamın hızı, yoğun ritmi beni çok etkilemişti. Kuzey ülkelerinde 70'lerden beri Türk müzisyenleriyle Kuzeyli müzisyenler ortak çalışmaları giderek çoğalıyor. Bu açıdan izliyoruz, dinliyoruz Türk müziklerini ve kayıtları elde etmeye çalışıyorum bulabildiğim CD'lerden. Beni en çok etkileyen Türk müziğindeki ritim duygusu. Biz Kuzey'de şarkı söylerken mesela çok daha düz söylüyoruz ama burada çok daha renkli, çok daha süslü bir söyleyiş tarzı var. Hatta bu galiba edebiyat için de geçerli. Norveç uç bir nokta, Çehov'un oyunlarında olduğu gibi neredeyse taşra, Çehov'un oyunlarında taşradaki insanlar hep kent merkezine gitmek özlemini taşırlar. Biz de Avrupa'nın göbeğine, kültürlerin kaynaştığı metropollere gitmeyi özleriz. Tabii Türkiye'ye gelince özellikle de İstanbul gibi bir kente gelince bu duygunun daha yoğun farkına varıyorum. Dünya çok küçülüyor artık, herkes birbirine çok daha yakın. Benim yaşadığım kentte pek çok Türk arkadaşım var. Buraya geleceğimi öğrendikleri zaman hepsi de buraya selamlar gönderdiler.
Godard'ın dört filmi dahil, çeşitli filmler, müzikaller ve oyunlar için besteler yaptınız. Film müziği yapmak nasıl bir duygu, farkı nedir?Sinemaya müzik yapmaya bayılıyorum. Film için müzik yapmak çok hoş, sinemada müziğin kullanılmasından da çok hoşlanıyorum hatta bu daha kolay. Bir yönetmenin benim müziklerimden seçip kullanması ki Michael Mann, Jean Luc Godard, Ken Loach benim müziklerimden seçip tabii izin alarak filmlerinde kullandılar ve bundan çok mutluluk duydum. Şu anda bir Polonya filmi için müzik çalışması içindeyim. Ham akustik müziğin hem elektronik müziğin ayrı olanakları var ama ikisi de birlikte çok iyi gidebiliyor.
Müziğinizdeki ses ve ritimle, metinlerinizdeki müzik arasında nasıl bir bağ, benzer bir ses kurabiliyor sunuz/musunuz bu noktada?İki ifade biçimi arasında mutlaka ortak yanlar olmalı. Ama farklılıklar da var tabi çünkü yazıda kişiyi ikna etmek için zamana ihtiyaç var, dolayısıyla sabırlı olmalısınız. Halbuki müzikte birkaç saniye içinde çok güçlü bir duyguyu anlatabilirsiniz, kişiye o duyguyu geçirebilirsiniz.
Norveç edebiyatının son dönem durumu hakkında genel bir bilgi verir misiniz?Edebiyat artık çok reklama dayalı bir hale geldi. Sadece Norveç'te değil dünyada da bu böyle. Edebiyatın niteliğinin giderek düşmeye başladığını söylemek olası. Bu edebiyatın maalesef tüm dallarına sıçrıyor. Norveç'te bu ciddi bir tartışma konusu olmuş durumda. Yakın zamana kadar daha iyi bir durumda olduğumuzu düşünüyorduk ama şu anda ciddi bir ticarileşme sorunu var. Fazlasıyla Dan Brown tarzı bestseller söz konusu. Dan Brown'a karşı değilim ama bu kadarı da fazla açıkçası. Yakın zaman önce Kitapçılar Birliği'nin ödülüne değer görülen Eric Gustavson adlı bir yazarımız Kültür Bakanı'nın elinden ödülünü alırken söyledikleriyle aslında bu konuda hepimizin duygularını dile getirdi: "Lütfen edebiyatı destekleyin. Çok kötü durumdayız, ticari bestseller olayı gitgide öne geçiyor ve biz artık alan, zemin kaybediyoruz."
Bu arada bir de Norveç'te kitaplar artık tek bir fiyattan satılmıyor, isteyen istediği düzenlemeyi yapabiliyor dolayısıyla tuhaf hatta abuk bir rekabet ortamı da söz konusu.
Norveç şiir dediğimiz zaman ilk olarak neyi anlamalıyız? Norveç şiirinin karakteristik özellikleri nelerdir mesela?Çok ilginç bir soru çünkü Norveç'te bir karışım sözkonusudur özellikle şiirde. Bir yanda hem tutkulu, hem süslemeli hem de zihinsel olan bir gelenek vardır. Diğer yanda ise genç şairlerin getirdiği daha temiz, daha süssüz ve daha karanlık yazan bir genç şairler kuşağı var. İşin benim için üzücü olan tarafı 70'lerdeki siyasi şiirin hemen hemen ortadan kalmış olması. 70'lerde gayet ilgi çekici bir şekilde toplum üzerine yorum yapabilen şairlerimiz vardı. Artık böyle şiir pek yazılmıyor.
Küreselleşme, Norveç'i yazın alanında da vurdu diyebilir miyiz bu noktada?Kesinlikle hem de çok kötü şekilde çarptı maalesef. Her şey Amerika'dan adeta duygular ve yönelimler de ithal ediliyor gibi. Gelenekleri, kültürleri emen, özgün yapıları bozan küreselleşme evet Norveç'i de vurdu maalesef.