Murat Uyurkulak:
"Bir kıyamet romanı..."
Orhan Güneşdoğmuş, Gündem, 19 Şubat 2006
İlk kitabı Tol'la dikkatleri üzerine çeken Murat Uyurkulak yeni kitabı Har'la yeniden okurla buluşuyor. Ancak çok sıcak, hoş sohbet bir buluşma değil bu seferki. Tol'daki gibi şiirsel bir sohbet yok. Her gün biraz daha yaklaştığımız kıyameti sunuyor okura. Har'da 20 yıldır süren iç savaşı çarpıcı ve özgün bir kurguyla, bir kıyamet öyküsü olarak anlatan Uyurkulak, öyküsünün kaynağını, 'şok, devrim, özgürlük, eşitlik, kardeşlik beklentisi ve bu beklentilerle yaşlanan bir insanın tam tersine tanık olması' olarak açıklıyor. Uyurkulak kitabında isimleri de ironik bir biçimde değiştirmiş. Günyüzü gibi ortada ama ironik, manidar adlandırmalar yapmış.

Netamiye dediğiniz ülke, çağrışımlarıyla vs... aslında Türkiye. Türkiye'yi ve son yirmi yıldır yaşanan 'iç savaşı' anlatmak için neden fantastik bir kurguya ihtiyaç duydun?

Bence benim kurgum fantastik değil. Har ziyadesiyle 'gerçek' bir metin. Fantastik olan, Netamiye'nin kendisi. On iki yaşındaki çocukların on üç kurşunla öldürülüp 'terörist' damgası yediği, vicdanları gereği savaşmayı reddeden bir avuç insanın zindanlarda çürütüldüğü, tek kuruş rüşvet almadan görevini yapan memurlar meydanlarda coplanırken, katillerin ve hırsızların kahraman sayıldığı bir ülke, fantazyanın ta kendisi değil de nedir? Ben Har'da olsa olsa, bu acayip fantazyayı bir tür 'hakikat' düzlemine çekmeye çalışmış olabilirim.
       Ama, simgelerin, şifrelerin, dolayımların yoğun kullanımından söz ediyorsan, henüz acısı taze olan yaraları anlatmak doğrudanlığı kaldırmıyor pek fazla. Doğrudanlık, insanı bir yerde mecalsiz bırakıyor. Dahası 'edebiyat parçalamak'tan çekiniyor insan. Böyle bir durum var...

Bir kıyamet romanı yazmak biraz da cesaret işi aslında. Kitap bir kıyamet romanı olarak ürkütüyor insanı bir yerde? Kitabı yaratan ruh hali neydi?

Şok beklentisi, devrim beklentisi, özgürlük, eşitlik, kardeşlik beklentisi ve bu beklentilerle yaşlanan bir insanın tam tersine tanık olması. Troçki, geçiş programının başında önemli bir laf eder: Devrimin koşulları var olmakla kalmayıp, çürümeye bile başlamıştır diyor. Rosa Lüksemburg'un 'Ya sosyalizm ya barbarlık' ikilemiyle ifade ettiği, Ernest Mandel'in önermenin ikinci kısmını 'ya da toptan yok oluş' şeklinde ötelediği bir durum bu. Küresel ısınmaya, çokuluslu şirketlerin vahşetine, Afrika'nın bir kıta olarak, açlık, AIDS ve kuraklık nedeniyle topyekun yok olmanın eşiğine gelişine bir bak. Sonra Irak ve Afganistan işgallerine. Birtakım insanların artık devasa kuleleri yere indirecek kadar çileden çıkıp delirmesine. Bunlara bakıp 'aydınlık güzel günleri' mi düşünürsün, yoksa 'kıyameti' mi? Bir 'kıyamet romanı' yazma cesaretini, ben dünyanın vahametine bakıp buldum. Gerçek bir 'yok oluş' beklentisinin yarattığı kötümserlikten. Borsaları, kışlaları ve sınırları hiç ortadan kaldıramayacak olmamızın gerçek bir ihtimal haline gelmesinden.

Bir kıyamet romanı yani hakikati yazdın. Kıyametin yani hakikatin sonrası gelecek mi peki? Dünya yeniden kurgulanacak mı?

Ben bu dünyayla ve bu ülkeyle hesabımı, Tol ve Har ile kestim.
       Yani 'metinsel' olarak. Gönlümdeki iki 'alev gibi yanan' meseleyi yazdım. Bir kitap daha yazabilirsem, artık bu ülkenin ve dünyanın yakasını 'edebi' olarak bırakırım sanırım. Ama sokakta bırakmam. Ben yaşadıkça, kapitalizmin yakasını bırakmayacağım. Siyasi mücadeleye elimden geldiğince devam edeceğim. Devrimi, yani eşitlik, özgürlük ve kardeşliği tekrar bir ihtimal haline getirmek için mücadele edeceğim.

Yani Tol ve Har bir seri olarak devam etmeyecek?

Kesinlikle devam etmeyecek deyip, üç harfli bir '...' kitabı daha yazmaktan korkarım. Kesin konuşmayayım. Ama gözüme kestirdiğim bazı yavşak tiplemeler var. Yani insan tipleri, onlarla biraz uğraşayım diyorum. Tabii bunu bir romana dönüştürebilir miyim, emin değilim. Emin olunca yazamıyorum zaten.

Peki tepkiler nasıl? Kürtler, Türkler ve Slovaklar kitabı nasıl okumuşlar?

Slovaklar çok beğendi, zira okumadılar. Şaka bir yana, henüz 'şöyle şöyle' diyebileceğim kadar fazla tepki gelmedi. Ama eş dost çok sevdi kitabı. Sağolsunlar.

Kitabın çıkar çıkmaz soluğu Diyarbakır'da almışsın. Bu bir kaçış mı, yoksa dönüş mü?

Hayatımı romanların çıkış tarihlerine göre düzenlemiyorum. Biraz iş güç, biraz da şahsi sorunlar vardı. Bir süre İstanbul'da kalmam gerekiyordu. İşi gücü bitirdim, şahsi sorunları da halledebildiğim kadar ettim ve kışı geçirmeye Diyarbakır'a döndüm. Benim hayatım yüzde 50 Diyarbakır, yüzde 30 İstanbul, yüzde 20 Ege'de geçiyor. Yerleşik olamadık bir türlü. Yani gittiğim bir yer olmadığı gibi, döndüğüm bir yer de olmuyor.
       Ama şunu söyleyebilirim: umarım, bir aksilik olmazsa, hayatımın sonuna kadar bir ayağım Diyarbakır'da olacak, yılımın mutlaka bir bölümü burada geçecek. Zira Diyarbakır beni kendine âşık etti. Hiç öyle siyasi nedenler, 'direncin şehri' gibi gerekçeler olmadan hem de. Sadece bir şehir olarak.

Edebiyat ve hakikat arasındaki ilişkiyi nasıl tarifliyorsun?

Kitabının iki güçlü öğesi çünkü bunlar.
       Edebiyat ile hakikat arasında doğrudan bir bağdan söz edilemez bana kalırsa. Edebiyatın kendine ait yasaları ve dünyası var. O dünyada, kendi meşrebince ele alıyor hakikati. Eğer sıkı ve samimi bir meşrepse o, zaman zaman hakikati daha şiddetli şekilde duyumsatma imkânı bulabiliyor. Net ayrımlar yapmak mümkün değil yani. Bu tür ayrımlar, bizi 'toplumcu gerçekçilik' noktasına geri götürür. Fantastik olanın, bir tür kaçış, hakikatten uzaklaşıp dikensiz bir bahçede gezinme çabası olduğunu da söyleyemeyiz.
       Öyle bilimkurgu, polisiye veya korku romanları var ki, hakikati ta iliğinde duyuyor, anlıyorsun. Velhasıl, edebiyat ve hakikat iyi komşular bence. Bazen birbirlerinden bir pişirimlik kahve isterler, bazen birbirlerinin yüzüne bakmazlar, bazen de birbirlerinin evinden çıkmazlar. Yeter ki muhabbetleri sarih, samimi ve baki olsun.

Surlukent'in edebiyat ve hakikatle arası nasıl peki sence. Bu iki komşu Surlukent'te iyi bir yerleşke bulabildi mi?

Gayet iyi. Şimdilik 'hakikat' biraz baskın. Ama 'edebiyat'ın da hakikati yakalayacağından, onunla muhabbeti koyulaştıracağından kuşkum yok. Daha dolaysız söylersek eğer, ben Surlukent'te büyük bir edebiyatın ayak seslerini duyuyorum. Gelecek on yıllarda, buradan Türkçe ve Kürtçe çıkacak eserler, hepimizi geride bırakacak bence. Hakikatin edebiyatla 'hakiki ve edebi' şekilde buluşması zaman alacak, ama er geç buluşacak. Surlukent'in gençleri bize bunu gösterecek.

Şu karikatür meselesine yani Doğu ve Batı arasındaki ilişkiye değinelim. Kitabının da konusu aslında bu. Nedir bu Doğu/Batı çelişkisi, karikatür krizi?

Yahu duydukça deliriyorum: Medeniyetler çatışması diyorlar, tarihin sonu falan diyorlar. Gerçek 'medeniyet', insanlığın gerçek tarihi başlamadı ki, sonu olsun veya çatışsın. Ne vakit bu dünyada üretim araçları insanların ortak malı olur, ne vakit sınırlar, din ve milliyet ayrımları, militarizmin ve gericiliğin mevzisi olmaktan çıkıp, sadece kültürel birer zenginlik haline gelir, medeniyet ve tarih o zaman başlar. Yani devrimden söz ediyorum, komünizmden. Doğu-Batı meselesine gelirsek.
       Batı'nın günahlarını saymaya dil yetmez. Batı'nın ekonomik hesaplarla atmadığı tek bir adım yoktur. Asırlar boyu dünyanın 'ilkellerini ve esmerlerini' sömürenler, nice kadim halkları topyekûn yeryüzünden silenler, şimdi medeniyet, demokrasi ve insan hakları dersi veriyor. Hasta oluyorum.

Doğuluların buna çanak tuttuklarına dair yaklaşımlar var?

Öyle yaklaşanlar, benden uzak dursunlar. Asırlara yayılan bir aşağılanma, sefalet, haksızlık var, elbet öfkesini ve tepkisini de doğuracak. Ama bunun yolu orayı burayı havaya uçurup insanların kafalarını kesmek değil. İslamiyet'in şiddete, laikliğin baskıya tahvil edilmesi değil. Doğu halkları –doğu nereye göre doğuysa artık– kadınları ezmeyi bıraksın, kadınların özgürleşmesine izin versin, başlarındaki patronları, şeyhleri, ağaları, beyleri, kralları, emirleri kendi bileğinin hakkıyla alaşağı etsin, Doğu'nun eşit, özgür, kardeşçe Sosyalist Cumhuriyetler Federasyonu'nu yaratsın. Doğu'nun kurtuluşunun tek yolu bu. Yani kurtuluş devrimde ve sosyalizmde, ondan sonra kim hangi Tanrı'ya nasıl inanmış veya inanmamış, hayatını ne tarzda devam ettirmiş, kimseyi ilgilendirmez.
Okuyabileceğiniz diğer Murat Uyurkulak söyleşileri
▪ "Çeviride edebi ustalık"
Murat Uyurkulak, Milliyet Sanat, Aralık 2004
▪ "Ak sakallı bir dede ‘topla bu öyküleri’ dedi - Murat Uyurkulak"
Erdem Öztop, Cumhuriyet Kitap Eki, 26 Mayıs 2011
▪ "İyi edebiyat kuyruklu yıldız gibi"
Merve Apaydın, beğenmeyen okumasın, 19 Ocak 2015
▪ "Deliler, şairler ve devrim"
Nazan Özcan, Milliyet, 27 Ekim 2002
▪ "Tol: İlk intikam alındı..."
Berat Günçıkan, Cumhuriyet Dergi, 5 Ocak 2003
▪ "Öfkenin dışa vurumu 'Tol'"
Hikmet Erden, Müjde Arslan, Yeniden Özgür Gündem, 22 Mart 2003
▪ "İktidara ikna olamamak"
İrfan Aktan, Postexpress, Sayı 32, Aralık 2003
▪ "Etrafınıza bir bakın, sizce de kıyamet kopmuyor mu?"
Özlem Altunok, Cumhuriyet Dergi, 29 Ocak 2006
▪ "Har'ı Seven Yalımına Katlanır"
Hamza Aktan, Bianet, 25 Şubat 2006
▪ "İlk romanım erkekti, ikincisi kadın ve eşcinsel"
Berrin Karakaş, Tempo, Mart 2006
▪ "Har’ın siyasi boyutu yok, çünkü baştan aşağı siyasi"
Erdem Öztop, Hürriyet Gösteri, Şubat-Mart, 2006
 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X