| | Murat Uyurkulak: "Etrafınıza bir bakın, sizce de kıyamet kopmuyor mu?" Özlem Altunok, Cumhuriyet Dergi, 29 Ocak 2006 Tol, bir intikam romanıydı. Türkiye'nin 50'lerden 90'lara uzanan siyasi tarihi sert ve ironik bir dille anlatılıyordu. Yazarı Murat Uyurkulak, "Okuyanın ruhunda gürültüyle gelip geçen bir tren etkisi yaratsın istedim" diyordu. Yarattı da. Uyurkulak şimdi yine yakın geçmişi anlattığı, yine üç harften oluşan "bir kıyamet romanı" yazdı: Har. Bu kez yenilenlerin, adaletsizliğin dünyasını, dünyanın şuursuzlaşma halini, fantastik bir dille anlatıyor. "Çünkü," diyor, "tahammülü zor acıları anlatmak 'doğrudanlığı' kaldırmayacaktı"... Murat Uyurkulak'la Metis Yayıncılık'tan bu hafta çıkacak kitabı, Tol'un sonrasını ve Har'ın öncesini konuştuk. İlk kitabınız hatırı sayılır bir ilgi gördü, oyunlaştırıldı ve Almanca'ya çevriliyor... Tol'un bu başarısı, ikinci kitabı yazarken üzerinizde bir baskı oluşturdu mu?Har'ı yazarken Tol'un ağırlığını hissettim. En azından yazı sürecinin ilk başında, özgüven eksikliği ve tedirginlik yaşadım. Hatta bu tedirginliği Har'ın başlarındaki bir bölümde hikâyeleştirdim de, ama sonra rahatladım, Tol'u unuttum ve gönlüme göre yazdım Har'ı. Kitap bitince bir kez daha başladı özgüven krizleri. Tol'la ilgisi yoktu bunun, sadece Har'ın umduğum kadar iyi bir kitap olmadığı kuşkusuydu. O kuşku hâlâ duruyor ve üstelik Tol'a da sirayet ediyor. Şimdi arada bir Tol'un da söylendiği kadar iyi bir kitap olmadığı kuşkusunu taşıyorum. Sanırım bu krizlerle yaşamaya alışmam gerekiyor. Har'da, yaradılıştan başlayarak kaosa uzanan kıyamet halini, paralel bir hikâyeyle, yani bugünle ilişkilendiriyorsunuz. Bugünün içinde sahte kahramanlar, kalpazanlar, kaçaklar, yenilenler, deliler var. Nasıl bir kıyamet yerinde yaşıyoruz sizce?Ben hep iyimser bir devrimci-komünist oldum, fakat giderek o iyimserliği yitiriyorum, Ernest Mandel'in "devrimci kötümserlik" kavramıyla nitelediği cenaha doğru kayıyorum ve bu beni hasta ediyor... Çokuluslu şirketlerin vahşeti ve milyarlarca insanın zifiri sefalete mahkûm edilmesi, küresel ısınma, çevrenin tahribi, nesli tükenen türler, nereden çıktığı meçhul yeni yeni virüsler, ezilen azınlıklar, dünyevi mezarlara gömülen kadınlar, beden faşizmi, on beş saat çalıştırılan küçücük çocuklar, cinsel istismar, tüketim manyaklığı, savaşlar, işgaller, yüzlerine pislik haz sırıtmaları yerleşmiş, tıkınmaktan tıksıracak hale gelmiş insanlar... Bunlar kıyamet alameti değilse, nedir? Bunlara bakıp delirmiş ejderhalar misali öfke kusana mı, yoksa susup salak salak oturana mı normal insan denir? Har da, Tol gibi "ağır" bir roman. Yine Türkiye'nin yakın tarihini anlatıyorsunuz ama bu kez fantastik öğelerle, semboller ve karikatür karakterlerle bezeli, şifreli bir dil var. Bunun nedeni anlatılanın ağırlığını hafifletmek için miydi?Har'da sürekli tekrarlanan bir nida var: Edebiyat yapma! Bu ülkenin şaibeli ve dehşetli tarihinde beni derinden sarsan iki meseleyi yazmak istiyordum. İlkini Tol'da yazmaya çalıştım ve orada anlattığım, yani "sol"un son yarım asırlık trajik macerası, benim "edebiyat yapma" cüreti gösterebileceğim, şahsi bir tarihti. İkincisini, yani bu ülkenin Kürtlerle yaşadığı meseleyi, inşa ettiği resmi tarihle onlara ve başka azınlıklara dayattığı "yok"luğu ve bu meselenin son yirmi yılda, bütün taraflara yaşattığı tahammülü zor acıları anlatmak, "doğrudanlığı" pek kaldırmayacaktı. Sanırım bu yüzden fanteziye, şifrelere ve simgelere sıkça başvurdum. Ama zaten bu, benim sevdiğim de bir tarz... Kıyamet alametinin yaratıcıları hem Büyük A, Başşal, Tefail gibi yukarıda çalışanlar, yönetenler, hem de yeryüzünde acı çeken, kaybeden 13, Numune, 35, yamuklar gibi faniler... Neredeyse kitaptaki tüm karakterler aymazlık, şuursuzluk hali yaşıyor, neden?Şair Süha Tuğtepe'nin "Yaşamak beni kudurtuyor" diye bir dizesi vardı. Kudurtan bir hayatın içinde süründüğümüzü düşünüyorum. Kudurmak halinin de pek "şuurlu" bir hal olduğu söylenemez. Dünyanın gaddarlığı, yalancılığı ve rezilliğine sadece saf bir bilinçle karşı koyamayız artık. Delilere, yamuklara, kuduruklara her zamankinden fazla ihtiyacımız var. İnanca ihtiyacımız var, yeter ki sivil, dürüst ve insani olsun. Hayat tepeden tırnağa maddileştikçe, "mallaştıkça", bizim daha fazla "manevileşmemiz", nesnelerden uzaklaşmamız gerekiyor. Yani bir tür şuur kaybı, yamulma, "uçma" hali... Sanırım Har'ın gökyüzü ve yeryüzü ahalisi de benim gibi düşünüyor... "Yamuklar", yani "sistemin yamulttukları", Büyük Sinema'da türlü hikâyeyle, kâh korsan kitap, kâh sahte para basarak, film çekerek dünyaya düzen vermeye çalışıyorlar. Büyük Sinema'daki bu "yeryuvarın en mutlu işçileri" hakikate neden "sahte" aracılığıyla kafa tutuyorlar?Muktedirlerle ezilenlerin hakikati ayrı dünyalarda yaşıyor. Sözgelimi Ankara'nın göbeğinde oturup kaderimize karar verenler "Kürt" kelimesini hâlâ zikretmekten bile imtina ederken, Diyarbakır'da, Van'da, Hakkâri'de her 21 Mart'ta milyonlarca insan bir halkın bütün nitelikleriyle, renkleriyle, kelimeleriyle, şarkılarıyla meydanları dolduruyor. Plazaların toplantı salonlarında "serbest piyasa"dan, "küresel rekabetten" falan dem vurulurken, beş kilometre ötede lağımlar evlerin arasından akıyor. Bunlardan birinin hakiki olması gerek, öyle değil mi? Bir yanda Kürtlere "kart kurt" muamelesi yapmaya hâlâ can atanlar var, öbür yanda o halkın temsilcisi olduğunu söyleyen siyasi partinin yüzde 70 oranında oy aldığı kentler. Bir yanda kadınlara "yaşlanmayı durduran" mucizevi kremler kakalamaya çalışan reklamlar var, öbür yanda parası olmadığı için hastanelerde sapır sapır ölen kadınlar... Bunların hangisi daha hakiki geliyor sana? Kremler mi, ölü kadınlar mı? Har'la alakalı olarak şöyle bir paralellik kurabiliriz belki: Düzenin yamulttuğu kadınlar, artık hastanelerde ölmemek için, zaten sahte olan o kremlerin sahtesini yapıyor... Har'a hakikatin kitabını yazmak isteyen "Sonyamuk" karakteriyle siz de dahil oluyorsunuz. Bu ipucundan yola çıkarsak edebiyat, öfkeli ama umutlu bir yazar için nasıl bir güç, kışkırtıcılık taşıyor?Bu soruya Leo Ferre'in bir sözüyle cevap vermek isterim: "Silahlar ve kelimeler aynı şeydir, ikisi de gebertir!" Benim insanları gebertmek gibi bir niyetim yok, elbette. Benim gebertmek istediğim sahtekârlık, zalimlik, sömürü, haksızlık, zorbalık, adilik... Tol'daki sert, ironik, küstah ve acı dili Har'da da görüyoruz. Tıpkı iki kitabın da bir hızlanıp bir yavaşlayan, başı sonu belirsiz bir yolculuk hali taşıması gibi. Bu, tek heceli ve tok iki kitaptan sonra Murat Uyurkulak'tan okuyucuyu şaşırtmasını, yeni şeyler denemesini bekleyebilir miyiz?Tol'u yazdıktan sonra, kafamda Har dönmeye başlamış olsa da, onu yazıp yazamayacağımdan emin değildim, ama yazdım. Şimdi de var kafamda dolaşan bir şeyler, ama yine emin değilim. Tol ve Har ile ilgili şunu söylemek isterim: Becerdim beceremedim o ayrı, ama neticede gönlümdeki iki meseleyi yazıp bitirdim. Yeni bir şey denemek olarak tarif edilebilir mi bilmiyorum, bundan sonra bir kitap daha yazabilirsem muhtemelen birçok bakımdan farklı olacak, ama sertlik ve "küstahlık" bakımından farklı olacağını sanmıyorum... Okuyabileceğiniz diğer Murat Uyurkulak söyleşileri ▪ "Çeviride edebi ustalık" | Murat Uyurkulak, Milliyet Sanat, Aralık 2004 | ▪ "Ak sakallı bir dede ‘topla bu öyküleri’ dedi - Murat Uyurkulak" | Erdem Öztop, Cumhuriyet Kitap Eki, 26 Mayıs 2011 | ▪ "İyi edebiyat kuyruklu yıldız gibi" | Merve Apaydın, beğenmeyen okumasın, 19 Ocak 2015 | ▪ "Deliler, şairler ve devrim" | Nazan Özcan, Milliyet, 27 Ekim 2002 | ▪ "Tol: İlk intikam alındı..." | Berat Günçıkan, Cumhuriyet Dergi, 5 Ocak 2003 | ▪ "Öfkenin dışa vurumu 'Tol'" | Hikmet Erden, Müjde Arslan, Yeniden Özgür Gündem, 22 Mart 2003 | ▪ "İktidara ikna olamamak" | İrfan Aktan, Postexpress, Sayı 32, Aralık 2003 | ▪ "Bir kıyamet romanı..." | Orhan Güneşdoğmuş, Gündem, 19 Şubat 2006 | ▪ "Har'ı Seven Yalımına Katlanır" | Hamza Aktan, Bianet, 25 Şubat 2006 | ▪ "İlk romanım erkekti, ikincisi kadın ve eşcinsel" | Berrin Karakaş, Tempo, Mart 2006 | ▪ "Har’ın siyasi boyutu yok, çünkü baştan aşağı siyasi" | Erdem Öztop, Hürriyet Gösteri, Şubat-Mart, 2006 |
|