 | ISBN13 978-605-316-005-2 | 13x19,5 cm, 248 s. |
Liste fiyatı: 270.00 TL İndirimli fiyatı: 216.00 TL İndirim oranı: %20 {"value":270.0,"currency":"TRY","items":[{"item_id":"1178","item_name":"Karanlık Dükkân","discount":54.00,"price":270.00,"quantity":1}]} |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et Diğer kampanyalar için |  |
|
| | Karanlık Dükkân 124 Rüya Özgün adı: La boutique obscure 124 rêves Çeviri: Siren İdemen Yayıma Hazırlayan: Savaş Kılıç Kapak Tasarımı: Emine Bora |
Kitabın Baskıları: | 1. Basım: Eylül 2015 | 2. Basım: Mart 2019 |
2015 Talât Sait Halman Çeviri Ödülü Kurmaca bir anlatıda dile dökülen nedir? Anlatılanlar sonuçta, daha en baştan dille, dil içinde tasavvur edilmez mi hep? Dil içinde vücut bulmadan, dile dökülebilmiş bir şey var mıdır? Georges Perec işte böyle bir sınav koyuyor önüne: Kolay dile gelmeyen bir şey olan rüyaları kaleme almak… Perec, 1968-1972 arasında bir deneye girişir ve farklı bir edebiyat türü yaratmak istercesine rüyalarını kayda geçirir: “Herkes rüya görür. Ama sadece bazıları hatırlar rüyalarını, hatırlayanların çok azı onları anlatır, kâğıda dökenlerse daha da azdır. İhanet edeceğini bile bile (ve bunu yaparken mutlaka kendinize de ihanet edersiniz) insan niye rüyalarını yazmaya kalkar ki?” diye başlıyor söze yazar, “Gördüğüm rüyaları kayda geçirdiğimi sanıyordum; kısa süre sonra fark ettim ki, meğer sırf yazmak için rüya görür olmuşum.” Diğer kitaplarından tanıdığımız tekniklerin, bulmaca ve oyun merakının kendini gösterdiği bu rüya anlatılarında yazarın kitaplarına ışık tutacak ipuçları bulmak da mümkün. Karanlık Dükkân, özel bir yazarın iç dünyası için bir “cümle kapısı”.  | OKUMA PARÇASI |
77. rüya, Satış Temsilcisi, s. 125 Karımı öldürdüm, gelişigüzel parçalara ayırıp kâğıtlara sardım, sonra da telaşla iple bağladım. Hepsi yine de kolayca taşınabilen bir karton kutunun içinde. Tek şansım bundan şarap ya da alkol yapılması. İçki imalathanesine gidiyorum. İçeride önlüklü üç genç kadının bulunduğu bir odaya kapıyı çalmadan destursuz giriyorum. Kadınların ikisi oturuyor, üçüncüsü yarım boy çift kanatlı bir kapının (kovboy filmlerindeki bar kapıları gibi) yanında ayakta. Ya göz kırpıyorum onlara, sanki tanışıyormuşuz gibi, ya da gayet vurdumduymaz bir edayla şu türden bir şey söylüyorum: – 50 kilo iyisinden kasaplık etim var! Ayakta duran genç kadın beni küçük bir bölmeye sokup mallarımı incelemeye başlıyor. Gereken bütün etiketler var paketimde, ama genç kadın temsil ettiğim firmanın Şirket’in müşterisi olmadığını ve anlaşmaya varmamızın zor olacağını iddia ediyor. Paketimden numune olarak bir sürü küçük şişe çıkarıyorum. Aslında, sıradan basit bir formaliteden ibaret olmalı bu ama, aşırı şaşkınlığım sonucu, küçük şişelerin bir türlü sonu gelmiyor: kırmızı şaraplar, beyaz şaraplar, roze şaraplar, her nevi alkol, hatta su dolu minicik bir sürahi bile var, üstelik kapağı yok – boğaz kısmından sürahiyi taşırmadan parmağını sokabiliyorsun, bu bana sıvılarda osmos ya da kılcallık olayının deneysel ispatı gibi geliyor. Bütün bu sunum beyhudeymiş: Yandaki bürodan bir adam çıkıyor ve bana eğer ismim dosyala... Devamını görmek için bkz. |  |
Sonsöz, s. 231-240 Birçok aile sosyolojisi olduğu gibi, birçok muhtemel rüya sosyolojisi de var. Rüya konusunda sürekli sosyolojiden söz etmem bağışlanacaktır umarım, zira psikanalist değil, sosyoloğum. Öncelikle, bir durumsal sosyoloji tasavvur edebiliriz; ben de oradan, rüyanın kesinlikle öznel olana dönüş olmayıp belli bir toplumsal duruma cevap olduğunu göstererek başladım. Dolayısıyla, üst sınıfın rüyaları ve alt sınıfın rüyaları, Siyahların rüyaları (derinin rengi bir toplumsal statüyü tanımladığı ölçüde) ve Beyazların rüyaları var... İkinci aşamaysa bir yapısal sosyoloji, ve –esasen rüyanın “ilkel” denen toplumlarda yeri ve kolektif mitlerle ilişkisi üzerine incelemelerimin etkisiyle– rüya imgelerini kolektif imgelerin içinde ele almayı deneyerek araştırmalarımı buradan ilerlettim. Fakat, Okyanusya toplumlarının muhayyilesini, örneğin Kargo kültlerini Batılı toplumların romantik ya da sürrealist muhayyilesiyle kıyaslarken her defasında kaçınılmaz olarak başka bir yaklaşım perspektifine, etkileşimsel sosyolojiye uzanıyordum. Zira, eğer rüyalarını yazıyorsan ve onları okurlara iletiyorsan, bu onları bir gece monoloğundan diyaloğa dönüştürüyorsun, geceyi kapalı bir oda olmaktan çıkarıp bir “dükkân” haline getiriyorsun, dolayısıyla umuma, müşteriye açık bir mekân haline getiriyorsun demektir. Böylece, rüya insanlar arasında bir mübadele alanına dönüşüyor. Georges Perec’i okurken, daha doğrusu okuduktan ve beni ona rapteden cazibe bağın... Devamını görmek için bkz. |  |
 | ELEŞTİRİLER GÖRÜŞLER |
Çağlayan Çevik, "Perec’le rüyalarda buluşmak", Radikal Kitap, 11 Eylül 2015 İnsanoğlunun en eski hikâyesi Gılgamış’ın “Eski Versiyon”un Bağdat ve Chicago parçalarında Gılgamış’ın gördüğü ilk rüya böyle anlatılmıştır. Bu kitabelerde Gılgamış’ın gördüğü “uyarıcı” ve “haberci” rüyalar, metnin temelini oluşturur. Aynı şekilde Eski Ahit’in daha ilk kısmı olan Tekvin’de (31/10) rüya anlatımı şöyle çıkar karşımıza: “Ve vaki oldu ki, sürünün kızıştığı vakitte gözlerimi kaldırdım ve rüyada gördüm, ve işte sürüye aşan ergeçler çizgili, noktalı ve kırçıl idiler. Ve Allah’ın meleği rüyada bana dedi, Yakub ve: İşte ben dedim.” Yakub’un Tanrı’yla konuştuğu anlardan biridir bu ve rüya aracılığıyla aktarılır. Bir metin içinde, görülen rüyayı aktarmak Gılgamış’tan başlayarak insanlık tarihi boyunca her dönemde, başka mitoloji anlatılarından psikanaliz incelemelerine, edebiyattan diğer başka alanlara kadar yüzyıllardır sıklıkla karşımıza çıkar. Gerçekten bir vakit nasıl peygamberler, krallar, yarı tanrılar gördükleri rüyalar aracılığıyla dünyanın kaderini değiştirmişse, azizler rüyaları sayesinde hidayete ermiş, birçok evliya rüya ile ilahi aşka ulaşmışsa birçok felsefeci ve edebiyatçı “rüya”nın dilsel şifresini, onu anlatarak kırmayı denemişlerdir. Hepsi de kendi metodunu kullanmıştır bunu yaparken... "Sabah vakti boş mideyle anlatılmamalı" Ancak hiç de kolay değil bunu yapmak, tahmin edeceğimiz üzere. ... Devamını görmek için bkz. |  |
Ömer Ayhan, "Hayat ile rüya arasında", Kitap Zamanı, 7 Ekim 2015 Georges Perec Mayıs 1968-Ağustos 1972 arasında gördüğü rüyaları Türkçeye yeni çevrilen Karanlık Dükkân adlı kitabında bir araya getiriyor. Edebiyatı hep yeni keşiflere açık bir deney alanı olarak gören Fransız yazardan, hayat ile rüyanın aslında birbirine uzak olmadığını hissettiren bir anlatı... Georges Perec’in yazdığı hiçbir kitabı ana akım edebiyata dahil etmek mümkün değil. Türkçeye yeni çevrilen Karanlık Dükkân ise daha da marjinal kalıyor. Perec, Mayıs 1968-Ağustos 1972 arasında gördüğü rüyaları kaleme almış. Rüya deyince biraz durup düşünmek gerekiyor, doğası gereği gayet netameli. Şahabettin Süleyman, Fecr-i Âti’nin bakışını yansıtırken “Sanat şahsi ve muhteremdir.” demişti. Rüyaların muhterem olup olmadığı bir tarafa, tamamen kişiye özel, şahsi bir dünyadan söz ediyoruz. Üstelik gördüğümüz rüyaları başkalarına anlatırken duyduğumuz heyecan, karşı tarafta asla birebir karşılık bulmaz. Başkalarının rüyalarını kendi rüyamızı anlatırken duyduğumuz hazla dinlemeyi pek beceremeyiz. Rüyalardan oluşan bir kitabı okumak da benzer bir deneyime açılabilir. O halde sorulardan biri şu olmalı: Perec entelektüellerin genellikle ilgi duyduğu bir yazar, onun rüyalarını okumak okurda farklı duygular uyandırabilir mi? Sihirbaz ve tasnifçi yazar Öncelikle Perec’in sistemli çalışan ve biçimle yol alan bir yazar olduğunu göz ardı etmemeli. Du... Devamını görmek için bkz. |  |
Seçil Epik, "Perec’le kaybolmak", K24, 29 Ekim 2015 Tekrar eden imgeler, kaygılar, nerede başladığı belli olmayan olaylar ile rüya olduğunu bildiğimiz ama bir noktadan sonra takıntılı bir yazarın iç dünyasına bir yolculuğa dönüşen 124 metin: Perec’in Karanlık Dükkân’ında bir gezinti. Georges Perec’in 1968-1972 yılları arasında gördüğü ve kaleme aldığı 124 rüya metninden oluşan Karanlık Dükkân’ını kurmaca bir eser olarak okumamamız gerektiğini biliyoruz. Ama daha ilk metinlerden itibaren bu bilginin pratikte pek de bir işe yaramayacağını çünkü her rüyanın aynı zamanda birer kısa öykü sayılabilecek derinliğini fark ediyoruz. İçinizden, böylesini ancak Georges Perec yapabilirdi, diye geçirmeden edemeyeceğiniz metinler bunlar. Kelimelerle, harflerle tüm yazın hayatı boyunca bir tür savaşa tutuşmuş Oulipocu bir yazarın kaleminden çıkan rüyalar da doğal olarak dilin bütün imkânlarını zorlar nitelikte. Yazarın, “Herkes rüya görür. Ama sadece bazıları hatırlar rüyalarını, hatırlayanların çok azı onları anlatır, kâğıda dökenlerse daha da azdır. İhanet edeceğini bile bile (ve bunu yaparken mutlaka kendinize de ihanet edersiniz) insan niye rüyalarını yazmaya kalkar ki?” önsözüyle başlayan kitapla güç bir işe giriştiğinin farkında Perec. Bu zorluğu, bile isteye yarattığını, yazarın rüyalarını yazma işine sanki kendisiyle bir düelloya girermişçesine soyunduğunu söylemek pek de yanlış olmaz. Fransız Edebiyatı’nın en sıra dışı akımlarından Ou... Devamını görmek için bkz. |  |
Ali Bulunmaz, "Grotesk Bir Şölen", Post Dergi, 31 Ekim 2015 Georges Perec, deneysel metinlerle okuru vatoz gibi çarpan bir yazardı. Kaleme aldıklarıyla bizi bulutların üstüne çıkarmaktan çok ayağımızın yere basmasını sağladı. Perec, kâğıda dökmede tembel davranılan ayrıntıları, anları ve önemsenmeyen kimi olayları önümüze sürmüş bir isimdi aynı zamanda. Yani hareketi seçebiliyor ve bunu sıkıcı olmayan bir matematikle sözcüklere yediriyordu. Burada en büyük yardımcısı zaman ve ritimdi. Perec, kitaplarında okuru hep şaşırtacak biçemler yakalama ve kullanma konusunda da başı çeken bir yazardı. Bunların içine otobiyografik öğeler de kattı. Üstelik yazma işini “sürekli yürümek” diye nitelediğinden yarattıkları hep ilgiyle izlendi, sonra ne yapacağı da merak edildi. “Bundan edebi bir şey çıkmaz” denen ne varsa hepsini kitaplaştırdı, deyim yerindeyse okurla tatlı tatlı oynadı. Şimdi o oyunlardan biriyle daha karşı karşıyayız: Karanlık Dükkân. Perec, bu sefer bizi rüyalarıyla “huzursuz” ediyor. Yine deniyor, bozuyor ve yapıyor. Rüyalarını kitaplaştırdığında bir bakıma onları yazmak için uyumaya başladığını fark ediyor. Perec’in zihninden bağımsız hikâyeler Her kim görürse ve anlatırsa anlatsın rüyalar, hep ilgi çekmiş ama aynı zamanda bir gayya kuyusu olarak da önümüzde durmuştur. Fakat Perec’in gördüğü rüyaları yazıp okura açması ayrı bir parantez istiyor. Karanlık Dükkân‘da verdiği anlatım lejandı, Pere... Devamını görmek için bkz. |  |
Gökçe Gündüç, “Uyuyan adam vakası”, Sabitfikir, 22 Ekim 2015 “‘Günlerden bir gün, bir sabah’, kendimi yine toplama kampında buluyorum. (...) Dörtlü sıralar halinde yürüyoruz. Bir subay uzun bir bambu değnekle bizi hizaya sokuyor. Önce nazik davranıyor, derken birden korkunç bir şekilde küfretmeye başlıyor. Yoklama için sıraya giriyoruz. Subay hâlâ bağırıp çağırıyor, ama vurmuyor. Bir an geliyor, her ikimiz (o ve ben) sırığı bir ucundan tutuyoruz: Bana vuracağı düşüncesiyle paniğe kapılıyorum. Kamptaki atmosfer el değmemiş gibi: Hiçbir şey onu bozamaz.” Bu, 1936’da Paris’te doğan Georges Perec’in Temmuz 1970’te gördüğü rüyalardan biri. Fransa’ya göç eden Polonya Yahudisi bir ailenin oğlu olan Perec, babasını İkinci Dünya Savaşı’nın başında cephede, annesini ise Auschwitz toplama kampında kaybetmişti. Ailesinin daha yaşlı üç üyesi de yine toplama kamplarında yaşamlarını yitirmişlerdi. Dönemin koşulları ile Perec’in yaşam öyküsü bir arada düşünülünce geçmişin üzerindeki baskısının, korkularının, acısının rüyalarında serbest kalmasına da, hapsedildiğine, kapatıldığına, itibarını kaybettiğine, kolluk kuvvetleriyle karşı karşıya geldiğine, ayrımcılığa maruz kalıp tecrit edildiğine dair tekrarlayan imgelere de şaşmamak gerekir şüphesiz. Bu da Georges Perec’in 124 rüyasını bir araya getirdiği Karanlık Dükkân’ın sosyolog Roger Bastide tarafından kaleme alınan sonsözüne götürüyor bizi. İlham veren metninde, rüyalara alışıldığı üzere psikolojik aç... Devamını görmek için bkz. |  |
|