 | ISBN13 978-975-342-490-5 | 13X19,5 cm, 152 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et Diğer kampanyalar için |  |
|
| | Korkunun Irmağında Kapak Resmi: Carolina Hernández Kapak Tasarımı: Emine Bora |
Kitabın Baskıları: | 1. Basım: Kasım 2004 |
Korkunun Irmağında, şimdiye kadar dört öykü kitabı yayımlanan Suzan Samancı’nın ilk romanı. "Susuyorduk. Susturuluyorduk... Islak yataklarımızda ancak geceleri konuşabiliyorduk. Nemli karanlıkta sözcükler ıslığa dönüşürken, biçim değiştiren yaşlı çatılara bakıyorduk; sağır ve dilsiz gibiydiler. Gündüz yataklarımızı ıslatan, kalaslarla saldıran haki renkli adamları kalın enselerinden tanıyorduk; yüzleri yoktu, sesleri de... Ay ışığı yataklarımızın üstünde solarken, kol kola giriyorduk. Ellerimizi yumruk yapmaktan yorulmuyorduk; yorgunluğumuz yedi canlı kediydi, diriliveriyorduk. Sesimiz karanlıkta uzayıp giderken ant içiyorduk..."  | OKUMA PARÇASI |
Açılış Bölümü, s. 9-11 Hep aynı düşle uyanıyorum. Bu tatlı düşü kimseciklerle paylaşamam... Tatlı bir haleyle kuşatılıyorum; o kuşatılmışlığın rehavetiyle irkilince, hüzün yüklü bakışlar hiç peşimi bırakmıyor. Yürümek istediğimde korkularım dolanıyor ayaklarıma. İşte park! Usta bir ressamın tuvalinden fırlamışçasına rengârenk çiçeklerin arasında dem çeken mülteciler... Uçuşan kuş sürüsü... Bazen kuş oluyorum yöremin gökyüzünde... Bir an uzayıp giden yaralı bir ses... Kentin sessizliği iliklerime dek işlerken, yabancılığımı elle tutacağım neredeyse... Odanın içinde dolanıp dururken, yakınlaşan gökyüzüne bakıyorum; her şey boş bakışlı insanlara dönüşüyor. "Yüreğim ve aklım!" diyorum. Sivri kuleli bakımlı çatılar, aynı boy ağaçlar, tertemiz caddeler yöremin yoksulluğunu ne çok anımsatıyor. Zaman kuşu çarmıha gerilmiş inliyor. Gözlerim yabancılığa, yorgunluğa direniyor. Hızla akan trenler, kilisenin çanları uzayıp gidiyor. Bilincimde uçsuz bucaksız çöller, ovalar canlanırken, dağlar, tepeler yarılıyor, akan ırmağın derinliğinde ilerliyorum. Hafta sonları ormanda yürüdüğümüzde yeşillik kokusu genzimi yakıyor, pürüzsüz gökyüzüne bakarken içim titriyor. Farklı bir zamandaymışım duygusuna kapılıyor, Rodî'nin adımlarını saymaya başlıyor, sonra saydığımı ya ayrımsarsa diye düşünüp kaygıya kapılıyorum. "Şu kavak ağaçları da ne kadar dosdoğru!" diyorum. Rodî, "Bu yüzden ömürleri yok bunların," diyor. "Doğruluk ve yok oluş!" diye mırıldanıyorum. Doğada bulunan her ... Devamını görmek için bkz. |  |
 | ELEŞTİRİLER GÖRÜŞLER |
Hande Öğüt, “Doğulu bir sanrının izdüşümü”, Radikal Kitap Eki, 12 Aralık 2004 "Kimliğim söz konusu olduğunda 'benim' dile getirecek deliliğimden başka bir hakikatim yok," der Louis Ferdinand Celine. İdeallerin çökmesini ve halkın, sıradan ihtiyaçlara indirgenmesini eleştirirken Nazi yanlısı olmakta da beis görmeyen Celine'in bir cümlesiyle, bir Kürt yazarın kitabını anlatmaya başlamak, aşırı uçlarda gezinmek olabilir ama; korkunç bir tragedyanın vücuda geldiği Diyarbakır'da, kimliklerini şifre gibi saklamak zorunda kalan insanlar, kendi gerçeklerini akıl ile delilik gelgitinde yaşamadılar mı? Faşizmin dikenli tellerle çevirdiği o coğrafyada idealler, kimlikler, bedenler paramparça olmadı mı? Susan, susturulan, korkan, korkutulan, ölen, öldürülen, deliren, delirtilen bir halkın, zalim bir iç savaş yaşayan Diyarbakırlı Kürtler'in bozguna uğratılan hayatlarına yıllardır içeriden tanıklık eden Suzan Samancı'nın, tam da çokkültürlü anayasal vatandaşlığın tartışıldığı ve Kürtlere özerklik isteyen '200 imzalı ilan' krizinin yaşandığı bugünlere denk gelen ve kimlik, öteki, delilik ve hakikat temaları çerçevesinde örülen ilk romanı Korkunun Irmağında, faşizmin aynı toprağın insanını yek diğerine nasıl kırdırttığını gösterirken yok olma muradına sarılan kahramanları ile öne çıkıyor. İki çaresiz yılan Tedirginlik, korku, sürgünlük ve işkencenin sistematik şiddetinin sürgittiği bir ortamda insanların, itirafçılık, koruculuk, dağlara çık... Devamını görmek için bkz. |  |
Vecdi Erbay, "Korkuya teslim olmayan kent", Gündem, 27 Aralık 2004 Suzan Samancı'yı hikâye kitaplarıyla tanıyıp sevdi edebiyat okuru. Eriyip Gidiyor Gece, Reçine Kokuyordu Hêlîn, Kıraç Dağlar Kar Tuttu ve Suskunun Gölgesinde adlı hikâye kitaplarından sonra, Korkunun Irmağında romanıyla çıktı okurun karşısına. Önceki kitaplarında umudunu kaybetmeyen bir kentin, Diyarbakır'ın ve Diyarbakırlıların hikâyelerini anlatmıştı Suzan Samancı. Dağlara bakan gençlerin, törelerin kıskacındaki kadınların, kaderlerine razı yoksulların, kaderlerini ters yüz etmeye cesaret gösterenlerin hikâyelerini... Savaş koşullarında dağılan hayatların, parçalanan duyguların, bastırılan özlemlerin hikâyelerini anlatmıştı. Korkunun Irmağında ise, o en insani duygulardan biri olan korkuyu anlatıyor Samancı. Korkunun etrafında gelişen ya da korkudan türeyen hikâyeleri atlamadan... Kokunun Irmağında'nın anlatıcısı üniversiteli genç kız, bir kentin (ki adını hiç anmasa da bu kent Diyarbakır'dır) nasıl bir zindana çevrildiğini anlatıyor. 'Korku uğultusunda boğulan kentin ruhunu', bu kentin özgürlüğü için mücadele eden okuldan arkadaşları Keldan'ı, Dara'yı, Yekta'yı, Mizgin'i ve kapı komşusu Süryani Akriman'ı, 'mezar ayaklıları', yasak gazete dağıtan çocukları, itirafçıları, ruhunu militaristlere teslim etmiş 'teresleri' anlatıyor. Bütün bunları, yan hikâyeler ve geriye dönüşlerle bir kış mevsimine sığdırıyor anlatıcı. Suzan Samancı, ... Devamını görmek için bkz. |  |
Ahmet Kahraman, "Kitaplar, Sol ve serseriler", Rızgari Forum, 10 Kasım 2004 Korkunun Irmağında, hikâye kitaplarıyla tanınan Suzan Samancı'nın ilk romanı. "Büyülü gerçekçilik" ile yalın gerçekçiliğin iç içe işlendiği teknikle roman, yanmış yıkılmış köyleriyle viraneye çevrilmiş, savrulmuş insanlarına mezar olmuş, evlatlarını kurda kaptırmış bir halkın hikâyesidir. Ayaklanan bir halkın nabız atışları, halkının imdat çığlıklarına koşan gençlerin ölümle dansı... Necmiye Alpay, "Korkunun Irmağında", Radikal Kitap Eki, 7 Nisan 2006 Suzan Samancı'nın romanı, Korkunun Irmağında. Anadili Kürtçe olan Samancı'nın, yazı dili Türkçe. Samancı, yörede "uzayıp giden"lerin titreşimlerini kaydediyor; yazısı bir tür deprem kayıt aygıtı gibi. Korkunun Irmağında’yı bugünlerde okumanın verimi herkes açısından çok yüksek olabilir. Öbür taraftan bakabilmek için. Yazarın bize duyarlığını ve hakikiliğini derinlemesine duyumsatmayı başardığı roman kişisi, yabancılığımızı azaltabilir. Elbette, her esaslı sanat yapıtı gibi, ilk eldeki yer ve zaman bilgilerinden bağımsız olarak da (örneğin, kuşaktaşlık ya da kadınlık konusunda) pek çok şey söyleyen bir romandan söz ediyoruz. Samancı, romanına "yöre"de doğup büyümüş, bu son yıllarda da orada yaşamış bir genç kadını merkez kılıyor. Romana verdiği adın özel olarak ağırlıklı bir anlamı var. Korku ve ırmak. Korku, bizim toplumumuzun egemen duygusu. Ama özellikle "bölge"nin egemeni. (Aslına bakılırsa, Dieter Duhm'un o yaşamsal önemdeki "Kapitalizm ve Korku" kitabını düşünerek, kapitalizmin egemen duygusu da diyebiliriz.) Ve ırmak, yani süreklilik. Irmağı sürekliliğin ve akışın anlatımı olarak koymuş bence başlığa yazar. İsabetle. Süreklilik, korkunun ve baskının kesintisizliği, bıçakla kesilebilecek yoğunlukta oluşu, romanın ortaya koyduğu atmosferin başat özellikleri. Yazılarını kaçırmamaya çalıştığım birkaç eleştirmenden biri olan Hande Öğüt'ün dediği gibi (bkz. 1... Devamını görmek için bkz. |  |
Leyla İpekçi, “Hayatın sanatı ezdiği an”, Zaman, 14 Nisan Cuma Ülkesindeki işgalin ve dökülen kanların hayatı nasıl mahvettiğini anlatan Iraklı kadının internet üzerinden yayınladığı 'Bağdat yanıyor' adlı güncesi, İngiliz televizyonu BBC'nin saygın bir ödülüne aday gösterildi. Eğer kazanırsa otuz bin sterlinlik bir paranın da sahibi olacak. Bu haberi okuduğumda içimde tuhaf bir ezilme oldu. Bir yanıyla dünya halklarına işgale uğramış topraklarda yaşanan acıların anlatılmasının ne kadar önemli olduğunu düşündüm. Bir yandan da 'Bağdat yanıyor' adlı güncenin bundan böyle bir sanat eseri olarak algılanmasına ve ödüllendirilme ihtimaline itiraz etmek istedim. Saçma bir itiraz tabii. Sanki sanat eseri sesini başka türlü duyurabilirmiş gibi. Ama BBC'nin yöneticilerine bu parayla askerlerinizi çeksin diye hükümetinize baskı kampanyaları düzenleyin demek isterdim. Vicdanlarda daha kolay aklanırdınız. Dünyayı değiştirmek Bu yıl Berlin film festivalinde en büyük ödülü kazanan Jasmila Zbanic adlı Bosnalı yönetmenin film çekme hikâyesini okuduğumda da benzer bir hisse kapılmıştım. "Savaşta ölen bir çocuğun veya erkeğin annesi olmak toplumsal açıdan kabul edilebilir bir durum. Buna karşın, Sırp askerleri tarafından tecavüze uğramış bir kadının toplumda hiçbir yeri yok." Böyle diyordu, filminde savaştan yıllar sonra kendisinin bir 'Sırp dölü' olduğunu öğrenen genç kızla annesinin öyküsünü anlatan yönetmen. Ve bize filmin gerçek kahramanlarıyl... Devamını görmek için bkz. |  |
|