Leyla İpekçi, “Hayatın sanatı ezdiği an”, Zaman, 14 Nisan Cuma
Ülkesindeki işgalin ve dökülen kanların hayatı nasıl mahvettiğini anlatan Iraklı kadının internet üzerinden yayınladığı 'Bağdat yanıyor' adlı güncesi, İngiliz televizyonu BBC'nin saygın bir ödülüne aday gösterildi. Eğer kazanırsa otuz bin sterlinlik bir paranın da sahibi olacak. Bu haberi okuduğumda içimde tuhaf bir ezilme oldu.
Bir yanıyla dünya halklarına işgale uğramış topraklarda yaşanan acıların anlatılmasının ne kadar önemli olduğunu düşündüm. Bir yandan da 'Bağdat yanıyor' adlı güncenin bundan böyle bir sanat eseri olarak algılanmasına ve ödüllendirilme ihtimaline itiraz etmek istedim.
Saçma bir itiraz tabii. Sanki sanat eseri sesini başka türlü duyurabilirmiş gibi. Ama BBC'nin yöneticilerine bu parayla askerlerinizi çeksin diye hükümetinize baskı kampanyaları düzenleyin demek isterdim. Vicdanlarda daha kolay aklanırdınız.
Dünyayı değiştirmek
Bu yıl Berlin film festivalinde en büyük ödülü kazanan Jasmila Zbanic adlı Bosnalı yönetmenin film çekme hikâyesini okuduğumda da benzer bir hisse kapılmıştım. "Savaşta ölen bir çocuğun veya erkeğin annesi olmak toplumsal açıdan kabul edilebilir bir durum. Buna karşın, Sırp askerleri tarafından tecavüze uğramış bir kadının toplumda hiçbir yeri yok." Böyle diyordu, filminde savaştan yıllar sonra kendisinin bir 'Sırp dölü' olduğunu öğrenen genç kızla annesinin öyküsünü anlatan yönetmen. Ve bize filmin gerçek kahramanlarıyla karşılaşmasını anlatıyordu: "Annenin trajedisi dünyanın dönmesini durduramamıştı. Çocuğuna sandviç hazırlıyor, gülüyor, ütü yapıyordu." Ah demiştim içimden, keşke bu yönetmen yine en büyük ödülü alsaydı ama bu acılar, bu trajediler hiç yaşanmamış olsaydı. Sanki sanat acı olmadan gerçekleşebilirmiş gibi. İşte bu, hayatın sanata üstün çıktığı, onu ezdiği an. Bosna katliamından sonra bulunamayan cesetlerin, tecavüze uğradığı için kimsenin evlenmek istemediği yirmi bin mağdur kadının, babasını anımayan öksüz çocukların üzerinden ödüllü bir sanatçı olmanın bedeli çok ağır değil miydi? Her sanatçı bu bedeli sanatının bir parçası olarak taşımıyor muydu? Ruanda katliamını anlatan 'Shooting Dogs' adlı filmin Ruanda'da yapılan galasına katliamdan sağ kurtulanların da katıldığını okudum geçtiğimiz günlerde. Kendimi filmin yönetmeninin yerine koymaya çalıştım. Seyirciler beni tebrik ederken, katliamı yaşayanlar alkışlarken ne hissedecektim? Filmde katliamı yaşayanları canlandıran oyuncuların performansını överken gözlerine bakabilecek miydim bu felaketten sağ kurtulanların? Öte yandan, sanatın ayrıştırıcı gücü olmasa, dünyada yaşanılan onca tecavüz, yıkım, zulm ve dökülen onca kan, istatistiğin görünmez dişlilerinde öğütülüp gidecek, derin dondurucularda unutulacak, arşivlerde tozlanacaktı. Resmi tarihlere karşı en büyük mücadeleyi sanatın dili vermiyor muydu? Evet. Ama. Sanatın dilini biz nasıl konuşuyorduk? Habire dilimiz sürçüyor, peltek oluyor ya da kekelemiyor muyduk? Dünyanın dörtte üçünü balçığa gömdüğümüz halde temiz hava soluma, iki yeşillik görme hevesiyle yıl boyunca para biriktiriyor, toksik yiyecekler tüketip toksinden arınma diyetlerine paralar bayılıyoruz durmaksızın. Burnumuzun dibindekiler su bulmak için kilometrelerce yol katederken, küvetimize tazyikli su sistemi yerleştirmek isteyen firmaların rekabetini izliyoruz. Savaş mağdurları mülteci kamplarında yaşam mücadelesi verirken, bin dereden su getiriyoruz yaşadığımız daireye ikinci bir balkon çıkmak için. Sonra da iki alışveriş arası katliam filmlerini izlemeye gidiyoruz. Bize düşen bu.
Bugün Saraybosna sokaklarında da sıradan görünüşlü kadınlar alışveriş yapıyor. Ama yönetmenin dediği gibi, "ifade edilemeyen, adlandırılamayan, tarif edilemeyenle her gün yüz yüze" gelecek kadar dikkatli bakıyor muyuz savaşa? Ya dünyaya? İnsana?
Sağlıklı beslenme önerileri, psikolog randevuları, hobi kursları, şifa yöntemleri, stres hapları. Öte yanda kül olmuş köyler. İntihara zorlanan ensest kurbanı kadınlar.
Suzan Samancı'nın Korkunun Irmağında adlı romanını başkalarına tavsiye etmek için nasıl bir dil kullanacağımı kestirememiştim uzun süre. Siyasete, eyleme, ideolojik söylemlere hiç prim vermeden, doğuda yaşanan acı dolu yılları öyle güçlü bir iç sesle anlatıyordu ki yazar, böylesine etkileyici bir eser vücuda getirdiği için onu kutlamanın nasıl da incitici olabileceğini anlamıştım.
Bir arkadaşıma bu kitabı tavsiye ederken çok anlamsız olacağını bile bile şöyle dedim: "Hayatında hiçbir şey değiştirmeyeceksen, boşuna okuma." Dünyayı değiştirmek için yola çıkanlara, 'kendilerini değiştiremezken dünyayı nasıl değiştirecekler' diye bıyık altından sırıtılırdı bir vakitler. Oysa her sanat eseri dünyayı değiştirebilir. Yazanın da okuyanın da dünyasını.
Kişisel mutluluklar
İçgörü merkezlerinin, olumlu düşünce kuruluşlarının bacasından yükselen isli dumanı fark edemiyorsanız lütfen roman okumayın, filmlere gitmeyin. Kendinize vakit ayırmaktan, kendinize iyi bakmaktan, salt kendi haklarınız adına mücadele etmekten dem vuruyorsanız, başkalarının acısını anlatan sanat eserlerini tüketip sanatın içini boşaltanlara hizmet etmeyin daha fazla. Dünyanız size kalsın.
Eğer bir sanatçı olarak acıyı kanalize etmek ve dürüstçe ifade edebilmekse amacınız, Samancı gibi, Zbanic gibi, lütfen sanat adına sesinizi çıkarmaktan kaçmayın. Rekabet ve ödül ekseninde üretim yapıyorsanız da, yaşadığınız trajedileri kendinize saklayın... Komedi çekin, aşk yazın ya da.