Necmiye Alpay, "Korkunun Irmağında", Radikal Kitap Eki, 7 Nisan 2006
Suzan Samancı'nın romanı, Korkunun Irmağında. Anadili Kürtçe olan Samancı'nın, yazı dili Türkçe. Samancı, yörede "uzayıp giden"lerin titreşimlerini kaydediyor; yazısı bir tür deprem kayıt aygıtı gibi.
Korkunun Irmağında’yı bugünlerde okumanın verimi herkes açısından çok yüksek olabilir. Öbür taraftan bakabilmek için. Yazarın bize duyarlığını ve hakikiliğini derinlemesine duyumsatmayı başardığı roman kişisi, yabancılığımızı azaltabilir. Elbette, her esaslı sanat yapıtı gibi, ilk eldeki yer ve zaman bilgilerinden bağımsız olarak da (örneğin, kuşaktaşlık ya da kadınlık konusunda) pek çok şey söyleyen bir romandan söz ediyoruz.
Samancı, romanına "yöre"de doğup büyümüş, bu son yıllarda da orada yaşamış bir genç kadını merkez kılıyor. Romana verdiği adın özel olarak ağırlıklı bir anlamı var. Korku ve ırmak. Korku, bizim toplumumuzun egemen duygusu. Ama özellikle "bölge"nin egemeni. (Aslına bakılırsa, Dieter Duhm'un o yaşamsal önemdeki "Kapitalizm ve Korku" kitabını düşünerek, kapitalizmin egemen duygusu da diyebiliriz.) Ve ırmak, yani süreklilik. Irmağı sürekliliğin ve akışın anlatımı olarak koymuş bence başlığa yazar. İsabetle. Süreklilik, korkunun ve baskının kesintisizliği, bıçakla kesilebilecek yoğunlukta oluşu, romanın ortaya koyduğu atmosferin başat özellikleri.
Yazılarını kaçırmamaya çalıştığım birkaç eleştirmenden biri olan Hande Öğüt'ün dediği gibi (bkz. 12.12.2004 tarihli Radikal Kitap), bir büyülü gerçeklik tadı alınıyor bu romandan. Bunu demekle romanı etiketlemiş olmaktan da korkarım. Samancı'nın en özgününden bir Borges torunu olduğundan kuşku duymak zorsa da, bütün o gerçeküstü görünümlü, düşsel geçişlerin katkısıyla gerçekliğin en koyusunu, korkunun sürekliliğini anlatan, kendine özgü bir dili var yazarın. Biçemi, demeliyim. Bu biçeme ait öğelerin en çok göze çarpanlarından biri, somutlaştırmalar ve eğretilemeler:
"O an ağızlarından burunlarından korku dumanı çıkıyordu (...) Söyleyemediklerimiz bakışlarımızda asılı kalırdı"
(s. 14), "Horultularda yasaklı düşünceler uyukluyordu" (s. 19), "Hepimiz sır boncukları yutmuştuk; bu boncukları taşımak kolay değildi" (s. 26).
Samancı'nın biçemine ait başlıca özelliklerden biri de, çokzamanlı cümleler; Hande Öğüt'ün andığım yazısında işaret ettiği "birbirinden bağımsız olayları bir araya getiren uzun cümleler"in, iki kipi art arda eklemesi.
Çoğu durumda art arda eklenen iki (bazen de üç) kipten ilki bir saptamayı anlatan "-iken", "-nce" ya da "-diğinde" kipi, ikincisi ise uzak geçmiş izlenimi veren bir "-di'li geçmiş". Bu "-di'li geçmiş", sonraları, genellikle süreklilik anlatan "-yor" ya da "-yordu" kipine dönüşüyor. Tipik bir iki örnek:
"Rodî'nin varlığından güç alırken, ona sevgimi anlatamıyorum" (s. 10), "Güneş odaya uzandığında kaşların, bıyıkların uzadığı gelirdi akla"
(s. 13), "Kendal gözlerini bir noktaya diktiğinde şakakları seğiriyordu" (s. 139).
Süreklilik anlatan öğeler olarak, romanın neredeyse nakaratı olan "uzayıp gidiyordu"ları eklemeliyim.
Romanın bize o koyu korku ortamını ve orada insani olanla olmayanı bütün hakikatiyle duyumsatmayı başarmasında en önemli pay, birinci tekil kişi anlatıcının ("ben"in) kendisiyle arasına uzaklık koyabilmesinde yatıyor belki: "Ağzımı yaya yaya kaşlarımı ve bıyıklarımı temizledim" (s. 42), "Kendimi ikiye bölüyorum. O evden eve koşturup ense sayan 'ben' ile evde gölgesiyle konuşan 'ben...'" (s. 62).
Kitaptaki korku dili, korku atmosferi ile, yer yer beliren çocuksu dil serbestliği ("osurukçu ninem", "kıçının korkusundan") arasındaki zıtlık, anlatımın sıcaklığına katkıda bulunan özelliklerden. Tuhaf bir biçimde, Kafka, Amado, Attilâ İlhan göndermeleri de; yazarın bir açıksözlülüğü gibi.
Ben romanın ilk iki sayfası ile son sayfasının getirdiği kurgu öğesini zorlama buldum. Romandaki koyu yoğunluğu herhangi bir ayraca almak gerekmiyordu.
Her durumda Suzan Samancı ülkemizde korkarım henüz hiç incelenmemiş olan ikidilliliğin o artırıcı, büyük verimlerinden biri; yazarlıkları birbirine hiç benzemese de, Yaşar Kemal ve daha niceleri gibi. Yaşar Kemal'den bildiğimiz "ipildemek" (s. 10, 62), "kirp diye kesmek" (s. 14) gibi fiilleri Samancı'da da görüyoruz. Böyle yığınla özgün sözcüğün, söyleyişin ve benzetmenin, bu taraftan bakıldığında akla gelmeyecek benzetmelerin diyarı bu metinler. Anlattıklarıyla ise derinden irkiltici. Bijî aştî. Bijî aştî...