Açılış Bölümü, s. 9-11
Hep aynı düşle uyanıyorum. Bu tatlı düşü kimseciklerle paylaşamam... Tatlı bir haleyle kuşatılıyorum; o kuşatılmışlığın rehavetiyle irkilince, hüzün yüklü bakışlar hiç peşimi bırakmıyor. Yürümek istediğimde korkularım dolanıyor ayaklarıma. İşte park! Usta bir ressamın tuvalinden fırlamışçasına rengârenk çiçeklerin arasında dem çeken mülteciler... Uçuşan kuş sürüsü... Bazen kuş oluyorum yöremin gökyüzünde... Bir an uzayıp giden yaralı bir ses... Kentin sessizliği iliklerime dek işlerken, yabancılığımı elle tutacağım neredeyse...
Odanın içinde dolanıp dururken, yakınlaşan gökyüzüne bakıyorum; her şey boş bakışlı insanlara dönüşüyor. "Yüreğim ve aklım!" diyorum. Sivri kuleli bakımlı çatılar, aynı boy ağaçlar, tertemiz caddeler yöremin yoksulluğunu ne çok anımsatıyor. Zaman kuşu çarmıha gerilmiş inliyor. Gözlerim yabancılığa, yorgunluğa direniyor. Hızla akan trenler, kilisenin çanları uzayıp gidiyor. Bilincimde uçsuz bucaksız çöller, ovalar canlanırken, dağlar, tepeler yarılıyor, akan ırmağın derinliğinde ilerliyorum.
Hafta sonları ormanda yürüdüğümüzde yeşillik kokusu genzimi yakıyor, pürüzsüz gökyüzüne bakarken içim titriyor. Farklı bir zamandaymışım duygusuna kapılıyor, Rodî'nin adımlarını saymaya başlıyor, sonra saydığımı ya ayrımsarsa diye düşünüp kaygıya kapılıyorum. "Şu kavak ağaçları da ne kadar dosdoğru!" diyorum. Rodî, "Bu yüzden ömürleri yok bunların," diyor. "Doğruluk ve yok oluş!" diye mırıldanıyorum. Doğada bulunan her nesne, canlı ve cansız varlıkların her türlü devinisi kendi oluşumuz aslında. Dönüp dolaşıp ölüm kentlerini, bozguna uğramış coğrafyamızı anlatıyoruz.
Güneş ağaçların yapraklarında ipildiyor. Rodî'nin varlığından güç alırken, ona sevgimi anlatamıyorum. Sevgide acemi, kendimi ifade etmede kekemeyim.
Rodî, "Hep yürüyoruz," dediğinde durdum. Gökyüzüne baktım. Beyaz saçaklı bulutlar hızla akıyordu. Yeşilin tonlarına bürünen ağaçlar, yüreğimize yaşama sevinci akıtırken, birbirimizin kafasından geçenleri öğrenmek istercesine ürkekçe bakışıyoruz. "İşte nehir!" dedi. Yamaçtan usulca indiğimizde elimden tuttu; kollarının gücünü duyumsadığımda, içimden yıldızlar koptu. Sözcüklerimiz nehrin mırıltısında boğuldu. Suda taş sektirirken, "İnsan karmaşık bir varlık!" dedim. "Evet, deli, dâhi, iyi, kötü ve yabanıl..." dedi. Haklıydı.
Birleşen ellerimize alışmaya çalışıyoruz. Bazen donup kalıyoruz; donukluğumuzun karamsarlığa dönüşmemesi için kendimizi zorluyoruz. Farklı bilinçlerle karşılaşmak sarsıyor, yeniliyor; nedenlere niçinlere sürüklerken, oluşu, tercihi de dayatıyor. Gelişmek: acının ırmağına dalış...
Elimi kuvvetle sıkarken, gökyüzünün sonsuzluğunda erir gibi oluyorum. Bir şeye inanmak, sevmek, umut etmek çoğaltıyor... Önemsiz düşünceler ve sözcüklerden kurtulmak için yüksek sesle şiirler okuyor, birbirimize takılıyor, kalın kafalı politikacılarla dalga geçiyoruz. İki yüzlü çıkarcılara, döneklere "Sahtekârlar!" diye diş biliyoruz.
Uzaklara bakıyoruz. Rodî, "Sanat onarıcıdır, kurtarıcıdır; renkler bilincimde dans ediyor, yüreğimizin rengini tuvale akıtmalıyım," derken, elleri saçlarımda geziniyor. "Yazmayacak mısın?" dediğinde, "Yazmak!" diye mırıldanıp, gülümsüyorum.
Susuyorduk. Susturuluyorduk... Islak yataklarımızda ancak geceleri konuşabiliyorduk. Nemli karanlıkta sözcükler ıslığa dönüşürken, biçim değiştiren yaşlı çatılara bakıyorduk; sağır ve dilsiz gibiydiler.
Gündüz yataklarımızı ıslatan, kalaslarla saldıran haki renkli adamları kalın enselerinden tanıyorduk; yüzleri yoktu, sesleri de... Ay ışığı yataklarımızın üstünde solarken, kol kola giriyorduk. Ellerimizi yumruk yapmaktan yorulmuyorduk; yorgunluğumuz yedi canlı kediydi, diriliveriyorduk. Sesimiz karanlıkta uzayıp giderken ant içiyorduk...