 | ISBN13 978-975-342-761-6 | 13x19,5 cm, 96 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et Diğer kampanyalar için |  |
|
| | Hep Yazmak İsteyenlerin Hikâyeleri Yayıma Hazırlayan: Müge Gürsoy Sökmen Kapak Resmi: İlhan Sayın Kapak Tasarımı: Emine Bora |
Kitabın Baskıları: | 1. Basım: Şubat 2010 | 2. Basım: Mayıs 2018 |
Sel, genç yaşta kelimelerin altında kalmak üzerine; heyelan.../ Açık Görüşme'de "sevdiğimiz yazarın sayfalarından başımızı kaldırıp, onun orada, yanıbaşımızda olmamasının verdiği derin hüzne rağmen yaşayıp gittiğimiz" yerdeyiz./ Ev telefonlarına hâlâ inananlar için bir hikâye: Yanlış Numara/ Yaz Günü Tango: Sıcak yaz öğledensonrası, gölge, hamak, yazamamak... ve tango!/ Cumartesi, babaya mektup - ayrıca, gözlerini kısıp bakınca görülen bir manzara./ Diken'de hayatın ortasında "elini acımayan bir yaraya sokan" bir hikâye kahramanı var./ Can Dostu'nda bindokuzyüzaltmışların ortasındayız, kulağımızda hep dönüp duran bir Ses.../ Nedir Aramızdaki Hava - derinlik mi "elişi kâğıdı üzerine elişi kâğıdı" mı?/ Aşk Kölesi'ndekiler yazılıyor ama yazamıyorlar./ Beyaz Oda'dakiler yazıyorlar, yazdıklarını yaşıyorlar, ama hayatın akışında iş olacağına varıyor./ Son Hikâye'nin adı üstünde. Son hikâye...  | İÇİNDEKİLER |
Sel Açık Görüşme Yanlış Numara Yaz Günü Tango Cumartesi Diken Can Dostu Aramızdaki Hava Aşk Kölesi Beyaz Oda Son Hikâye  | OKUMA PARÇASI |
DİKEN, s. 39-53. Sırtüstü yatmış, yastıklardan birini yüzünün üzerine kapamıştı. Temiz, ama hafifçe eskilik, kapalı kalmış oda kokan bir yazlık ev yastığıydı. Çocukluğundakiler gibi. Başının arkası, boynu, ensesi yatağın üzerindeydi. Rahattı. Belki yatmanın en iyi yolu buydu. Vücudu aşağıya doğru dümdüz iniyordu. İyice uzamış bedenini hissetti; karnının çukurluğunu, bedeninin bittiği yerde yatağa sığmayıp dışarı çıkan ayaklarını. Tabanlarını bile. Uyuyordu, daha doğrusu uyur gibi yapıyordu. Uyuyormuş oyunu oynuyordu. Çocukluğundaki gibi. Yarı açık oda kapısının önünde tıkırtılar duydu. Topuk sesleri, bilezik gibi birbirine çarpan madeni şeylerin tıkırtısı, etek hışırtısı. "Uyuyor," diye fısıldadı bir kadın sesi alçak, biraz da teatral bir sesle. "Evet," dedi başka bir kadın sesi. "Yastığı yüzüne kapamış." "Kestirirken bazen öyle yapar." Karısı ve başka birisi. Anne şefkati. Sesler, tıkırtılar, hışırtılar çekildi. İkindi uykusuna saygı, uyuyana sevgi. Etrafı yeniden evin sessizliği doldurdu. Birden yerinden kalksa, yastığı yüzünden atıp yerinde doğrulsa, yatağın kenarına oturup, biraz mahmur, "Yok uyumuyorum, kestiriyordum öyle, ne var, nereye gidiyorsunuz?" diye sorsa her şey başka olabilir, hayata karışabilir. "Bak sen, uyuyor taklidi de yaparmış," dedi annesi yastığın altındaki karanlıkta, kulağına. Sonra odada belirdi, yatağın yanına gelip avucunu alnına koydu. "Ateşin mi var senin?" Yok. Küçük bir çocuk olduğu için ses ç... Devamını görmek için bkz. |  |
 | ELEŞTİRİLER GÖRÜŞLER |
Elif Tanrıyar, “Yazma isteklilerinin tedirgin öyküleri”, Milliyet Kitap Eki, 17 Mart 2010 Türkiye’de edebiyat ve sinemayla birazcık bile ilgilenen hemen herkesin aşina olduğu bir isim Fatih Özgüven. Sırf çevirisinde onun imzası olduğu için neredeyse yazarının kim olduğuna pek de dikkat etmeden kitap alanlar, onun haftalık sinema yazılarını okumadan film izlemeye gitmeyenler var. Özgüven’in ayrıca bir deneme kitabı, bir romanı ve iki de öykü kitabı yayımlandı bugüne dek. Onun işlerine baktığınızda ilginç bir şekilde şunu fark ediyorsunuz; gerek sinema eleştirileri gerek denemeleri ne kadar özgüvenli bir söyleme sahipse, öykülerindeki hakim ton ve kahramanlarının ruh hali de tamamen zıt bir şekilde tedirginlikler içeriyor. Alttan alta tedirginlik Özgüven’in ‘tedirgin’ hikayeleriyle ilk olarak, ismi de kendi gibi nefis olan Bir Şey Oldu adlı öykü kitabıyla tanışmıştık. İkinci öykü kitabı olan Hiç Niyetim Yoktu, tedirginliği bu kez bir parça pop kültür ve hayalet hikayeleriyle harmanlamıştı. Son öykü kitabı olan Hep Yazmak İsteyenlerin Hikâyeleri ise bizi yine o artık alışkın olduğumuz, belki bir parça hafiflemiş olsa da yine alttan alta bir tedirginlik duygusunun kol gezdiği dünyaya döndürüyor. Öykülerin ortak sırrı, kitabın başında Franz Kafka’dan alıntılanan epigrafta saklı: “Menziller ve yollar yoktur; yol dediğimiz şey, tereddütlerdir.” Kitapta, tedirginlik hissiyle tereddütlü durumların kol ko... Devamını görmek için bkz. |  |
Tülin Er, “Bu kitabın sayfalarında rüzgâr esiyor”, Radikal Kitap Eki, 19 Mart 2010 Bazı kitapları okumaya kapağından başlarsınız. Kapak resminin kitabın adıyla birleşerek kazandığı yeni anlam, uzanıp raftan aldığınız andan itibaren bir şeyler söylemeye başlar. Hep Yazmak İsteyenlerin Hikâyeleri’nin kapağında yer alan, hareket halindeki bir otomobilde, otobüste ya da trende olduğunu tahmin ettiğimiz düşünceli genç de kitaptaki öykülerin ruh halinin girizgâhı olmuş. (Kapak deseni İlhan Sayın’a ait.) Öyküleri okurken, hepsinden aynı esintinin geçtiğini hissediyorsunuz. İşte o da kapak resminde yer alan genç figürün, yol alırken içinden geçtiği rüzgâr sanki. Fatih Özgüven’in Hep Yazmak İsteyenlerin Hikâyeleri’nde bir araya getirdiği on bir öykünün genel atmosferinden değil de satırların arasında dolaşan rüzgârdan söz etmemin bir nedeni, çift satır aralıklarıyla bölünmüş paragrafların oluşturduğu, dar kent sokaklarını çağrıştıran aralar (ya da tüneller –belki bir labirent?–). Bir diğer nedeni ise öykülerin, on bir kompartımana ayrılmış büyük bir sahnenin bölümlerinde eşzamanlı yaşandığı hissi. (Lars von Trier’in Dogville’i geliyor burada aklıma. ‘Sahne kompartımana ayrılır mı hiç?’ diye sorabilirsiniz haklı olarak. Hem tiyatro gerçekçiliğinde hem de film akıcılığındaysa, ‘kompartıman’ sözcüğü daha yerinde geldi bana.) Özgüven’in üslubunun özgünlüğü, öykülerin mekânı ve teması ne olursa olsun, işte bu rüzgârın bütün öykülerde hız kesmeden y... Devamını görmek için bkz. |  |
Özlem Ertan, “Hep yazmak isteyenler”, Taraf Gazetesi, 19 Nisan 2010 Her insan, aklında minik toz zerrecikleri gibi uçuşan düşünceleri ifade etmek ister. Bazıları konuşarak, bazıları ise yazarak yapar bunu. Ancak kimilerine düşüncelerini ifade etmek yetmez. Onların zihinlerindeki odalarda hikâyeler birikmiştir ve bunlar ağırlık yapar üzerlerinde. Onlar, ancak hikâyelerini kâğıda döktükleri zaman bu ağırlıktan kurtulabilirler. Yazar, sinema eleştirmeni ve çevirmen Fatih Özgüven, son öykü kitabı Hep Yazmak İsteyenlerin Hikâyeleri’nde, akıllarında öykü depoları olan, bu depoları dolduran kelimeleri kâğıda dökmek isteyen ancak bunu bir türlü başaramayan insanları anlatıyor. Çoğu insanın Radikal gazetesindeki yazılarından tanıdığı Fatih Özgüven’le son öykü kitabı üzerine konuştuk. Kitabında yazmak isteyip de yazamayanların yanında, yaptığı işin aslında yazmak olduğunu fark etmeyen karakterler de olduğunu söylüyor Fatih Özgüven. Yazmak isteyip de yazamama halini en iyi ifade eden öykü Sel. Kitabın ilk öyküsü olan Sel’in karakteri, elindeki kitaptan başını kaldırıp, “Hiçbir zaman böyle bir şey yazamayacağım” diyor. Sel ’in kitaptaki anahtar hikâye olduğunu söyleyen Fatih Özgüven’e göre, bu karakterin sarfettiği cümlede ifade bulan duygu, kitaplarla iç içe olan hiç kimseye yabancı değil. “Orada asıl anlatmak istediğim, insanın hayran olduğu bir kitabı okuduğunda, vücudunda hissettiği ürperti. Benim asıl çekici bulduğum nokta bu” diyen Özgüven, ken... Devamını görmek için bkz. |  |
Gökhan Gençay, “Yazarın yazıyla imtihanı”, Halkbank Kültür Sanat, Mayıs 2010 Fatih Özgüven, Hep Yazmak İsteyenlerin Hikâyeleri’nde yazmanın, yazma isteğinin bünyede yarattığı gerginliğin bin bir türü hâlini tasvir ediyor, daha doğrusu malum hissiyatı yazı vasıtasıyla ete kemiğe büründürüyor. Yükte hafif, kıymette ağır hikâyeler toplamıyla Hep Yazmak İsteyenlerin Hikâyeleri, öncelikle hayatlarında yazma eylemine ve yazarlara ayrıcalıklı bir alan bahşedenler olmak üzere her çeşit okurun hissiyat âlemini zenginleştirecek değerli bir kitap. Fatih Özgüven’i daha çok Radikal gazetesindeki haftalık sinema yazılarından hatırlar okur. Oradan çıkaramayanlar Bilgi Üniversitesi Sinema-Televizyon Bölümü’nde verdiği edebiyat ve sinema derslerinin ününü duymuştur mutlaka. Bu mecralardan da anımsamayanlar hemen evlerindeki kütüphanelerde yer alan Borges’ten Nabokov’a, Henry James’ten Virginia Woolf’a Türkçeye çevrilmiş edebiyat eserlerinin giriş sayfalarına bir baksın; oradaki künyelerde çevirmen olarak Fatih Özgüven’in imzasını görecekler. Edebiyata yaratım safhasından vâkıf bir çevirmen olarak, Paul Auster, Brett Easton Ellis, Özgüven’in akıcı, kılçıksız çevirisiyle yaşadığımız topraklardaki okuyucuya ulaştı, o dolayım üzerinden sevildi. Esasında, Fatih Özgüven tüm bu çalışmalarının dışında kendini roman, deneme ve öyküleriyle de ifade eden yaratıcı bir yazar. 1990 yılında yayımlanan romanı Esrarengiz Bay Kartaloğlu, 2001 yılında yayı... Devamını görmek için bkz. |  |
|