Giriş bölümünden, s. 11-13
Fethullah Gülen cemaati ile AKP Hükümeti arasındaki savaş 17 Aralık 2013’te yaşanan geniş çaplı rüşvet/yolsuzluk operasyonuyla alenileşti. Bu savaşın nedenlerini, 2014 yılı haziran ayının ortasına kadarki altı aylık süre içinde kat ettiği evreleri ve daha sonra nasıl gelişebileceğini merak edenlere yardımcı olmak amacıyla kaleme aldık bu kitabı. Alabildiğine dinamik, bütün yönleriyle aydınlanmamış ve büyük ölçüde psikolojik harp yöntemleriyle seyreden, hem devleti hem toplumu yakından ilgilendiren, ulusal sınırları aşıp küresel bir boyut kazanan ve bütün bunlara bağlı olarak, daha ne kadar devam edeceğinin, nasıl sonuçlanacağının kestirilmesi hayli zor olan bir savaş söz konusu.
Bir diğer zorluk, savaşan tarafların son derece güçlü olmaları ve her ikisinin de üçüncü şahıslara “ya bizdensin, ya onlardan” şeklinde dayatmada bulunması. Diğer bir deyişle, taraflara olabildiğince eşit mesafeden bakarak, olup biteni mümkün olduğu ölçüde objektif bir şekilde anlatmaya yönelik çabaların savaşan taraflarca tasvip edilmemesi, hatta boğulmaya çalışılması.
Kuşkusuz sıralamaya çalıştığım zorlukların her biri biz gazeteciler için aynı zamanda birer tahrik ve teşvik unsuru. Bu nedenle, 17 Aralık süreci başladıktan ve daha uzun bir süre sonuçlanmayacağı anlaşıldıktan hemen sonra bu kitap için kolları sıvadık. En çok kitabın zamanlaması konusunda tereddüt ettik. Önce, AKP Hükümeti’nin Cemaat’e karşı geniş çaplı bir operasyon başlatmasını beklemeye karar vermiştik. Fakat bir süre sonra “inlerine gireceğiz” sözlerinin pratiğe yansımasının epey zaman alacağı anlaşılınca 30 Mart 2014 yerel seçimlerini beklemeyi düşündük. Sonuçta haziran ayının ortalarına doğru kitaba noktayı koyduk.
İlkin, büyük çoğunluğu Vatan gazetesinde çıkmış olan konuyla ilgili yazılarımı, onları pekiştirecek bazı eklerle birlikte kronolojik olarak toplamayı düşündük. Ancak yazıların bazılarında güçlü öznel vurgular bulunması, bazı önemli temaların birçok yazıda tekrarlanması, yazıların çoğunda diğer yazılara referans verilmesi gibi nedenlerle bunun pek de iyi bir fikir olmadığına kani olduk. Nihayet kitabı soru-cevaplar üzerinden kaleme alma düşüncesiyle sorunumuzu çözmüş olduk.
Mavi Marmara olayı, MİT krizi ve dershane krizi gibi olaylarla hükümet ile Cemaat arasındaki ilişkilerin bozulmasının, bu iki gücün arasında bir “savaş”a yol açtığını ilk kez dile getirdiğimde her iki taraftan da “fitne” ve “nifak” çıkarmakla suçlanmıştım. Fakat 17 ve 25 Aralık yolsuzluk/rüşvet operasyonlarıyla birlikte bunun açık seçik bir savaş olduğu konusunda ortak bir kanaat oluştu. Bu nedenle kitabın adında “rekabet”, “çatışma” gibi yumuşak kavramlar yerine, hiç tereddüt etmeden “savaş”ı kullandık.
Yine kitabın adını belirlerken bu savaşın esas olarak kimlerin arasında olduğu konusunda aramızda epey tartıştık. Sonuçta bunun esas olarak Recep Tayyip Erdoğan ile Fethullah Gülen arasındaki bir savaş olduğuna hükmettik. Öncelikle gerek AKP, gerekse Cemaat büyük ölçüde liderler üzerinden yükseliyor. Hem Erdoğan’ın hem Gülen’in hareketlerini en ufak ayrıntısına kadar kontrol etmeye gayret ettiklerini, ne partide ne Cemaat’te lidere rağmen, hele lidere karşı var olabilmenin mümkün olmadığını biliyoruz.
Halbuki gerek iktidar partisi, gerekse Gülen cemaati bünyesinde bu savaştan fazlasıyla rahatsız olan, bunda aktif bir şekilde yer almamaya gayret gösteren çok kişi var. Ancak ne Erdoğan ne de Gülen bu türden özgürlük, hatta özerklik arayışlarına sıcak bakıyorlar. Zaten dershane krizi gibi ilk muharebelerde Erdoğan ve Gülen geri planda ve sessiz kalırken 17 ve 25 Aralık’tan sonra, önce Erdoğan, ardından Gülen bizzat savaşta yer alarak bunun esas olarak bir liderler savaşı olduğunu teyit etmiş oldular.
Hükümet bizi ısrarla “devlet içindeki devlet”e karşı mücadelesine destek olmaya, Cemaat de yolsuzluklara karşı yargının yanında durmaya çağırıyor. Yolsuzluk iddialarını ciddiye alacak kadar AKP’yi, “devlet içinde devlet” iddialarını ciddiye alacak kadar da Cemaat’i tanıdığımızı düşünüyoruz. Bu nedenle Cemaat kontrolündeki “devlet içindeki devlet” yapılanmasını tasfiye ettiği ölçüde hükümete, yolsuzlukla mücadele ettiği ölçüde yargıya (dolayısıyla Cemaat’e) destek olmanın bir sakıncası olmadığı kanısındayız. Diğer yandan, demokrasi ve şeffaflığı savunduğumuz için, şeffaflıktan uzak olan Cemaat’e, milli iradeden kastı çoğulcu demokrasi olmayan hükümete (dolayısıyla Erdoğan’a) kayıtsız şartsız destek vermeyi düşünmüyoruz.
Ve kitabımızı esas olarak bizler gibi, demokratikleşme ve şeffaflaşmaya katkıda bulunmadığı (ve bulunmayacağı) açık olan hükümet ile Cemaat arasındaki savaştan olabildiğince uzak durmaya ama aynı zamanda onu anlamaya çalışanların dikkatine sunuyoruz.
Ruşen Çakır
Haziran 2014, İstanbul