A.Ömer Türkeş, "Bir zamanlar çocuktular", Radikal Kitap Eki, 17 Ocak 2014
Per Petterson Reddediyorum’da hayat karşındaki yalnızlığı, yaraları ve yalnızlıklarıyla yaşamak zorunda kalan insanları anlatıyor.
Norveçin en önemli yazarları arasında gösterilen Per Petterson’u At Çalmaya Gidiyoruz (2008) ve Lanet Olsun Zaman Nehrine (2012) romanlarıyla tanımıştık. Reddediyorum Petterson’un yeni romanı. Norveç’te 2012’de yayımlanan kitap aynı yıl pek çok dile çevrilmiş ve ödüller kazanmıştı.
Petterson’un Türkçeye çevrilen üç romanında da anımsama yoluyla bugunle geçmiş arasında gidip gelen hüzünlü hikâyeler okuduk. Kuşkusuz hüznü yaratan roman kahramanlarının hayatları; geçmişte yaşanan kırıklıklar, sonrasında o kırıklıkları onaracak yeni bir şans bulamamak ya da o şansı elinden kaçırmış, koca bir hayatı ıskalamış olmak... Kurguda benzerlikler var ama kendisini tekrarlamamış Petterson. Geçmişle ve bugün arasındaki karmaşık ve sorunlu ilişkiler farklı dinamiklerden kaynaklanırken her bir romanında insana ve hayata dair farklı temaları ele alıyor.
Seneler sonra
Reddediyorum’da dostluk, aile bağları, şiddet ve yıkım öne çıkmış. 2006 yılı eylülünde rastlantısal bir karşılaşmayla başlıyor hikâye. Romanın üç ana karakterinden birisi olan Jim’in bakış açısından izliyoruz karşılaşma anını. Jim, ellili yaşlarda. Rahatsızlığı nedeniyle uzun süredir işe gitmiyor. Raporlu. Sabahları en kötü giysileriyle işsiz güçsüz takımı arasına karışıp balık tutarak, akşamları barlara takılarak, kimi zaman ismini bile hatırlamadığı kadınlarla uyanarak günlerini geçiren orta sınıftan, eğitimli bir adam. Ansızın karşısına çıkan Tommy’nin ise belli ki hali vakti yerinde.
Karşılaşma anı üç-beş dakikaya sığdırılan kırık dökük birkaç cümleyle sona erecek, Jim ve Tommy kendi yollarına gidecekler. İşte asıl hikâye o zaman başlayacak. Birbirlerini 1971 yılından bu yana, yaklaşık otuz beş yıldır görmemiş bu insanlar, geçmişe doğru uzun bir yolculuğa çıkacaklar. Dekor değişecek. Oslo kentinden Norveç’in küçük bir taşra kasabasına geçecek anlatı. Jim’in, Tommy’nin, Tommy’nin kız kardeşi Siri’nin bakış açılarıyla 1960’lı yılların kasaba hayatı canlanacak.
“Canlanacak” lafın gelişi. Aslında hiç de canlı değil kasabadaki hayat. İnsanlar donuk, ortalık sessiz, ışıklar soluk, her yan kar, buz kaplı... Üstelik Anneleri tarafından terk edilen Tommy, Siri ve küçük ikizler babalarının şiddetine göğüs germek zorunda. Jim ise babasını hiç tanımamış, baba figürünün eksikliğini daima hissetmiş bir çocuk. Buna rağmen on üç-on dört yaşlarındaki çocuklar birlikte olmaktan mutlu. Jim, Tommy ve Siri sevgi eksikliklerini kurdukları dostluk bağlarıyla gideriyorlar...
Çocukların acı ile imtihanı bu kadarla kalmaz. Babaları ortadan kaybolunca Tommy ve kardeşleri koruyucu ailelere verilir. Okulu da bırakan Tommy’nin kız kardeşi Siri ve küçük ikizlerle bağı zayıflamıştır. Jim ile dostlukları sürer; ta ki intihara teşebbüs eden Jim’in -psikolojik tedavi için- hastaneye kaldırıldığı 1971 yılına kadar...
2006’da ellili yıllarını süren Tommy ve Jim, otuz beş yıllık kesintiye uğrayan dostluklarına kuşkusuz farklı anlamlar yüklüyorlar. Ancak her ikisinde de bir hayat muhasebesine yol açtığı muhakkak. Tommy’nin kırk yıl önce çekip giden babasının ansızın ortaya çıkması ise bu muhasebeyi daha da keskinleştirecektir. Tommy’nin içinde sevgisi, öfkesi ve nefretiyle geçmiş canlılığını sürdürmektedir.
Babasıyla yüz yüze geldiğinde bütün duyguları açığa çıkacaktır.
Petterson yapılmak zorunda kalınan seçimleri, bu seçimlerin açtığı yaraları, hayat karşındaki yalnızlığı, yaraları ve yalnızlıklarıyla yaşamak zorunda kalan insanları anlatıyor. Sıradan insanlardan yola çıkarak onların kaderleri üzerinden genel -ve yakıcı- insani sorunlara temas ediyor. Çok sade, sakin ama güçlü ve gerçekçi bir dille yapıyor bunu. Önceki romanlarında da görmüştük; doğrusal bir şekilde ilerleyen ve bütün bir hayatı kapsayan hikâyeler değil anlattıkları. Zamanın bir ucundan yakalıyor, filmi ileri geri sararak hayattan önemli sahneleri seçiyor, kişinin hayatındaki dönüm noktalarını, tam yaralanma anlarını... Reddediyorum’da 1971 ile 2006 yılları arası boş bırakılmış. Ancak bu uzun boşluğun, insan hayatlarındaki manevi bir boşluğu temsil etmesiyle hikâyenin önemli bir parçası olduğunu anlıyoruz.
Olayların belleklerde bıraktığı
Reddediyorum zamanı, geçen zamanın ağırlığını öne çıkaran bir kurguyla yazılmış. Aynı yaşanmışlık üç ana karakterin bakış açısından sunuluyor. Kimi kez de bilinmeyen bir üçüncü tekil şahıs giriyor araya. Anlatıcıların yerleri ve anlattıkları zamanlar aniden ve sıklıkla değişirken olayların gerçekliğinden ziyade olayların kişilerde, belleklerde bıraktığı izler, imgeler önem kazanmış. Özetle söylemek gerekirse Petterson bireyin hatırlama sürecini yakalamak istiyor. Bu yaklaşım Siri’nin ağzından şöyle özetlenmiş;
“İnsan hayatının bir döneminde olup bitenleri, o gün ne yaptığını, ne dediğini, kime dediğini, olağan günleri, okula gittiği günleri, doğum günlerini, kimin doğum gününe davet edildiğini, kiminkine davet edilmediğini tüm ayrıntılarıyla hatırlamak bazen mümkün olamıyor, ancak o günlerin renklerini hatırlıyorsun, avuç içlerin yumuşak, kaygan, kaba bütün yüzeyleri hatırlıyor, taşı ve ahşabı hatırlıyorsun, suyu hatırlıyorsun, bir giysiyi ve bu giysinin senin için çok önemli olduğunu hatırlıyorsun ancak niçin önemli olduğunu çıkaramıyorsun(...) Oysa hava nasıldı hatırlıyorsun, gökyüzünü, sana gelen ve sessiz bir film gibi akıp giden ve aynı işareti, artı işaretini taşıyan günleri hatırlıyorsun.”
Hatırlama sürecine ve bıraktığı izlere nüfuz etmesi güzel, peki hatırlananlarla nereye varmak istiyor Petterson? En kestirme biçimiyle modern bireyi yıkıma uğratan toplumsal yapıya diyebiliriz. Bütün romanlarında büyük kentlerde hayal kırıklığına uğrayan roman kişileri çıkış yerlerine, Norveç taşrasına geri dönüyorlar. Ancak dönülecek, sığınılacak bir yuva yok. Dayanışma derseniz o hiç kalmamış. Atomize olmuş bir toplumda tek başına kalmışlıklarının farkındalığıyla boşa geçen bir hayatın hüznünü yaşıyorlar. Güç ve güçsüzlük, sessizlik ve konuşma, umut ve umutsuzluk, öfke ve sevgi arasındaki yürekler acısı kontrast Reddediyorum’um her sayfasında hissettiriyor kendisini.
Böyle bir bakış açısıyla okuduğum üç romanın da karamsar, daha doğrusu soğuk bir gerçeklik barındırdığını söyleyebilirim. Öte yandan, tuhaf bir şekilde elimizde tuttuğumuz hayatın ne denli değerli olduğunu da sezdiriyor. Gösterişsiz ama etkileyici bir dil evreniyle, üslubun pırıltısıyla aydınlatıyor karanlık atmosferi.
Yaşam deneyiminden damıtılmış, insan olmanın ne demek olduğunu hatırlatan, hayata farklı bir pencereden bakan bilgece hikâyeler Petterson’un yazdıkları.