Metin Celâl, “Okuduğum Kitaplar”, Cumhuriyet Kitap Eki, 3 Mayıs 2012
Norveçli yazar Per Petterson'un son romanı Lanet Olsun Zaman Nehrine, adını Mao’nun bir dizesinden alıyor. Romanın kahramanı Arvid Jansen üç kayıbı aynı zamanda yaşamaktadır. Annesinin kanser olduğunu bir süre sonra öleceğini öğrenmiştir, karısı boşanmak istediğini bildirmiştir ve inanmış bir Maocu olarak demir perdenin yıkılıp sosyalist sistemin çöküşüne şahit olmaktadır.
Arvid annesinin doğum yerine, Danimarka’daki küçük bir tatil kasabasına yolculuğuna eşlik ederken aile ilişkilerini, aşk hayatını ve uğruna yaşam biçiminden fedakârlık ettiği inançlarını düşünür, tartışır.
Arvid’in annesi sert, katı, disiplinli, sevgisini kolay belli etmeyen biri. Bu nedenle Arvid’in çocukluk çağları anne şefkatini arayarak geçmiş, onun eksikliğini tüm yaşamı boyunca hissetmiş, belki de bu nedenle “hep tereddüt eden, hep bocalayan bir adam”. Her sözü, davranışı ince ince düşünüyor, kılı kırk yarıyor ve bu ruh haliyle kuşkusuz çevresindekileri de tedirgin ediyor. Karısının iki çocuktan, onca yıllık evlilik hayatından sonra boşanmaya karar vermesinde Arvid’in kişisel yapısının büyük etkisi olduğunu anlıyoruz. Karısıyla sevgi bağı kuramıyor, duygularını tam olarak ifade edemiyor. Kitabın arka kapağındaki “Arvid’in hikâyesi her şeyden önce, duyguların bastırıldığı ve ilişkilerin mesafeli olduğu bir ortamda içindeki yoğun duyguları ifade etmeye, mesafeleri aşmaya çalışan bir adamın yaşadığı hüsranın hikâyesi” sözleri romanı tam olarak özetlemiş.
Danimarka’da buz gibi bir sonbahar havasında titreyerek, çağrışımlarla gelen anılarla hayatını parça parça gözden geçiriyor Arvid. Bir fabrika işçisi olmasına rağmen oldukça kültürlü biri olan, iyi kitaplara, kaliteli filmlere meraklı annesinin aslında Arvid’in rol modeli olduğunu anlıyoruz sayfalar ilerledikçe. Arvid de annesi gibi inançları için hayatının yönünü değiştirmiştir. Sosyalist düşünceye bağlanınca Mao’nun öğretisine uyup üniversite öğrenimini terk edip bir matbaada işçi olarak çalışmaya başlamış, hayatını parti çalışmaları ve matbaa arasında geçirmeye başlamıştır. Hayatındaki belki de tek iyi şey de o günlerde karısıyla tanışıp aşık olmasıdır. İnançlarına olduğu gibi sevgilisine de tutkuyla bağlanır. Hayatına onlar dışında bir şey koymaz.
Arvid, annesinin kendisine uzak durmasında üniversiteyi terk etmesinin etkisi olduğunu düşünür. Ama biz okur olarak Arvid’in erkek kardeşinin genç yaşta ölümünün anneyi derinden etkilediğini anlarız. Anne, İkinci Dünya Savaşı’nın derin acıları ile büyümüştür ve evlat acısını da aynı olgunlukla içine gömmüş, sert tavırlarıyla acısını perdelemeye çalışmıştır.
Per Petterson Lanet Olsun Zaman Nehrine’de bir trajedi yazmıyor ama acıyı çok sade, hatta ekonomik bir dille ve çok güçlü bir anlatımla yazıya geçiriyor. Yaptığı betimlemeler olmasa cümleleri kısa ve ilk bakışta düz anlamlı. Tıpkı kahramanlarının soğuk ve uzak hallerini yansıtacak biçimde... Ama sayfalar ilerledikçe o düz anlatımın içerdiği anlam güçleniyor ve yoğun bir duygu yaratıyor. Pek merak unsuru içermemesine, ilk satırından sonunda ne olacağı belli olmasına rağmen o insanların ruh halini kavradığınızı hissediyor, anlatıya kapılıyorsunuz.
Arvid’in yaşadığı içhesaplaşma annesini de doğru anlamasını sağlıyor. Ana oğul belki de hayatlarında ilk defa birbirlerine sevgilerini iletme, aktarma olanağı buluyor. Birbirlerini anlıyorlar.
Hem işlediği konuyla hem anlatımıyla hem de okurunda yarattığı ruh haliyle Lanet Olsun Zaman Nehrine, iyi bir roman. İyi edebiyata hasret kaldım diyenlere öneririm. Per Petterson’un Türkçede yayımlanmış At Çalmaya Gidiyoruz’unu ve tabii çevrilmemiş eserlerini merak etmemek mümkün değil.