Yücel Kayıran, "Modernlik ve edebiyat", Radikal Kitap Eki, 11 Kasım 2011
Öncelikle söylemek gerekir ki, Derinliğin Keşfi, bir ‘edebiyat tarihi’ kitabı değil, her ne kadar alt başlığı ‘Modern Japon Edebiyatının Kökenleri’ olsa da. Japon edebiyatının kökenlerine ilişkin bir tarih veya kuram kitabını, Japon edebiyatı hocası veya öğrencisi değilsek, neden okuyalım öyle değil mi? Karatani de, bu soruna özellikle dikkat çekmektedir. ‘Derinliğin Keşfi’, edebiyat tarihi disiplininin eleştirisidir. Karatani’ye göre, ‘...eleştirinin kendisi kuramdan farklıdır. Eleştiri daha ziyade kuram ile eylem arasındaki mesafeye ve düşünce ile varoluş arasındaki mesafeye yönelik eleştirel bilinçtir.’ Kuram veya kuramsal düzeyde dile getirilen ‘böyle’ derken, eylem veya varoluş, böyle değil de, ‘şöyle’ gerçekleşiyor ise, bu durum, eleştirel bilinç için bir problem nesnesidir. Dolayısıyla Karatani, kitabında, yaygın olarak Batı’yla özdeş görülen ‘modernite’ ile Batılı olmayan ‘modernleşme’ arasındaki mesafeye yönelmektedir. Ona göre, ‘modernite’nin Batı’yla özdeş görülmesi de sorunludur çünkü ‘‘modernite’ Batı’yla özdeş olsaydı, Batılı olmayan milletlere nüfus etmesi mümkün olma[ması]’ gerekirdi. Karatani, ‘‘modernite’nin ‘köken’ini Batı’nın kendisinde aramaktansa, Batı-olmayanın ‘Batılılaşma’sı sürecinde görmeye’ çalışmaktadır. ‘ ‘Modernite’nin vasıfları, batı’da çok uzun bir süreye yayıldığı için gizlenirken, sözgelimi Japonya’da yoğunlaştırılmış ve tüm alanlarla bağlantılandırılmış bir şekilde teşhir edilir.’
Kitabın, daha önce, İngilizce, Almanca, Korece, Çinceye tercüme edildiğini, Yunancaya ile Bulgarcaya da tercüme edilmekte olduğunu da belirtelim. Derinliğin Keşfi, Edward W. Said’in Şarkiyatçılık’ı ile Benedict Anderson’un Hayali Cemaatler’iyle aynı türden. Dolayasıya, Karatani’nin ‘derinliğin keşfi’ dediği şey, sadece Japon edebiyatına ilişkin bir kökenin keşfi değil, bir ulus-devletin edebiyatı olması anlamında, modern edebiyata ilişkin kökenin keşfidir. Modern edebiyat da, temelde bir ulus-devlet edebiyatıdır. O halde modern edebiyatın kökeninin keşfi aynı zamanda ulus-devletin kökeninin keşfidir. Karatani’ye göre, ‘‘modern edebiyat’, devlet kurumunun, ayrıca kan ve yer bağının asla sağlayamayacağı bir ‘hayali cemaati’ mümkün kılar’. Dahası, ulus- devlet, edebiyatta cisimleşir. Karatani’ye göre, Fichte’nin, devletlerarasındaki ilk doğal sınırların, yer ve kan bağı değil, içsel sınırlar olduğuna ilişkin tezi önemlidir. Bu ‘içsel sınır’, konuşulan ‘aynı dil’dir. Ancak Karatani’ye göre, ‘içsel sınır’ olarak ‘aynı dil’, edebiyat yoluyla biçimlendirilir. ‘Modern ulus-devletin çekirdeği, politik kurumların kendisinden çok ‘edebiyat’tadır.’
Kökenlere dönüş
Karatani’nin, ‘köken’ derken kastettiği, soy değildir. Köken, soykütüksel bir geriye dönüş değildir. Kökenlere dönüşlerin, çok fazla uzaklara gitmesine gerek yoktur. Ulus-devletler, gerek gövde, gerekse fikir olarak yaygın bir biçimde, 19. yüzyılın ikinci yarısında kendini göstermeye başlar. Karatani’ye göre, ‘1870 yılının hemen öncesi ve hemen sonrası dünya tarihinde bir dönüşüm’ dönemidir. Foucault’nun “...edebiyat’ın ancak Batı 19. yüzyılının son yarısında kurulduğunu” söylediğini hesaba katarsak, diyor Karatani, “o halde, modern edebiyatın ‘kökenleri’, tam da 19. yüzyılın sonlarında aranmalıdır, bunun öncesinde değil.”
Derinliğin Keşfi, 1970’lerin ikinci yarısında, Japon edebiyat ortamına yönelik olarak yazılmış yazılardan oluşuyor: ‘Manzaranın Keşfi’, ‘İçselliğin Keşfi’, ‘Sistem Olarak İtiraf’, ‘Anlam Olarak Hastalık’, ‘Çocuğun Keşfi’, ‘Kurgulama Gücü Üzerine İki Tartışma’ ve ‘Edebi Türlerin Çöküşü’. Burada, Karatani’nin, ‘manzaranın keşfi’ne ilişkin tezi üzerinde kısaca durmak isterim.
Karatani’ye göre, modern edebiyatın ortaya çıkışı, denilebilir ki manzaranın keşfiyle başlar. Manzara, yaygın olarak romandan çok, resim bağlamında düşünülür. Karatani’nin, ‘manzaranın keşfi’ derken kastettiği, romanda manzaranın ortaya çıkışıdır. Bununla birlikte, ayrıntılı olarak, Doğu’da ve Batı’da, resim sanatında manzaranın ortaya çıkışıyla ilgili ayrıntılı ayrımlar üzerinde durmaktadır Karatani. Örneğin, geleneksel sanata manzaranın olmadığına ve manzaranın, geometrik perspektifin keşfiyle modern sanatta ortaya çıktığına ve bunun geleneksel sanatla farkının betimlemesine, oldukça keyifli bir tarzda ayrıntılı olarak girişir. Ama Karatani’nin, asıl üzerinde durduğu modern edebiyattır. Ona göre, ‘manzara ancak çevresine ilgisiz olan bir ‘içsel kişi’ tarafından keşfedilir. Manzara, ‘dışarıyı’ görmeyen insan tarafından keşfedilmişti.’ Ama milliyetçiliğin yükseliş döneminde.. Burada, unutmayı başaramadığımız şeyler ile unutulamayan şeyler arasındaki ayrım önemlidir. Bunun temelinde, Kant’ın güzel ile yüce arasındaki ayrımı yer alır. Güzel, duyulara dayanır ve nesnelerin ‘amacına uygunluk’larının keşfinden kaynaklanır. Yücelik ise, “baskı altına alıp korkutarak güçsüzlüğünü hissettiren nesneler karşısında ortaya çıkar. (…) Yücelik, doğal nesnelerin içinde değil, bizim yüreğimiz ve bilincimizin içinde mevcuttur sadece.” Karatani’ye gör, romandaki manzara, ikincisiyle, yani ‘unutulamayanla’, ‘yücelikle’ ilgilidir.
Karatani, kitabının farklı tercümelerine yazdığı ‘önsöz’ ile ‘sonsöz’lerde, ulus-devletlerin kuruluşlarını tamamlamasıyla bakışımlı olarak ‘modern edebiyat’ın rolünün de sona erdiğini, dolayısıyla bugün buna tanık olduğumuzu da dile getiriyor. ‘Genelde’ diyor, ‘herhangi bir şeyin ‘kökeninin görülmeye başlaması, o şeyin sona ereceği zamana denk gelir.’ Ancak bu, eski edebiyatın yerine başka bir edebiyatın baş göstereceği anlamına da gelir. Dolayısıyla modern edebiyatın egemenliği altında dışlana gelmiş olan biçimlerin edebiyata (romana ve öyküye) girmesi bunun emarelerini oluşturmaktadır.
‘Kırmızı’ manzara...
Modern edebi türlerin ölümü konusunda bizde tartışıla gelen tek konunun şiir olduğunu hatırlatmaya gerek var mıdır? Ama şiir söz konusu olduğunda, ‘ölüm’le kastedilen, tarihsel bir dönemin sona ermesi değil, şair kuşaklarının, iktidar olma süreçlerinin geçişsizliğidir. Ama söz konusu olan modern edebiyat olduğunda, sorun hemen tarihselleşmektedir. Sanırım, modern Türk edebiyatı da, modern Japon edebiyatıyla bakışımlı olarak, 80’lerde sonuna gelmişti.
Derinliğin Keşfi, Orhan Koçak’ın, Bahisleri Yükseltmek’i gibi geçiştirilmezse eğer, kimi edebi çalışmalara ilham vereceği, farklı tartışmalara yol açacağı kesin. Şöyle ifade edeyim; Kojin Karatani’nin ‘manzaranın keşfi’ adlı makalesinde yaptığı ayrımlar ve bu bağlamda ortaya koyduğu bilgi ve tezlerin, Türkiye’ye daha önce, Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı romanıyla girdiğini belirtmeliyim. Pamuk, Derinliğin Keşfi’ni İngilizce çevirisinden okumuş olsa gerek, tersini varsayamayız. İşaret ettiğim bu bağ, aynı zamanda, Benim Adım Kırmızı’nın, uzakdoğuda, Pamuk’un diğer romanlarından neden farklı ve daha fazla ilgi görmüş olmasının da, bilgisel temelde anlaşılmasını sağlıyor. Bununla birlikte yaygın yanlış anlamaya izin vermek istemem; kastettiğim bir intihal durumu falan değil, kastettiğim; Karatani’nin ‘modern edebiyatın sonu’ kavramıyla işaret ettiği durumdan sonra, romanın, Türk edebiyatında nasıl kurulduğuna ilişkin bir durumun, yer sorunu nedeniyle bulanık olarak dile getirilmesidir.
Son olarak; Karatani ile Derrida arasındaki teorik gerilime de dikkat çekerim.