Serpil Gülgûn, "Parizyen bir ‘Hair’!", Milliyet Kitap Eki, 17 Haziran 2010
Mot a mot çeviri mi yoksa özgür ve yaratıcı çeviri mi? Doğrusu bu ya, Bahçedeki Gidonları Kromajlı Pırpır da Neyin Nesi?’yi okurken bu soru kaçınılmaz olarak insanın aklını oldukça kurcalıyor. Dahası, tuhaf bir nostaljiye kapılıyor, Ege ağzıyla konuşan Salinaslı denizcileri ya da mujikleri olanca safiyetleri ve sıcaklıklarıyla hatırlıyorsunuz. Evet, Georges Perec’in dilimize en son kazandırılan, 1966 tarihli romanını işte böylesi bir duygulanım, hatta ikilem içinde okuyorsunuz.
Cins bir yazar
Derseniz ki, bu iyi midir, kötü müdür, orası tartışılır tabii. Konuya şöyle yaklaşabilirsiniz. İki kere iki dört dersiniz. Perec, cins bir yazardır. Öncüldür. Misal, e harfini kullanmadan koca bir roman döktürmüş, işin matrağı, o açıklayana dek eleştirmenler bunu fark bile etmemiştir.
Artı Raymond Quenau’ların, Italo Calvino’ların oulipo’su bizatihi deneyselliğin Allah’ıdır. Eh, zamanımız da postmodern zamanlar olduğuna göre? O halde, endişeye mahal yoktur!
Ne ki, ikinci olarak şöyle de yaklaşabilirsiniz konuya: Doğru, Georges Perec, hayatıyla olsun, (mesela, annesi toplama kampında, babası ise savaşta kaybolmuştur) yapıtlarıyla olsun, hatta, hatta suretiyle, ama en çok da vel-fecir okuyan bakışlarıyla gerçekten cins bir yazardır!
Keza, üyesi olduğu oulipo deneyselliktir, hürriyettir, arayıştır, yıkıp kurmaktır, bulmacadır, dil üstünde kaydırmacadır, estektir köstektir. Gelgelelim, ben yaptım oldu değildir!
Zira, matematiktir, mantıktır, zekadır, ilimdir, fendir. Eh, bu durumda da metinle bu kadar da oynanmaz ki birader! Gelgelelim, günümüzde ilmin sonu yok. Sentetik hücreye can veren kulların dünyasında hudut da yok nitekim. Zeka deseniz, o da epeyden beri, çokyönlü. Velhasıl, her şey, sizin meşrebinize kalmış. Bu romanı ya kızarak okuyacaksınız, ya bayılarak, başka çıkarı yok.
Neyse, lafı fazla uzatmadan söylersek, Perec’in bu romanı, bir tür “Hair”. Hani, şu “Let the sunshine in!” sözlerini insanın kafasına kazıyan şahane film “Hair”! Onun Parisçe’si. Savaş karşıtı ve antimilitarist mi? Evet. Ama “Hair” kadar keskin ve doğrudan değil. Söz konusu olan belirsizliklerle, kasti yapılmış yanlışlıklarla gülünçleştirilmiş bir metin çünkü. Tabii, bu arada söylemeye gerek bile yok, söz konusu olan savaş Vietnam savaşı değil. Cezayir savaşı.
Her biri sıkı metinler
Evet, kabaca özetlersek, zaman bundan altmış yıl öncesidir. Cezayir, özgürlük peşindedir. Fransız sömürgeciliğine hayır diyordur. Sabahtan akşama çavuşluk yapan Henri Pollak ise, saat 18:00 olunca paydos deyip, gidonu kromajlı bisikletine atlayarak memleketi Montparnasse’a dönen bir askerdir. Derken bir gün, Karamanlis, Karalavuk, Karapşu, Karabaş, Karayol, Karabin, Karakurum ya da adı her neyse, genç bir asker, Cezayir Savaşı’na katılmamak için Henri Pollak’ın kendisine koltuk çıkmasını ister. Pollak, bu sorunu arkadaşlarına açar. Böylece, Pollak ve arkadaşları kolları sıvarlar. Pollak ve arkadaşlarının nezdinde çözüm için iki yol vardır!
Genç asker ya sakat kalacaktır ya da intihara girişecek, başarısız olacak, akıl hastanesini boylayacaktır! Başka çıkar yol yoktur. Yalnız, hemen uyaralım: Sakın ha ki, konu savaş diye hiç Perec okumadıysanız, akl-ı seliminizi yitirip hemen heyecana kapılmayın! Bodoslamadan, ne güzel, duruşu olan bir kitap diyerek atlamayın! Aman arkadaşlar, bu bir Perec romanıdır! Ve Perec, bütün romanlarında bir gözdür.
Dahası, bu göz, gündelik hayatı, şehrinin sokaklarını, evlerin içini tarar durur, konu onun için bahanedir. Aslolan bu tarayıştır. Metindir. Perec de bütün öteki oulipo’cular gibi içinden kaçmaya niyetlendiği labirenti kuran farelerdendir çünkü. Her şey, dallanıp budaklanır, çatallanır, eklenir, sonuçta her yol bir başka yola çıkar. Yapı ve biçim ağırlıklı metinlerdir Perec metinleri.
Ama belki de, en doğrusu, uyarı muyarı dinlememekte.
Evet ya, en iyisi, atlayın bilinmeyene! Çünkü, bu bilinmeyenin ucunda, Doğdum var, Harikalar Odası var, Şeyler var, W ya da Bir Çocukluk Hatırası var, Kayboluş var, Karanlık Butik var. Bütün bunların yanında Uyuyan Adam’ı (dolayısıyla Kafka ve Melville’in her ne istenirse, yapmamayı tercih ederim diyen canım katibi, Bartleby’si!) var, sonra, neredeyse mimari bir özenle yaratılmış Yaşam Kullanma Kılavuzu var.
Uzun lafın kısası: Her biri sıkı metinler. Üstelik de, sadece biçimsellikleriyle değil içerikleriyle de, merak etmeyin!