Mehmet H. Doğan, “Keskin 'ses'ler”, Milliyet Kitap Eki, Haziran 2006
Metis Yayınları, Altın Portakal'lı iki şairin şiir kitaplarını ardı ardına yayımladı geçen ay. Birhan Keskin'in Y'ol’u ile Yücel Kayıran'ın Çalgın’ı. Bu ay Y'ol’dan söz etmek istiyorum.
Yo'l’un 'bir sürü anlamda okunabil(eceğini)' söylüyor Keskin: "Düzünden okuyup 'yol' demek de mümkün. Y harfindeki apostrof sebebiyle 'yol'da bir çentik, ayrılık diye okumak da mümkün. Ol hecesini ayırdığım için 'ol' fiiline yapılan göndermeyi de okumak mümkün. Bence hepsine birden vuruyor. Özel okunuşu bana kalsın."
Bense Y'ol’un birinci bölümündeki "Taş Parçaları" şiirlerini bir çığlık olarak okudum baştan sona, birkaç kez. Hepsinde de, gözümün önünde siyah-beyaz bir Edvard Munch "Çığlık"ı vardı nedense. Giderek buna yine Munch'un "Madonna"sı da eklendi. "Çığlık"ta bütün o ıssızlığın içinden insana sesleniş var, duyulma isteği, umudu; yardım çağrısı, belirsiz bir kurtulma umudu... Ses, insan bedeninin şekliyle duyulabilen bir çığlığa dönüşmüş.
Yitik aşk öyküsü
"Taş Parçaları" bölümündeki 42 şiirdeyse, yalnızlığın, terk edilmişliğin içinden tek bir kişiye, sevgiliye sesleniş var: Öfkeli, nöbetler içinde, çılgın bir sesleniş, üstelik kurtuluş umudu da yok, kesin: "Ben kaybettiğime ağlayayım sen kaybettiğine ağla "
Durup durup yinelenen sözcüklerde; kimi zaman bir acıyı, kimi zaman bir öfkeyi, bir kafa tutmayı dile getiren ses yinelemelerinde öfkeli çılgın bağırışlar, iç çekmeler, hıçkırıklar buluruz. Bunun için çığlık dedim.
1'den 42'ye şiirlerin sıralanışındaki düzensizlik, bir ileri bir geriye dönüşler de sadece aynı kararsız, aksak, sarhoş yürüyüşü güçlendirmek için sanırım. Çünkü ister verili sırayla, ister 1'den başlayıp sona sırayla okunsun değişen bir şey olmuyor.
Ağıtlarda, geçmişe dönüş özleminin çağırdığı anlatı'nın yanında, geriye dönülemezliğin neden olduğu ilenme havası da vardır. "Taş Parçaları"nda da bir ölenin değilse de bir 'giden'in ardından yakılan bir ağıt havası var. Anmalarla, anımsatmalarla yürüyen; "aşk olanın ötesinde bir aşk"la bir araya gelmiş iki kişiden birin gitmesiyle, geriye kalanın 'dağılma'sı, kendini 'bu dünyaya fırlatılmış gibi hissetme'sinin, ilenmesiz, birazcık sitemle ama yüksek sesle yankılandığı bir (yitik) aşk öyküsü...
"Beni bilmediğim bir dünyaya attı...
Bir cümlem yok, darrrrğğmadaaaaaaanıım, bundan
Bir düşümüz vardı, 'birlikte yaşamak' koymuştuk adını,
Çok acıyor, belki bundan. Aşkî bir cümle mi bekliyorsun benden.
Beklemeeeeeeee."
Son derece çıplak
Apaçık, yalın, sade, çıplak bir öykü.
Birhan Keskin de, yukarda sözünü ettiğim konuşmada öyle diyor zaten: "Son derece çıplak. Yücel'in (Kayıran) kelimesiyle söylersem üryan bir şiir. Benim kelimemle de ham. Büyük bir kırılma anına ait uzun bir şiir." (Milliyet Kitap, Nisan 2006). O denli 'üryan' ki, kimi zaman naif (nahif de diyebilirdim) bir söyleme düştüğü yerler de oluyor; ama bu 'ham'lığın bilerek yapıldığını sanıyorum ben, yapıda, bilerek yerine konmamış bir tuğla, bir sıva hatası ya da fırça izleri gibi:
"Sen benim kara ömrüme vuran
Suyumu harelendiren sevincimdin "
"Ben seninle sevgilim
Mutsuz ama bahtiyardım "
"Sen beni kızını çok seven
Bir anne olarak hatırla "
"Akan sokaklarda yan yatmış otlara benziyorum
Rüzgârda yana savrulan dallara.
Aşk için ihanetle vuran aşk aşkm'ola?
Ah ciğerimin köşesi, kavrula kavrula
Kopuyor gönülbağım, sen bağla."
"Ancak 'Taş Parçalarını'nın çıplak ve ham duruşuna karşın ikinci bölümdeki 'Eski Dünya', 'Ba'daki gibi dingin ve yalın" diyor Birhan Keskin.
Ben yine de, 'Eski Dünya'daki şiirlerin, belki de hemen öncesinde yazıldıkları için, 'Taş Parçaları'ndaki şiirlerle bir akrabalığı olduğunu sanıyorum. 'Dalları Aralamak' adlı şiirde en belirgin olarak, yarım uyaklardan, iç uyaklardan, yinelemelerden doğan ses ögesi; bir de söylem ve iç konuşma benzerliği böyle bir yargıya götürüyor beni. Kesin olan, giderek 'ses'e dayanan bir şiir oluyor Keskin'in şiiri.