Sevi Aral, "Dilsiz coğrafyalar için dilin sınırlarında şiirler", Zaman, 9 Eylül 2002
Yaşayan dillerin yasaklı, ölü dillerin serbest olduğu dilsiz, kıpırtısız, zamansız bir coğrafya... Bu coğrafyada insanlar dilin, ifadenin imkânlarını, seslerini, renklerini arıyor. Ölü diller yaşayan dillerde var oluyor; yaşayan dillerse yasaklarla yok oluyor. Tuhaf bir yaşam-ölüm döngüsü bu. Şair Bejan Matur kendisinin de ait olduğu bu coğrafyada dilini arayan insanlara, dili aşma çağrısı yapıyor. Yasaklanmış dile sahip olanların, kendilerini dilsiz de ifade edebileceklerini; dahası en özel, en gizli duyguların dille ifade edilemeyenler olduğunu söylüyor. Savaş gibi, ağıt gibi, sevişmek gibi...
Dilin sınırlarında dolaşmak, dille ifade edilemeyeni aramak, bir şair için pek alışıldık değil. Bejan Matur bu alışılmadıklığı "Dilin imkânlarını zorlayan, onu aşmak isteyen, dille bir meselesi olanlardır," diyerek açıklıyor. Yasaklanmış bir dilin taşıyıcısı olduğunun farkında Bejan Matur. Ama bu sadece politik bir farkındalık değil. Yapmak istediği şey, şiirde dilin imkânlarını kullanarak dili aşmak. Ama bu arayış, sadece şiirle sınırlı değil. Üzerinde çalıştığı bir video-art projesinde, farklı dillerden, kültürlerden, Kürt, Türk, Arap, –bulabilirse– Ermeni kadınlarından doğal, ilkel sesler çıkarmalarını, kendilerini bu seslerle ifade etmelerini istemeyi planlıyor. Amaç dilin sınırlarını aşmak, yasaklanmış dilin yaşadığı coğrafyanın –tarih öncesine–, o ifade biçimlerine ulaşmak. "Bir kuyudan bağırmak gibi," diyor Bejan Matur. "Yaşayan dillerin ölü dillerden sesler, izler taşıdığını anlatmak istiyorum. Düşünce varsa kelime de var," diyor. Dilsiz kelimeler, bir dile ait olmayan; ama belki de yasaklı-yasaksız, ölü-yaşayan hiçbir dilin ifade edemeyeceği şeyleri ifade eden kelimeler. Sesler, hareketler, ritimler...
"Coğrafyaları şairler var eder"
Bejan Matur, yaşadığı, ait olduğu bu dilsiz coğrafyayı önemsiyor. Ayın Büyüttüğü Oğullar'da insanın ait olduğu coğrafyayla ilişkisinden hareket ediyor. Yine Onun Çölünde'de aşkla ilişkisini aynı coğrafyadan hareketle kuruyor. "Ama mekânlar, coğrafyalar şairleri inşa etmez, şairler bir coğrafyayı var eder. Aşırı değil mi? Benim köyümü abartığımı düşünebilirsiniz; olsun, Yeats de köyünü abartıyor." Kaldı ki o, kendini bir yere ait hissetmiyor çoğu zaman. "Bir yere ait olacaksam gökyüzüne ait olmalıyım,"diyor ve tuhaf bir gel-git ile ekliyor: "Ama; eğer bir gün bir yerlere gidecek olursam steplere giderim. Ben bozkırın şiirini yazıyorum."
Bu yüzden sık sık Yeats'le, Bronte'yle kesişiyor yolları... Yaşadığı, şiirlerini kurduğu, şiirleriyle kurduğu mekânlar güçlü bir aidiyet duygusunu gösteriyor. Maksutuşağı'ndaki evinlerinin baktığı mezarlık... Gökyüzünün ancak İrlanda'da görülebilecek maviliği ve yakınlığı... "Gökyüzü benim bildiğim hiçbir yerde –belki İrlanda hariç– yeryüzüne o kadar yakın değil. Bazı zamanlar güneş, sanki 50 metre ilerinizde batar, elle tutabileceğiniz bir mesafeye gelir. Gökyüzünün o mesafedeki rengini başka yerde ve başka zamanda bulamazsınız."
Gökyüzünde kurulan şehirler
Doğayla arasında şamanist bir ilişki var Bejan Matur'un. Çocukluk yıllarının dehlizlerinde yer alan en önemli figürlerden birinin, evlerinin baktığı mezarlığın, betonlaşmasına, mermerleşmesine, "Ben onun için iki kitap yazdım,"diyerek hüzünleniyor. Mircea Eliade'nın dediği gibi yaşanılan her şeyin "döngüsel" olduğuna inanıyor. Yani, zaman, olaylar çizgisel bir seyir izlemiyor. Yeniden ve yeniden yaşanıyor. "Yeryüzünde kurulmuş, yıkılmış şehirlerin gökyüzünde bir ilk örnekleri var" Matur'a göre.
New York, Barcelona, Madrid, Londra, Granada, Rabat... Her şehri bir şair eşliğinde dolaşıyor. Şiirlerden tanımadığı şehirleri sevmiyor. Bir de, büyük karşıtlıkların olduğu ya da yaşandığı yerleri, şehirleri seviyor. Mesela Endülüs İspanya'sını. "Orada sert bir Arap aksanıyla İspanyolca konuşan kadınlar, erkekler çok ilginç geliyor bana. Size garip ve basit gelecek belki; ama bilmediğim şehirleri gezerken koklayarak kendime yön buluyorum sanki. Şamanist tarafım bu zamanlarda bana yol gösteriyor: Portekiz'de İspanya'da, konaklayacak, yemek yiyecek bir yer ararken bilinçsizce sezgilerim bana yönümü gösterir. Böyle bir arayışın sonunda, bir defasında kendimi Lorca'nın çok sevdiği, devam ettiği bir mekânda buldum."
Şiirdeki karanlık, hayattan...
Hayatın karanlık tarafları, kötülüğün doğası hep ilgisini çekiyor. Bronte bir kez daha karşımıza çıkıyor. "Şiirlerimdeki acı ve karanlık üzerine çok düşündüğümü söyleyemem ama... Karanlık, benim için Maraş'tan başlıyor. Acı, çocukluğumda yaşadığım, şahit olduğum kıyımlardan belki. Küçük bir çocukken kadınların yüzünde acıyı, erkeklerin yüzünde çaresizliği gördüm. Maraş'ın geçmişi, özellikle de Hitit geçmişi, üzerinde yaşayanlara huzur vermiyor bence, kimsenin o toprakları sahiplenmesini istemiyor. Tuhaf bir karşıtlıkla var oluyor her şey. Alevi Kürtler, Alevi Türkler, Sünni Kürtler, Sünni Türkler, Kafkas göçmenleri, daha öncesinde Ermeniler...Hep bir yerleşememe, ait olamama duygusu yaşıyorlar..."
Şiirindeki kendine özgülük, kendine benzerlik, kendi tavrı ve tarzından doğuyor. Bu şiirin, önceye ve sonraya aldırdığı yok. "Ustalar", sürülen izler yok Bejan Matur şiirinde. Şiirde kendisi ve "çok beğendikleri de dahil" ötekiler diye, "şiirdeki yeri" diye bir derdi de yok. Umursamıyor bile. "Ben bana geleni söylüyorum." Var olduğu, ait olduğu coğrafya, tarih, kültür, diller, mitler, cinler, periler... Onların izlerini taşıyor şiiri. Yeats, Kelt Şafağı'nda "Biz İrlandalıların İskoçlardan farkı, onlar perilerden, hayaletlerden korkar, bizse onlarla yaşamayı biliyoruz," diyor. Bejan Matur da onlarla yaşamayı biliyor. "Mistik dünya ile ilişkim bu benim. Onun için mitolojiyle, tarihle ilgiliyim. Sümer, Mezopotamya mitolojisi okuyorum. İnsanın, hayatın karanlık noktalarına onlar temas ediyor."
Bejan Matur, şiirini bir kelime işçiliğiyle kurmaktan yana. Ama bu süreç hiç de mekanik değil. İlk zuhurdan sonra "gelen" şiirden kelime "eksiltmek" onun yaptığı. Kelimeler eklenmiyor, "gelen"den eksiltiliyor. Kelimeler ve mısralar arasına çengeller atıyor, kelimeleri, mısraları yakınlaştırıyor.
O büyük dağın eteğinde
Bir şahmaran oturuyor.
O büyük dağın eteğinde ölüm,
Doymuyor.
...
Bejan Matur şiiri, dille, onun ifade imkânları ve sınırlarıyla, dili aşan ifade biçimlerine, seslere, ritimlere vurgusuyla, zamansız ve mekansız bir coğrafyanın izlerini taşıyor; o, coğrafyayı yeniden var ediyor. Zamansız, kıpırtısız çölü ve Mezopotamya'yı. Bejan Matur, çölü ve Mezopotamya'yı içinde taşıyor.