Başak Oğuz, “Biz yokken burada olanlar”, Kitap Zamanı, Sayı: 46, 4 Kasım 2009
“Kim var imiş biz burada yoğ iken”... Geçmişi merak eden, tarihî –hatta felsefi– duyarlılığı yüksek, belki insanoğlunun hayattaki çilesine atıfta bulunan, sözü “şu koca dünyadan kimler geçti”ye getiren bu “soru-dize” tarih profesörü Cemal Kafadar'ın son kitabının adı.
Aslında Karacaoğlan'ın bir dizesi. Kafadar'ın kitabı okurunu tam da adındaki soruya yöneltiyor. Üstelik merakla çevrilen sayfalarda soruya şık bir cevap da buluyorsunuz.... Yazar, okuyucuyla pazarlığını daha yolun başında yapıyor zaten: “Bu soru” diyor, “sizde bir merak uyandırmadıysa, hatta tarihçilerin bu tür sorularla uğraşmasını yadırgıyorsanız bu kitabı okumanızı tavsiye etmem.”
Kafadar, bizi tarih kitaplarında okumadığımız, hiç tanıştırılmadığımız, sıradan bir hayat süren dört kişiyle tanıştırıyor. Ama işte onlar, biz yokken burada olanlar; kalıpları ve alışılagelmiş tarih söylemini sorgulamaya yol açabilecek, hatta yıkabilecek kadar güçlü.
Kendi halinde dört kişi
Kitaptaki dört makale, on altıncı ve on yedinci yüzyıllar Osmanlı dünyasından mütevazı dört kişiyi anlatıyor: Babasından kalan arazi üzerindeki haklarını korumak için 1521'de Divan-ı Hümayun'a başvuran Mehmet adlı yeniçeri; 1660-64 yılları arasında İstanbul'da günlük tutan Seyyid Hasan adlı derviş; ticaret için gittiği Venedik'te 1575 yılında ölen Ayaşlı Hüseyin Çelebi ve rüyalarını kaleme alarak şeyhine mektupla gönderen, bu yolla irşat edilmeyi bekleyen Üsküplü Asiye Hatun. Cemal Kafadar, bu dört kişiyle ilgili belgelerin, ampirik malzemenin, arşivlerde ve yazma kütüphanelerinde bulunan kaynakların ışığında ilerleyerek pek çok soruya cevap veriyor.
Kitap dört bilimsel makaleden oluşuyor ama bunlar geniş kitlelerce okunabilecek dört deneme olarak da değerlendirilebilir. Kim var imiş biz burada yoğ iken, aynı zamanda bir araya getirdiği makaleler, sunduğu kaynaklar, kitaplar, yazmalar, bilimsel dergiler, derinlikli dipnotlar ve zengin dizini ile araştırmacılar için eşsiz bir kaynak niteliğinde. Akıcı dili, zengin üslubu, farklı perspektifi ile de tarih meraklılarına keyifli bir okuma vaat ediyor.
Tarih kahramanlık mıdır? Tarih savaşlar, zaferler, yenilgiler midir? Yükselişlerden, gerilemelerden mi ibarettir? Yükselme topyekûn bir başarı mıdır? Gerileme aniden mi olur? Tarihte her şey birden mi değişir? Arada kalın, kalemle çekilmiş çizgiler mi vardır? Yıllardır “biz”e öğretilen “‘biz' kazandık ‘onlar' kaybetti”, “biz”e ne kazandırmıştır?
Günümüz Türkiye'sindeki birinci çoğul şahıs enflasyonuna çare bulmak için bu “bizlerin” atılması gerektiğini düşünüyor Kafadar. Okuyucuya, “aldık, verdik, biz sizi yendik” minvalli tarih anlayışının, ideolojik çarkların dişlilerinin, milli tarih dayatmacılığının dışında yollar olduğunu gösteriyor. “Biz”den “Ben”e, çoğuldan tekile, bireye bir yolculuk yapıyor ve bunu yaparken kullandığı kaynakların çeşitliliği, disiplinlerarası araçlar kitabı zenginleştiriyor.
Osmanlı deyince genel eğilim, bu dünyanın içinde yaşayan bireyleri bir ümmetin parçası olarak görme yönünde olmuştur. Oysa en basitinden kolaycılıkla açıklanabilecek bu yaklaşımın yanlışlığı, Kafadar'ın dört makalesindeki dört kahramana bakınca anlaşılıyor. Günümüzün tarih anlatısında “modern öncesi” diye üzerinden hızla geçilen geleneksel toplumun dört ferdinin ne derece sofistike olabileceğini kavrıyor, Osmanlı şehirlisi karşısında şaşırıyoruz. Bunda elbette Kafadar'ın makalelerin her birinde ele aldığı konuya geniş bir bakış açısıyla yaklaşmasının payı var. Zira sadece makalenin kahramanının başından geçenleri ve ilgili kaynakları aktarmıyor, geniş bir çerçeveye ulaşıyor; o dönem Osmanlı toplum yapısına ilişkin kültürel, sosyal, ekonomik saptamalar yapıyor.
Bu noktada kitabın kahramanlarının öykülerine kısaca göz gezdirmek de yerinde olacaktır:
Mehmet–Yeniçeri: Yeniçeri Mehmet'in şikâyeti var: Babasından kalan arazi üzerindeki haklarını istiyor, Kadı'nın gerekli araştırmaları yapıp hakkı olanı geri vermesini talep ediyor. Kafadar'ın toplumsal gerçeklik ile teorik literatürü karşılaştırdığı bu makalesinde Yeniçeri Mehmet'in başından geçenler, o dönemde yeniçerilerin toplumdaki konumu, ticaret hayatındaki yeri, ailevi bağları, mal mülk edinme hakları gibi pek çok konuda fikir veriyor.
Seyyid Hasan–Derviş: “Sohbet-nâme”sinde kendisinden “fâkir”, evinden ise “gamhâne” olarak bahseden Seyyid Hasan, Halvetî-Sümbülî tarikatının Kocamustafapaşa Merkez Dergâhı şeyhinin oğlu... Seyyid Hasan güncesine önemli bulduğu her şeyi not ediyor, gündelik hayatın ayrıntılarını yazarak ilerliyor. “Sohbetnâme”nin önemli tarafı tarikat hayatına ilişkin ipuçları sunması, ihvan topluluğuna, intisap etmeye, tarikat hiyerarşisine, devlet düzeni içinde tarikatların yerine, Osmanlı'da sufi kademelerinin bürokratlaştırılmasına dair fikir ve bilgi veriyor olması. Seyyid Hasan, okuyucuyu zaman zaman gülümsetse de aslında çok insani, çok dokunaklı konulardan bahsediyor. Karısının vebadan ölümünü anlatması gibi.
Ayaşlı Hüseyin Çelebi–Tüccar: 20 Mart 1575'te Venedik'te öldürülen Ayaşlı sof (yün) tüccarı Hüseyin Çelebi, kitaptaki “birey”lerden en bahtsız olanı galiba. Ne de olsa bir cinayete kurban gitmiş. Ama Kafadar'ın onun hakkında edindiği bilgi ve belgeler Osmanlı ticaret hayatı hakkında önemli ufuklar açıyor; Osmanlı'nın fethetmek dururken ticaretle uğraşmayacağı genel geçer yargısını yıkıyor. Ticaretin düşünüldüğü gibi hakir görülmediğini, Akdeniz ticaret ağı içinde Osmanlı Müslümanlarının önemli rol oynadığını ve tarihi farklı bir açıdan anlatmanın mümkün olduğunu gösteriyor.
Üsküplü Asiye Hatun: Kahramanlarımızın belki de en ilginci o. Kadın olması ve 17. yüzyıl Osmanlı dünyasında bir kadının elinden çıkmış mektupları, rüyaları okuma şansını bizlere sunması başlı başına bir tecrübe. Asiye Hatun yazdıklarıyla kadın mutasavvıflara ilişkin önemli bir belge sunuyor. Makale özellikle toplumsal cinsiyet kavramı, kadının toplumdaki yeri hakkında da fikir veriyor.
Eğer siz de yeniçerilerin “bozulma” devrinden önce askerlik dışında hiçbir işle uğraşmadığını, uluslararası ticarette Müslümanların rol oynamadığını, modern Batı değerlerini özümseyene kadar Osmanlı dünyasından kimsenin günce tutmadığını, kişisel tecrübelerini kaleme almadığını sanıyorsanız buyrun bu kitabı okuyun.