ISBN13 978-975-342-715-9
13x19,5 cm, 328 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Yazarın Metis Yayınları'ndaki
diğer kitapları
Modernizm İdeolojisi, 2008
Gerçekçiliğin Çelişkileri, 2018
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Göksun Yazıcı, “Arzu ve tahayyül”, Express, Aralık 2009

Julio Cortazar Seksek romanında yalın bir soru sorar: “Namuslu mülk sahibine güvence üstüne güvence veren gerçek bizim ne işimize yarar?” Mülkün yanına bir de kutsal aile ve devleti –ve her türlü iktidarı– eklersek, bu “gerçek”in pek bir işe yaramayacağı –sorunun sorulma biçimi kadar– yalın biçimde ortaya çıkar ve başka bir soruyla karşılaşırız: “Peki, bu ‘gerçekle’ ne yapacağız?” Fakat “gerçek”le “biz”in de birbirinden tamamıyla ayrı olmadığını, “biz” ve “ben” öznesinin bu gerçek içinde kurulduğunu düşünürsek, baştaki soru, bu gerçeğe ve kendimize ne yapacağımıza dönüşür.

Gerçekle ve bu gerçeğin içinde kurulmuş “biz”lerle ne yapacağımız çok eski bir soru; toplumsal dönüşüm tahayyüllerinin hepsinin ilham kaynağı olmuş bir soru. Fredric Jameson, “toplumsal biçimlerin poetikası” ismini verdiği projenin bir ayağı olarak bu soruyu temel alan Ütopya’nın ve Ütopyacılığın arkeolojisini yapıyor. More ve Campanella’dan günümüz Ütopyalarına, bilimkurgu ve fantezi türünde birçok temel kitabı ele aldığı çalışmasında amacı sadece bir “janr”ın dökümünü yapmak değil. “Bizi düşmanın varlığı değil, genel inanış elden ayaktan düşürüyor” diyen Jameson, kapitalizmin tarihsel alternatiflerinin gerçekleşemez olduğunu söylemekle yetinmeyip başka bir dünyanın tasavvur ve tahayyül edilemeyeceğini vaaz eden bu genel inanışa karşı söz alıyor; başka bir dünyayı mümkün kılacak en önemli insan yetisi olan tahayyülü canlandırmak ve siyasî-poetik bir yeti olarak körelmesine izin vermemek için. Kapitalizmin “gerçeklik ilkesinin” sınırlarına karşı başka “gerçeklikler”in yaratılma potansiyelleriyle, yani devrimci bir potansiyelle karşılaştırıyor okuru –bu potansiyellerin nasıl ilhak edildiğini de analiz ederek. Marge Piercy’nin Zamanın Kıyısındaki Kadın romanında gelecekten gelenlerin Connie’ye söylediklerini okurlarına söylüyor Jameson: “Siz bizim ayağımızı kaydırabilirsiniz. Sen bireysel olarak bizi anlayamayabilirsin ya da kendi yaşamında ve zamanında mücadele edemeyebilirsin. Biz ise varolmak için, hayatta kalmak için, gelecek olmak için kavga vermeliyiz. Size gelmiş olmamızın nedeni bu.” (s. 315) Sözün kısası, okur gelecek olmak için verilmesi gereken kavgaya davet ediliyor.

Savaş tamtamı

Ütopya, hiçbir edebî türün olmadığı kadar siyasî bir türdür, fakat hem edebîliği hem de siyasîliği tartışma konusu olmuştur. Birçok Marksist gelenek, ütopyacıları “siyasî strateji anlayışına sahip olmadığı gerekçesiyle reddettiler ve Ütopyacılığı gerçek olana, siyasal olana kökten ve yapısal olarak aykırı bir idealizm olarak nitelendirdiler.” (s. 10) Fakat Marx Proudhon’a küçük burjuva ütopyacı diye saldırırken, “Fourier, Owen vb.’nin ütopyalarında yeni bir dünya öngörüsü ve bunun yaratıcı ifadesi vardır” der (s. 14, dipnot 10). Engels ise şöyle yazmaktadır: “Alman teorik sosyalizmi, Saint-Simon, Fourier ve Owen’ın omuzlarında yükseldiğini asla unutmayacaktır... Bugün bilimsel olarak saptadığımız sayısız meseleyi onlar dehaları sayesinde öngörmüşlerdir.” (s. 14, dipnot 10)

Jameson da, ütopik tahayyülün en önemli özelliği olarak, yeni dünya öngörüsünde mevcut dünyadan kopuş ânı üzerine yapılan tefekkürü görüyor. “Kapitalizmin sonunu hayal etmek dünyanın sonunu hayal etmekten daha zor olduğu için” diyor Jameson, birçok ütopik ve distopik eser topyekûn bir yıkımın ardından –üçüncü dünya savaşı vb.– kurulan bir yaşamı anlatmaya koyulmuştur. Fakat Ütopya, post-fordist ya da geç kapitalizmin “başka alternatif yok” söylemine yanıt olarak, gerçek içindeki süreksizlik deneyimine vurgu yapar: “Bunu kopuştan sonra işlerin ne âlemde olacağına dair geleneksel bir tablo sunarak değil, bizi kopuş üzerine düşünmeye zorlayarak öne sürer... Olanaksız üzerine, başlı başına gerçekleştirilemeyen üzerine tefekküre zorlar.” (s. 312) İmkânsıza arzu duyan tahayyüldür ütopya ve bizzat devrim ânını tahayyül etmektedir.

Ütopik tahayyüle eşlik eden kaygı, geleceği kaybetme kaygısıdır: “Benjamin fatihler karşısında ‘geçmiş bile emniyette olmayacak’ diyordu, biz de buna ek olarak geleceğin de emniyette olmadığını ve bunun arsa spekülatörlerinin ve inşaat yatırımcılarının tesviyesine benzediğini söyleyebiliriz –zira onların buldozerleri bir bölgeyi gelecekteki yatırım için temizlemek ve hazır hale getirmek için bölgenin kendine özgü niteliklerini yok eder ve böylece Pazar ne talep ediyorsa onu inşa edebilir.” (s. 307) Fakat Jameson’ın önemle altını çizdiği nokta, bu kaygının “çocuklarımız” ya da “gelecek nesillere daha iyi bir dünya bırakmak” gibi kaygılardan oldukça farklı olması. “Benliğin mülk edinilmesi olarak çocuklarımız” anlayışı, geleceği de mülk ideolojisinin uzantısı olarak ilhak eder. Kaçış alanı bırakmayacak şekilde örgütlenen geç kapitalizm, More’un manastırlarını ya da 1960’lı yılların banliyösünü yok etmiş, Jameson’ın “boş zaman sömürgeciliği” olarak değerlendirdiği boş zaman eğlenceleri de insanı, ama en önemlisi tahayyül gücünü sömürgeleştirmiştir: “Modern dönemde toplumsal uzamın, bütün boşlukları kapatacak ve adacık tarzı bir inzivayı olanaksız kılacak kadar sömürgeleştirildiği hissedilmez. Gerçekten de postmodernlik (ya da küreselleşme) adı verilen ve Ütopyacı fantezinin türünün sonunu haber veren şey tam da tüm boşlukların kapatılmasıdır –ve somut dünya pazarı perspektifinin ortaya çıkışıdır.” (s. 41) Bu anlamda, yeni baştan düşünülen “gelecek kaygısı” mevcut yaşam biçiminden “kopuş ânını” dile getiriyor. Jameson’ın Heideggerci ve Kierkegardcı olmadan sözünü ettiği kaygı, “geleceğin ve gelecekselliğin, tarihselliğin kaybını varoluşsal zaman boyutu içine, kendi içimize yerleştiren” (s. 313) bir kaygı. Mülk edinemediğimiz “kendiliğimizde” kaybetmekten korktuğumuz şey, fatihlerin en çok fethetmek istedikleri tarihselliğimiz ve geleceğimiz olacaktır. Jameson, bu kaygıyı tarihsellik içindeki “kendilik” içine yerleştirerek, kopuş ânını –devrim ânını– bu kaygıyla tasvir ediyor. Çok mu Le Guinci? Evet ama, yalnızca Mülksüzler’in Le Guin’i değil, aynı zamanda “Yerdeniz”in tarihsellikle örülmüş coğrafyası.

Jameson, ütopik tahayyülün ne olduğunu, ütopyanın ne olmadığını anlatarak derinleştiriyor: Olumlu beklentilerle, tatmin ve işbirliği uzamları yaratan cennet ya da pastorale denk düşen temsiller ütopya değildir: “Gerçekten de arzulanan toplumun pozitif kıstaslarını oluşturma girişimi, Locke’dan Rawls’a kadar liberal teorilerin temel niteliğidir –burjuva rahatlığı için teferruatlı tasarılar yani.” (s. 30) “Mükemmel toplum”, “organik işbölümü”, “herkesin huşuyla çalışıp huzur bağımlısı olarak yaşadığı sıkıcı cennetler” en çok “kopuş” ânını dışlar. Diğer bir deyişle, “burjuva rahatlığının teferruatlı tasarıları” tam da “devrimin yokluğu” üzerine kurulmuştur. Jameson’ın deyimiyle “liberallerin insan doğasına içkin olduğuna inandıkları tüm o ehvenişerler” ancak “kopuş”u tahayyül edemeyen insanın körelmiş ve tarihsellikten uzak halinde insana yapışan ehvenişerlerdir –ki ikinci doğa haline gelirler. Jameson, siyasî bir proje olarak ütopyacılığı yeniden canlandırma arzusuyla yazdığı bu kitapta, ütopyanın nasıl bir işlevi olduğunu “rahatı kaçıracak” biçimde ortaya koyuyor: “Ütopyacı çare öncelikle olumsuz olmalıdır ve tüm diğer kötülüklerin kaynağı olan, sefaletler ve adaletsizliklerin kaynağı olan kökü koparmak ve yok etmek için savaş tamtamı işlevi görmelidir.” (s. 30)

Le Guin’in büyüleri

Savaş tamtamlarından büyülere geçmek keskin bir geçiş gibi görünebilir, fakat kopuş ânına –kendilik içindeki kaygıya ve değiştirme ânına– çok yakın duran Le Guin’in büyülerinden söz etmenin tam zamanı. Öncelikle belirtmek gerekiyor ki, Le Guin’in tüm eserleri yalnızca bilim-kurgu ya da fantezi edebiyatında değil, ütopya edebiyatında da ayrıcalıklı bir yere sahip. Jameson, Le Guin’in Ütopya –ya da distopya– olarak bilinen ve en çok söz edilen eseri Mülksüzler’e değil, “Yerdeniz”e (son haliyle beşleme) vurgu yapıyor. Mülksüzler, mülkiyetin kaldırılmasıyla ne kadar enerjinin sökün edeceği ve bu enerjilerin toplumsal ilişkilere kanalize olmasıyla ilgili önemli bir fikir veriyor. Jameson’ın deyimiyle para ve mülkiyetin kaldırılması, yani More’un “kızıl ipliği” tüm ütopya edebiyatını kesiyor. Odo’nun günlükleri –Gülün Günlüğü– ise devrim hazırlığı ve tefekkürü üzerine önemli içgörüler sunuyor. Fakat “Yerdeniz” coğrafyası ve Çevik Atmaca Ged’in büyüme hikâyesi, Jameson’a göre Le Guin’i, çırağı olduğu Tolkien’den çok farklı bir yere koyuyor; Tolkien iyi ve kötünün dışlayıcı karşıtlığıyla yolunu İngiliz kilisesine çevirmişken, Le Guin yolu emperyalizmin siyasetine kaydırıyor: “Ged’in gücünü yanlı kullanarak kötüyü uyandırması, dünya çapında tarihsel bir krize sebep olur –büyü güçlerinin Yerdeniz’in her yerinde peyderpey yok oluşu–, böylece Le Guin etikle başlar, tarihle bitirir.” (s. 101) Tehanu’daki kadın düşmanı, sınıf kibri taşıyan karakter Jaspers “felç edici bir kuvvet olarak ötekinin büyüsüne boyun eğmenin canlı bir resmini sunar, bizi yeniden yabancılaşmanın ve sınıf mücadelesinin, maduniyetin ve ezilmişliğin somut toplumsal dünyasına yerleştirir. Le Guin böylece fantezinin de eleştirel, hatta gizemsizleştirici bir güce sahip olabileceğini göstermiş olur.” (s. 102)

Fantezi edebiyatının da “iyi edebiyat” kadar eleştirel olabileceğini Le Guin’de görebiliriz, ama burada ütopya nerede? Jameson’ın Mülksüzler’in yanısıra “Yerdeniz”i de ütopya edebiyatı ve bir savaş tamtamı olarak değerlendirmesi, “Yerdeniz”deki büyülerin kullanımına odaklanıyor. Le Guin büyü için tefekkür önerir; büyü, işleri kısa yoldan halletmenin bir yolu, araçsal akla hizmet eden “deus ex machina” değildir. Sahip olduğu güçle ne yapacağı, bu gücün nasıl kullanılacağı, gücün olumsal sonuçları üzerine tefekkür eden sadece Çevik Atmaca değildir; Le Guin’in “Batı Sahilleri Yıllıkları” da böyle kahramanlarla doludur. Peki, bizlerin asla sahip olamayacağı “doğaüstü” bir güç üzerine düşünen kahraman bizlere nasıl devrimci bir tahayyül ilham edebilir? Burada bizlere sirayet edecek devrimci ilhamın ne olabileceğini anlamak için Jameson’ın bıraktığı boşluğu Arendt ile doldurmamız gerekiyor.

Siyasi gücü kazanmak

Kitle, Arendt’e göre, insanı kamusal yani siyasî güçlerinden mahrum ederek yaratılmıştır. Burjuvazi siyaseti bir yük olarak görerek kendi özel alanına çekilmiş, ekonomik faaliyetlerinin “özgürlüğü”nden başka özgürlüklere pek de yüz vermemiştir. Siyasî ve özel alandaki kopukluk dolayısıyla, karıncayı bile incitemeyecek insanlar, görev icabı kitlesel katliamlar yapabilmiştir. Arendt modern insanı –ki post-modern insan da farklı bir durumda değil– karakterize eden şeyin siyasî güçsüzlük olduğunu söyler; insan dünya üzerinde değildir sanki, ihtiyaçlarıyla örülmüş özel alanında ilhak edilmiş geleceği için sigortalar yaptırır. Le Guin’in büyü güçleri üzerine tefekkür eden kahramanları ise kaybettiğimiz siyasî güç üzerine bize öz-düşünüm deneyimi sunuyor. Büyü dünyayı değiştirme gücüyse, siyaset gücü de dünyayı değiştirme gücüdür. Dünyayı değiştirme gücünden mahrum edilmiş insanın ilk önce kaybettiği öz-düşünüm, yani kendini dünya içinde tahayyül edebilme gücüdür. Dolayısıyla Le Guin’in büyüleri ve büyü gücü, insana dünyada olma hissini ve siyasî gücünü iade eder; bu yüzden devrimci bir çağrıdır. Fakat Le Guin, işlerin güç kazanmakla ya da güç üzerine tefekkür etmekle bitmediğini de anlatır; her siyasî güç gibi büyü gücü de eylemlerinin sonuçlarının olumsallığına karşı kırılgandır. Ve eylemin olumsallığına hep birlikte tahammül edebilmek için bir cennet yarattığımızı değil, hep birlikte bir dünya yarattığımızı unutmamız gerekmektedir. Jameson, anarşistleri, orta sınıf liberterlerinden ayırarak, “kitap ehli” (s. 266) kabul ediyor. “Gerek Marksizmin gerekse anarşizmin sosyalist ya da sol hareketler olduğunu” (s. 266) yani anarşistlerin, kapitalizmin şeyleştirmesine ve teferruatlı burjuva rahatlığına Marksistler kadar karşı çıktığını söylüyor. Fakat anarşistleri “diğer kitaplardan” ayıran ise, Le Guin’de görüldüğü gibi sahip olunan büyü-siyaset gücünün ve gücün eylemlerinin olumsal sonuçlarının yoğun bir öz-düşünüm sürecine tâbi tutulması ve bu sürecin merkezî bir yer işgal etmesidir.

Mülk edinilemeyen dünya

Çevik Atmaca’nın adım adım dolaştığı Yerdeniz, her eyleme eşlik eden öz-düşünümün dünyası olduğu kadar, Ütopya’yla coğrafyanın şiirsel ilişkisini gösterir; her coğrafya parçası başbüyücü Çevik Atmaca’yla gittiğimiz, hiyerarşinin bölmesini arzulamayacağımız, ama bu bölünmeyle karşılaştığımızda gücümüzden yitireceğimiz ve tüm gücümüzü bu katliama karşı kullanacağımız bir dünyadır; sonunda başbüyücü Çevik Atmaca tüm gücünü kaybeder, ama gücünü sonuna kadar kullanmıştır. Jameson buradaki gücün insanın siyaset gücü olduğunun farkında ve devrimci bir çağrı olan öz-düşünümsel tahayyülle “ideal toplum” üreten tasavvur arasında keskin bir ayrım yapıyor. Tasavvur bir cennet çizerek süreç anlayışını ve olumsallıkları dondurur, zamanın donduğu yerde mekân da mülk haline gelir. Jameson, tasavvurun çoğu zaman kapitalizmi iyileştirmekle uğraştığının altını çizerek, “donmuş zaman ve mülk mekân” ikilisinin daima el ele gittiğine dikkat çekiyor. Mülk edinilemeyen dünya Yerdeniz ise coğrafyanın tarihsellikle örüldüğünü, dünyanın dünyalardan oluştuğunu göstererek, ütopya anlayışına başbüyücü Çevik Atmaca kadar mütevazı ve hayatî bir katkı yapıyor.

Robert Nozick’in Anarşi, Devlet ve Ütopya’daki sözleriyle söylersek: “Ütopya’da tek bir topluluk ve tek bir hayat tarzı yoktur. Ütopya ütopyalardan, insanların farklı kurumlar altında farklı hayatlar yaşadığı çeşit çeşit topluluklardan oluşacaktır. Bazı topluluklar diğerlerine göre daha çekici gelecektir; topluluklar büyüyüp küçülecektir. Kimileri bir topluluğu bırakıp diğerine geçerken, kimileri de tüm yaşamlarını tek bir topluluk içinde geçirecektir. Ütopya, ütopyalar için bir çerçevedir –insanların ideal toplulukta iyi bir yaşam hayallerinin peşine düşüp bunu gerçekleştirmeye çalışmak için gönüllü olarak bir araya gelme özgürlüğüne sahip oldukları, ama hiç kimsenin kendi Ütopya hayalini diğerine dayatamadığı bir yerdir. Ütopya toplumu, ütopyacılığın toplumudur... Ütopya, meta-ütopyadır.”

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X