Tunca Arslan, “Yeşilçamla ulus inşası”, Milliyet, 20 Temmuz 2010
Umut Tümay Arslan Mazi Kabrinin Hortlakları adlı kitabında bir ulusun ve ‘Türklüğün’ kurulup pekiştirilmesinde sinemanın çeşitli açılardan üstlendiği rolü vurgulamaya çalışıyor.
Jacques Derrida, “Sinema, hayaletlerin birbiriyle yarışıdır” derken, yedinci sanatın ontolojik-varlıkbilimsel bile değil, çok daha ötesine geçerek, deyim yerindeyse ‘hauntolojik’ incelemelere müsait olduğunu öne sürmüş; bir anlamda, ‘ışık ve karanlık’ arasındaki sinema ile ‘varlık ve yokluk’ arasındaki hakikatın, en azından sembolik referanslar bakımından uyum içinde olabileceğini iddia etmişti. Derrida, bir filozof olarak, baktığımız yerden ve baktığımız zamandan görülemeyenin peşindeydi; sinemanın da bunu yaptığını-yapması gerektiğini savundu.
Bir çeşit ‘hauntoloji’
Gerçeğin, algıladığımız zaman mı, yoksa tersine algılayamadığımız zaman mı ortaya çıktığı türünden binlerce yıl geride kalmış bir tartışmayı ‘hortlatmadan’, Umut Tümay Arslan’ın Mazi Kabrinin Hortlakları / Türklük, Melankoli ve Sinema adlı kitabında, Türk sinemasına benzer bir çerçeveden yaklaştığını belirteyim. Kitap, bir ulusun ve ‘Türklüğün’ inşa edilip pekiştirilmesinde sinemanın çeşitli açılardan üstlendiği rolü; filmlerden, yönetmenlerin açıklama ve yazılarından, tartışmalardan örnekler vererek vurgulamaya çalışıyor.
Arslan, Bu Kâbuslar Neden Cemil? / Yeşilçam’da Erkeklik ve Mazlumluk adlı çalışmasının ardından bir kez daha sinemamızın kıvrımlarına dalıyor; algılanan ile algılanamayan, görünen ile görünmeyen vb. üzerinden, “bir ulus için çok önemli olan hikâyelerin yerine yenilerinin nasıl gelebileceğini” eleştirel bir dille tartışıyor.
Kendi ifadesiyle “toplumsal iktidarın duygular alanındaki hareketini Türk sinemasında takip etmeye çalışan” Arslan, “Kemalist milliyetçilik sonun başlangıcında” başlıklı bir röportajda (Yeni Şafak, 25 Ocak 2010), “Kemalizm, görünmez olduğunda başarı sağladı (...) Her ideoloji gibi Kemalist milliyetçilik de görünmez olabildiği, insanların onun adına konuşmaya başladığı, onun eksiklerini kapatmaya koyulduğu yerde esas başarısını sağladı” demişti. İşte elimizdeki kitap, bu bakış açısının altını dolduruyor; Türk sinemasını Doğu-Batı, merkez-taşra, melankoli-neşe, gözyaşı-kahkaha, Türklük ve öteki eksenlerinde ele alarak, bu sinemada görünenler kadar ‘görünmeyenlerin’ de izini sürüyor, yani bir çeşit “hauntoloji” yapıyor.
Melankoli egemenliği
Giriş ve devamındaki beş bölümden oluşuyor kitap. Zeki Müren filmlerinden Erksan, Akad ve Refiğ sinemasına, Batı sinemasının taklitlerinden ulusal sinema ya da İslami sinema arayışlarına açılan yelpazede, onlarca filme değinerek kendi çapında bir bütünlük sağlayan Arslan, bu sinema içinde kendilerine yer bulamayan “mazi kabrinin hortlaklarına”, Kürtlere, Müslümanlara, eşcinsellere, azınlıklara, kadınlara bir güzergâh çiziyor.
Türk sineması-Yeşilçam’a yönelik geleneksel güvensizliği bir başka dil aracılığıyla tekrarlayan Umut Tümay Arslan, ehlileştirilmiş bir sinema ikliminden söz ediyor genel hatlarıyla. Bu süreçteki istisna ve kopuşlara da dikkat çeken yazar, örneğin Yılmaz Güney’in “Umut”una ilişkin şu saptamayı yapıyor: “Ulus imgesinin cinsiyetle, göçle, etnisiteyle, sürgünle, sıradan kötülükle çoktan bölündüğünü gösteren bu filmlere yolu açan ‘Umut’, Türk İyisi’nin ötesindeki bir sinemanın başlangıcıdır.”
Sinemamızın hemen her dönemine egemen olan ‘melankoli’nin üzerinde ısrarla duran, korku reflekslerinin altını çizen, duygusal yatırımlara dikkat çeken yazarın, “Kayıp deneyiminden geri-dönüşlü bir şekilde kurgulanan akustik ayna hayali, iç dünyanın, bize ait olanın masallaştırılmış topografyasıdır bir bakıma” türünden zorlu cümleleri bir yana, derdini en azından akademik dünyaya iletmekte zorlanmadığı söylenebilir.
Bir diğer düşünür, Marksist edebiyat ve kültür eleştirmeni Fredric Jameson, Türk sinemasının günümüzün önemli ‘ulus sinemaları’ndan biri olduğundan (olumlu anlamda) söz etmiş ve ulusal kalabilmiş az sayıda sinemanın küreselleşmeye direnebilme konusunda tek dayanak olduğunu ileri sürmüştü. Arslan bu özel bağlamda, küreselleşme ve ulus sinemalarının üzerinde biraz daha derinlemesine dursaydı keşke. Ve keşke küreselleşmenin keyfini süren hortlaklar hakkında daha fazla bilgi sahibi olabilseydik.