| ISBN13 978-975-342-669-5 | 13x19,5 cm, 184 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Didem Güngören, “Rüzgâra Karşı Nasıl Yaşanır?”, TimeOut İstanbul, Ağustos 2008 Edebiyat da müzik de uğraşının bir ömüre yayıldığı alanlar. Bir çalışma alanı gibi değil de, daha çok kişinin kendisinin, her şeyi ile neredeyse, su yüzüne çıktığı yerler bunlar. Dolayısıyla işin sonucu, kişinin “sonucu” ile daha doğrudan bağlantılı. Bu varoluş biçimi ve bunun geç dönem eserleri Edward W. Said’e göre genellikle bir tür dünyayla uzlaşma, kendiyle barışma özellikleri gösteriyor. Ama her zaman değil. Uyum ve çözüm önermeyen geç dönem eserlerinin varlığı Said’i kendi geç döneminde böyle bir tema kesiştiriyor. Edward Said kanser olduğunu öğrendiğinde bu kitabın temasını bir süredir kafasında evirip çeviriyordu. İnsan hayatının evrelerden oluştuğu düşüncesi, bu evrelerin de kopmadan birbirini izlediği düşüncesi bir biçimde insana hayatının bu evrelerinde ortaya çıkan eserlerin de estetik anlamda birbirini izlediği ve sonunda bir toplam çıkarılarak bunların birbirine eklenebileceği fikrini getiriyordu. Peki o halde, hiç de böyle görünmeyen, aksine geç dönemin “olgun” meyvelerinden hiç de nasibini almamış gibi görünen, içinde deneyimin ve bilginin özsuyundan sanki bulundurmayan eserlere ne diyecektik? Adorno’nun bu açıdan açtığı yoldan giden Said’in kavramsal çerçevesi oldukça akıl karıştırıcı ve hatta bir o kadar da cazip. Bu geç döneme ithaf edilen uyum ve çözüm önerisi bir bakıma modern bireyin üzerine yüklenen işlerden, görevlerden bir tanesi. Modern dünya ile uyum sanki insan ömrünün içinden çıkarılarak ulaşılması gereken bir yüksek mertebe gibi. Öte yandan, her şeyin bir vaktinin olduğu düşüncesi Eski Ahit’ten beri kültürel insanın donanımının en önemli parçalarından bir tanesi. Yaş ilerledikçe, sağlık bozuldukça insanın bilgeliğinin artması, kutsallığa ulaşması söz konusu. Bu durumun bozulduğu, sekteye uğradığı, bu çizginin kırıldığı anlar Said için önemli anlardan, zira bir bakıma hali hazırdaki düzene insanın ömrünü ateşe atarak, bilgeliğinden, kendisinden beklenenden, feragat ederek karşı durması demek bu. Kültürel bilgeliği, modernliğin en önemli önerisini reddetmek; insanı belki de ilk önce olduğu şeyin gücüne (hatta yıkıcı günüe) yaklaştırmak demek. Bir bakıma kendisinin en önemli öğelerini tam da tamamına erdireceği yerde dünyaya diklenmek adına kat ettiği yolu bambaşka bir biçimde dünyaya fırlatmak demek. “Kariyer ve sanatçı ustalığı nosyonları paramparça eden” eserlerin yolunu Adorno Beethoven’in son beş piyano sonatı ile açıyor. Edward Said’in kavramsallaştırmasının hareket noktası da Adorno zaten. Örnekleri çoğaltan ve bu kavramsallaştırmayı derinleştiren Edward Said bir noktada Adorno’nun yakıcı ve yıkıcı gücünden biraz olsun sapıyor. En yetkin örneği Glenn Gould. Zamanımızın en ikonik piyanisti Gould aynı zamanda yetkin bir entelektüel. Bir icracı olarak başka alanlara gitmeyi, oralarda da aynı yetkinlikle düşünmeyi çalışmayı ihmal etmemekle dikkat çekiyor. Kültürel dünyanın farklı alanları arasındaki gitgide açılan uçurum Said’e göre Glenn Gould’u pek etkilemiyor gibi, dahası Gould’un Bach ile kurduğu “bir ömürlük” ilişkisindeki derinlik ve “haz” Gould’un eserlerinde doğrudan izlenebiliyor. Said’in “haz” kavramını Adorno’dan ayrılarak Geç Dönem Üslubu’na yerleştirdiği yer burası. “Parmaklarını ustalıkla kullanan bir çok müzisyenin aksine” Glenn Gould’un izleyici/dinleyici üzerinde yarattığı etki onları doğrudan onları etkilemek olarak değil, onları “kışkırtarak, beklentilerini boşa çıkararak ve kendi Bach müziği okumalarına dayanan yeni düşünme türleri yaratmak” şeklinde ortaya çıkmakta Said’e göre. Mesele eğer birilerine yaşamdaki düşünme biçimine üzerine düşünme alanı açmaksa, eğer sanatçılıkla ilgili keyifli ya da zor olan şeyi düşünme biçimlerini yeniden örgütleme olanağı sağlamak gibi bir yerlerden çıkaracaksak ve sanat gibi bir şeyi buradan /yeniden okumaya kalkacaksak, Said’in getirdiği öneri dinlenmeye değer gibi duruyor. Ne Adorno’nun kendi yaşadığı dönemin de etkisiyle yaşamın ağır yükünü yüklenen, ne de günümüzün izole, kendisinden başka bir şeyi bilmeye ve denemeye, sanatın ve eserlerin sıfır noktasındaki doğasını araştırmaya kalkışmayan, rahatına düşkün sanatı... Edward Said yaşamının geçliğinde araştırdığı ve ortaya çıkarttığı şeyi, tam da bunu araştırırken, bunu çalışırken yapıyor. Bu kitabı oluşturan notlar ve verdiği dersler yaşamının sonunda aklına takılanı ve geliştirerek önerdiği önerdiği şeyin de gerçekleşmiş hali gibi. Gould gibi o da, “iyi bir restoranda arkasına yaslanmış” ve alıştığı hazır ve lezzetli yemeğin gelmesini bekleyen okuru sarsıyor. Yola çıktığı yerden araya bir yere sapıyor, Glenn Gould ile devreye giren bu analitik analize dayanan, sarsılıcıktan kuvvetini alan “haz” meselesini gündeme getiren bu sanat okuması bizim karşımıza müzelerde, sokaklarda karşımıza çıkan “sanat eserleri”ne bakışımızı kökten değiştirmeye aday. Sanat bu şehirde artık daha fazla dolaşıma girmişken, hatta artık göz ardı edemeyeceğimiz durumdayken, Edward Said’in önerisi bize yol gösterebilir. Atlamamakta fayda var. |