| ISBN13 978-975-342-669-5 | 13x19,5 cm, 184 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Emrah Pelvanoğlu, “Geç Gelen Üslup”, Kitap Zamanı, 7 Temmuz 2008 “Edward Said’den başka belki de hiç kimse sömürgecilik-sonrası tarihyazımı, klasik müzik ve anti-emperyalist politikalar arasındaki kuramsal bağlantıları bu denli ikna edici ve belâgatli bir şekilde anlatamazdı”. Said’in son dönem çalışma arkadaşlarından Andrew N. Rubin, onun 2003 yılındaki ölümünün ardından yazdığı yazıda, Said’in Columbia Üniversitesi’nde verdiği seminerleri bu cümleyle anlatıyordu. İlk basımı 2006 yılında yapılan Geç Dönem Üslubu: Rüzgâra Karşı Edebiyat ve Müzik de temelde Rubin’in tanımladığı bu seminerlere dayanıyor. Aslında yarım bir çalışma olan Geç Dönem Üslubu, kendisi de bir piyanist olan Said’in, Adorno’nun Bethooven yorumlarından ödünçleyerek kullandığı “spatstil” (geç dönem üslubu) tabiri etrafında yaptığı bir dizi okumadan oluşuyor. Bu okumaların önemli bir kısmının Mozart, Strauss, Glen Gould, Bethooven gibi bir dizi besteci ve yorumcunun geç dönem çalışmaları üzerine olması ve kimi yerlerde Said’in bir uzman düzeyinde teknik detaylarla tartışması Geç Dönem Üslubu’nu, Şarkiyatçılık sonrası metinlerden ve Said’in edebiyat eleştirisini merkeze alan yazılarından farklı kılıyor gibi gözükebilir. Ancak “Dünya Metin ve Eleştirmen” gibi yazılarıyla ve özellikle Kültür ve Emperyalizm’de tartıştığı kontrapuantal (iki ya da daha fazla melodinin bir arada çalınmasından meydana gelen) eleştiri nosyonuyla Said, Rubin’in de belirttiği gibi klasik Batı müziğini eleştirel hümanizminin kuramsal bir parçası kılmıştı. Doğu Batı Divanı Orkestrası bu pozitif eleştirelliğin en somut örneği olarak da okunabilir. Nitekim Geç Dönem Üslubu’ndaki Glenn Gould (1932-82) yazısında Said, bu uzaklık yanılsamasını klasik Batı müziği dünyası ile daha geniş bir kültürel çevrenin arasındaki giderek büyüyen uçuruma bağlar. Yaş ilerledikçe bilgelik artar mı? Kitabın ilk yazısı olan “Vakitlilik ve Geçlik”te Said, kendi geç dönem üslubu yorumları için bir başlangıç hazırlar. “Yaşı ilerledikçe, insanın bilgeliği artar mı” diye sorar örneğin. Bir ömür süren estetik çabayı taçlandıran yapıtlar herkesin aşikârıdır: Rembrant ve Matisse, Bach ve Wagner’de olduğu gibi. “Peki ya uyum ve çözüme ulaşma değil de, uzlaşmazlık, güçlük ve çözüme ulaşmayan bir çelişki şeklinde ortaya çıkan sanatsal geçlik örnekleri?”. Adorno’nun (1903-69), Beethoven’in (1770-1827) geç dönem yapıtı “Missa Solemnis” (1823) üzerine yazdıkları bu soruyu kışkırtan en önemli etkendir çünkü Said’e göre Adorno’nun kendisi başlı başına bir geç dönem figürüdür. O çok parçalı ve hemen her konuda söz söyleyen külliyatıyla Adorno, zamanın ruhuna (Zeitgeist) karşı savaşmış ve onunla asla uyuşmamıştır. Benzer bir uyuşmazlığı Said, Richard Strauss’un (1864-1949) “denetimsiz ve zamanının itibar gören ekollerinden hiçbirine dahil edilemez” geç dönem gelenekçiliğinde bulur. Mozart’ın (1756-1791) yazdığı son operalardan biri olan Cosi fan tutte (Bütün Kadınlar Bunu Yapar, 1790) bütün yüzeyselliğinin ve şımarıklığının altında, kesin bir şekilde çizilmiş sınırlarını aşmadan krizdeki toplumun yozlaşmasına ışık tutan bir geç dönem rahatsızlığının ürünüdür. Geç Dönem Üslubu’nun en ilgi çekici bölümlerinden biri de “Jean Genet’ye Dair” yazılanlar. Fransa’nın bu onulmaz muhalifinin Kara Panterler’den Cezayir Savaşı’na ve orandan da Filistin Davası’na sıçrayan, altüst edici ama yine de sert enerjisini ve vizyonu Said, Deleuze ve Guattari’nin Bin Yayla’da sözünü ettikleri göçebe figürlerin sürekli farkındalık ve aydınlanma arayışıyla açıklar. Paravanlar (1961) ve Sevdalı Tutsak (1986) Cezayir ve Filistin mücadelelerinin öyküleridir ancak Said’e göre hiç tükenmeyen bir ölüm izleğinin peşindeki Genet (1910-86), bu geç dönem yapıtlarında kendi mutlağının yani “her şey söylendikten ve yapıldıktan sonra bile sakinleşmeyecek, başka bir şeye dahil edilmeyecek ve ehlileştirilmeyecek” olanın derdindedir. Kitabı yayıma hazırlayan Michael Wood, yazdığı giriş yazısında Geç Dönem Üslubu’nun Said’in son çalışması olarak bir vakitsizliğe ertelenmiş olmasını inanılmaz bulur. İlk çalışması Başlangıçlar olan bir yazarın ölümünden sonra yayımlanan son çalışmasının spästil üzerine olması gerçekten ironiktir. Ancak Said için geç dönem olgunluk ve dinginliğin değil, tekinsizlik ve uzlaştırılamazlığın üslubudur. Tamamlanmış ve vaktinde yayımlanmış bir Geç Dönem Üslubu’nun aynı çekiciliği ve ironiyi taşıyacağını iddia edebilir miyiz? Bir de Türk edebiyatı özelinde düşünürsek; hangi yapıtlar, hangi yazarlar geç dönem üslubunun çekiciliğinde değerlendirilebilir? Yahya Kemal, Aldülhak Şinasi Hisar, Oğuz Atay? |