Beyaz Arif Akbaş, “Rüzgâra fısıldayan adam”, Birgün Kitap Eki, Haziran 2008
Edward Said, 1935 yılında Hristiyan bir ailenin çocuğu olarak Kudüs'te dünyaya gelir. Aslında Filistinli olan Said, birkaç yıl sonra Filistin'in İsrail tarafından işgali üzerine göçmen olarak Mısır'a yerleşir ve eğitimine Kahire'deki okullarda başlar. Mısır'daki okuldan bir takım nedenlerle disiplin cezası alarak uzaklaştırılınca, babası onu eğitimini sürdürmek üzere Amerika'ya gönderir. Amerika'nın en önemli liselerinden Mount Harman’da okuyan Said, Princeton Üniversitesi'nde lisans eğitimi, Harvard Üniversitesi'nde ise yüksek lisans eğitimini tamamlar ve daha sonra New York'da Columbia Üniversitesinde ders vermeye başlar. Doktora tezi Joseph Conrad üzerinedir.
Vefatına kadar Columbia Üniversitesi, Karşılaştırmalı Edebiyat doktora programının başkanlığını yürütmüştür. O, Filistin sorununun bölgesel bir mesele olmaktan çıkıp, evrensel bir meseleye dönüşmesine herkesten daha çok katkıda bulundu. Kendi deyimiyle söylersek o bir entelektüeldi; sürgün, marjinal, yabancı...(Ayrıntı, 1995) Siyasal kimliğe de sahipti, her yazdığı yazıda mevcut iktidara karşı mazlumdan yana tavrı olan, Batı’nın kendi konumunu Doğu’ya borçluluğunu ortaya koyan tavizsiz bir entelektüel idi.
Sürgünlük, bir insanın içinde yaşadığı toplumun yerlilerinden olmamayı, orada hep tedirgin, rahatsız ve başkalarını da rahatsız eden bir yabancı olmayı içeren bir konumdur. Ama geçmişinin, dilinin, milliyetinin sunduğu ucuz kesinliklerin ötesine geçip evrensellik idealin de ısrar edenler, hep marjinal kalmayı bir yoksunluk olarak değil, bir özgürlük, bir keşif süreci olarak yaşarlar. Entelektüel, toplumda bir uzlaşma oluşturacak genel simgeleri yaratan biri değil; bu simgeleri sorgulayan, kutsal sayılan gelenek ve değerlerin ikiyüzlülüğünü, ırkçılığını, cinsiyetçiliğini teşhir eden; hiçbir fikir ayrılığına tahammülleri olmayan kutsal metin gardiyanlarıyla mücadeleden çekinmeyen kişidir. Kış Ruhu kitabında Edward Said'in sürgünlük, göçmenlik, sömürgenin temsil edilme biçimi ve günümüzdeki edebiyat eleştirisi üzerine fikirleri anlatılmıştır. Akademi ve fikirler dünyası ile kaba siyaset, devlet iktidarı ve askeri güç dünyası arasındaki fiili yakınlıkların görmezden gelindiği çağımızda, entelektüellerin ahlaki rehabilitasyona ve yeniden tanımlanmaya ihtiyaç duyduğunu belirten Said, herkesi bugünkü kültürel durumla hesaplaşmaya çağırıyor ve "Entelektüel sıfatıyla içine kapatıldığımız disipliner gettoların sınırlarını yıkıp geçmek, dünyanın nesnel temsilini uzmanlarla onların müşterilerinin oluşturduğu küçük zümrenin eline bırakmamak zorundayız," diyor.
İktidarların baskısı giderek artarken, kamusal alanda yoksullar, yok sayılanlar, güçsüzler adına kendi görüşünü ve tavrını temsil etmekte ısrar eden bireydir entelektüel. Bu manada Said hiçbir kahramana veya otoriteye boyun eğmez. Yaşadığı ülkede kamuoyunun linç edici rüzgârına karşı bıkmadan usanmadan davasını anlatmıştır o. Hatta bir keresinde Lübnan sınırına giden ünlü entelektüel, İsrail tarafına attığı taşın Reuters muhabiri tarafından görüntülenmesiyle dünya basınına konu olmuş, kendisiyle konuşan gazetecilere "Taş atarken çok hoş duygular yaşadığımı inkâr edemem. Galiba bir tanesini de isabet ettirdim" demiştir.
Edward W. Said’i, son yüzyılın en büyük entelektüellerinden biri olarak anmak abartma sayılmamalı. Oryantalizm kavramını, eleştirel bir kuramsal araç olarak, o ‘icat’ etti. Bunun ötesinde, siyasal fikirleri doğrultusunda da harekete geçebilen bir entelektüeldi. Vicdanlı bir entelektüeldi ve entelektüel vicdanın taşıyıcısıydı. Her türden tahakküm ilişkilerine karşı radikal bir sol tavrı vardı – muhalefetin kendi içinde de olsa... Yersiz Yurtsuz isimli otobiyografi Said’in kanser olduğunu öğrendiği 1991 yılında yazmaya başladığı anılarını sunuyor okurlara.
Said’in en yoğun şekilde uğraştığı konulardan birisi de Kültür ve Emperyalizm idi. Batı emperyalizminin on dokuzuncu yüzyılda ve yirminci yüzyılın başlarında ulaştığı olağanüstü etki alanı, siyasal tarihin en şaşırtıcı olgularından biridir.
Şarkiyatçılık ise Avrupa'nın Doğu fikridir. Genellikle Doğu'yu anlatmaya çalışan ve Doğu'yu inceleyen bu ilim, Batı'da meydana getirilmiş ve Batı'nın çıkarlarına yönelik olmuştur. Edward Said bu kitabında Batılıların Doğu'yu nasıl çarpıtarak ele aldıklarını ve bunu hangi yöntemlerle gerçekleştirdiklerini ve böyle bir davranışa hangi gaye ile başvurduklarını gözler önüne sermeye çalışır.
Şarkiyat bilgisinin bugün bir anlamı varsa eğer, o da Şarkiyatçılığın, herhangi bir bilgide, herhangi bir yerde, her an ortaya çıkması mümkün bir zaaf konusunda uyarıcı bir örnek oluşturmasıdır. Okuruma Şarkiyatçılığa verilecek yanıtın Garbiyatçılık olmadığını göstermiş olduğumu umuyorum.”diyor.
Amatör bir müzisyen olan ve The Nation dergisinde müzik hakkında düzenli olarak yazan Said'in bu konudaki yazıları, Müzikal Nakışlar adlı kitabında toplanmıştı. Batı klasik müziğinin nasıl inşa edildiğine bakıyor. Kendisi de –Adorno gibi– bizzat iyi bir piyanist olan Said, Adorno'nun açtığı yoldan, onun izini sürüp bazen onunla tartışarak modern müziğin ve modernitenin dinamiklerini arıyor Müzikal Nakışlar'da.) Müzik sadece müzik değil, Said'e göre, aynı zamanda büyük bir paradigmanın, toplumsal değişkenlerin parçası. Üstelik Beethoven’den itibaren toplumsallaşmanın –ya da toplumdan kaçmanın– aracı... Klasik müziğe sonsuz sevgi duyan Edward Said, bu kitabı oluşturan üç konferansında, günümüzde pek çok kişiye uzak, soğuk ve eski gelen bu müziği sevilir kılmanın ipuçlarının, kitlesel gösterilerin gizlediği bir hazzın ve mahremiyetin peşine düşüyor –frak giymeden.
Son olarak Said’in dilimize Geç Dönem Üslubu / Rüzgâra Karşı Edebiyat ve Müzik adlı eseri çevrildi. Yazımızın başlığı birazda bu yapıta bir göndermeyi içeriyor. Rüzgâra fısıldayan adam Edward Said'in zihnini uzun zaman meşgul eden bir mesele geç dönem üslubu. Richard Strauss, Beethoven, Thomas Mann, Jean Genet, Giuseppe Tomasi di Lampedusa, Konstantinos Kavafis, Luchino Visconti ve Glenn Gould'un geç dönem eserlerini inceleyen Said bu kitabın yayımlandığını göremeden aramızdan ayrılmıştı. Bu kitabında Fırtınalı vadilerde esen bir rüzgâr değil de sanki hayatının son demlerindeki bir ıhlamur ağacını yavaşça okşayan meltemin sesi ve müziği var. Esasen Said'in 1995'te Columbia Üniversitesi'nde verdiği dersleri temel alan bu eser, sanatçı ve sanat eserine dair mitlere değinerek, geç dönem eserlerinin başka bir boyutunu gün ışığına çıkarıyor. Çoğu durumda toplumun beğenilerine ters düşen bu eserlerdeki hakiki sanatsal deha ışıltısının büyüsüyle ilgilenenlere hitap ediyor. Ne diyor şair: ‘Büyü! Bir ölüm gibi ortak...’