Mehmet Tezkan, “20 yıl sonra Ayet ve Slogan”, Vatan Kitap, 9 Şubat 2011
Bir kitabı okurken hiç bu kadar heyecanlanmamıştım.
Niyesine geleceğim.. Önce kitaba içine girelim. Ruşen Çakır, tarikatları, İslami cemaatleri, oluşumları, dergilerini, hedeflerini, kadrolarını, partilerini anlatmıştı. 20 yıl önce. Dedikleri çıkmış mı? Hem de nasıl.
Peki, ne anlatmış; Modernleşen gelenek demiş; İskender Paşa Dergahını anlatmış. Mehmet Zahit Kotku’dan, Mahmut Esat Coşan’a uzanan Gümüşhaneli Dergahı’nı... Daha doğrusu, Nakşibendi tarikatının en büyük kolunu.
O dönem işleri zordur. Niye mi?
Osmanlı’da, İslam’ın ön planda tutulduğu toplumlarda bireyler nice aşama ve zorluklardan geçerek, elene elene bu tarikatlarda yer alıyorlardı. Bir nevi toplumsal hayatta girme, yer tutma, mevki alma kanalıydı. Cumhuriyet döneminde İslam olmasa bile İslam’ın Ortodoks yorumları baş engel görünüyordu. Bu sebeple işleri zordu. Meşhur İslam dergisini çıkarırlar. Ders, vaaz, sohbet, konferans, seminer, kurs yeterli bulunmamıştır. Dergi bu sebeple çıkar. Ruşen Çakır bu durumu; sözden yazıya geçiş diye özetler..
Nedir hedef?
Tabii ki devlet içinde kadrolaşma. Erbakan’ın MSP’sine tam destek verirler. Şu bölümü birlikte okuyalım: “Koktu, politika dışında ama ona sıkı sıkıya bağlı bir biçimde devlet işleriyle de uğraşıyordu (...) Özellikle 1960’ların sonlarına doğru Devlet Planlama Teşkilatı’nın üst düzey birçok kadrosunun onun eğitim halkalarına katıldığı biliniyor. MSP de, gerek CHP ile yaptığı koalisyonda, gerekse de Milliyetçi Cephe koalisyonlarında elde ettiği kilit bakanlıkların yeniden kadrolaştırılmasında çoğunlukla Hocaefendi’nin rahle-i tedrisinden geçmiş üniversite mezunu, taşra kökenli kişilere başvuruluyordu” (s. 24)
Kadrolaşma değince, Naşilere bir nokta koyup Fethullah Gülen hareketine geçelim.. Çakır, 20 yıl önce başlığı atmış. ‘Fethullahcılar: Gözyaşı, sabır, devlet ve millet’ demiş. Bugüne bakarsak; gözyaşı dinmiş, sabır süreci bitmiş, ya devlet! O dönem Fethullah Gülen ile kavgalı olan İBDA’cıların aylık İslamcı militan dergisi, Ak-Doğuş, Gülen’i, MİT ve emniyetle diz dize ve göz göze olmakla suçlamıştı (s. 184) Bugün de öyle mi?
İşte Ruşen’in kitabını 20 yıl sonra bir kez daha okurken heyecanlanmamın sebebi bu.. 20 yıl önceki hedef neydi bugün ne oldu. (Bende Ocak 1991 tarihli üçüncü baskısı olduğuna göre tamı tamına 20 yıl demektir.)
Nedir Gülen cemaati veya hareketi? Bir partiyi desteklemiş midir? Net yanıtı yok. Ama açık biçimde desteklemediği ortada. Çünkü...
Ruşen Çakır’a göre; “Fethullah Hoca için şu ya da bu partiyi desteklemekten daha önemli işler vardır: Kendi grup varlığını oluşturmak, pekiştirmek ve güçlendirmek. Bu amaçla yakın çevresine vakıflar kurdurdu, dergiler çıkarttırdı, öğrenim çağındaki gençlere verdiği öneme paralel olarak özel dershaneler açtırdı. Bütün bu süreç içinde yazdığı yazılar, verdiği vaazlar ve bizzat iştirak ettiği gençlere yönelik derslerle kendisi de bu ilk örgütlenme dönemlerinde, karizmasını bol bol kullanarak bilfiil çabaladı.” (s. 110)
Şöyle bir arkanıza yaslanın düşünün.. Gülen amacına ulaşmış mı? Ruşen’in 20 yıl önce yazdıkları harfiyen çıkmış mı? Evet mi? O halde bu kitabı hemen alın, okuyun, siz de heyecanlanacaksınız.
Gülen cemaatinin iki önemli yayın organı vardır; taa 1979 yılında yayın hayatına başlayan Sızıntı dergisi ile Zaman gazetesi. Cemaatin ne düşündüğünü anlamak için, ne yapmak istediğini anlamak için bugün Zaman gazetesi önemli bir kaynak. Haberlerin veriliş şekli, haber analizler, yorumlar.. Hepsi çok önemli.
Gelelim Gülen’in askerlerle olan ilişkisine..
Her ne kadar zulme uğradığı söylense de, Gülen’in 12 Eylül’ü desteklediği aşikardır. O dönemki hareketleri terörist ve anarşist olarak tanımlar. 1980 yılının şubat ayında verdiği bir vaaz da şöyle der; “İstihbarat duysun, emniyet duysun, askeriye duysun, başbakan duysun, riyaset-i- cumhuriye duysun. Polisiye, askere kurşun sıkan bu hainlere mahkemelerde ceza verilmezse ne devlet kalır, ne millet!” (s. 111)
Zahit Kotku’dan, Mahmut Esad Coşan’a, oradan Fethullah Gülen’e geçtik... Gelelim; kitapta atılan başlıkla; Çilekeş bir kavga ve fikir adamı; Bediüzzaman Said Nursi’ye... Nurculuk hep tarikat olarak görülmüştür. Oysa Said Nursi, “Tarikatsız cennete giden çoktur. İmansız cennete giden yoktur” diyerek çabalarının çok farklı olduğunu ıslarla söylemiş.. Nedir o çaba.. Şu: “En geniş manada Müslüman cemaatin imanını kurtarmak, güçlendirmek, onu rakiplerinin silahıyla kuşatmak (seküler bilime karşı İslami bilim) ve bu geniş Müslüman cemaat içinde bir tür öncü rolü üslenecek, daha rafine bir imana, daha güçlü bir cemaat kardeşliği duygusuna sahip ikinci bir cemaat (Nur talebeleri) meydana getirmek.” (s. 89)
Mehmet Zahit Kotku’nun Nakşibendiliği yaymaya çalışırken karşılaştığı en büyük zorluklardan birinin Said Nursi’nin “Devir tarikat devri değil, imanın yeniden ihsas devridir” sözü olduğu belirterek bu bahsi kapatalım.
Kitapta başka ne var? İsmail Ağa cemaati de var. En katı, en sert, ‘niçin’den çok ‘nasıl’la ilgilenen şekilci bir tarikat diyebiliriz. “Kadınların çarşafa bürünmesinin, erkeklerin sakal bırakıp, şalvar, sarık, cübbe kullanmasının temel şart olduğu bu tarikatta gündelik yaşamın en ince ayrıntıları konusunda neyin nasıl yapılması şeyh tarafından belirlenip müridlere dayatılıyor.” (s. 65)
Tabii ki Menzil Dergahına da yer verilmiş, tabii ki, Kadiriler de var, Büyük Doğu- İBDA da, Mealciler de, Adnan Hoca da. Niye mi varlar? Ruşen Çakır kitabın başında, “Elhamdülillah Müslümanım” diyenleri kabaca üç kategoride ele aldığını söylüyor. Bir, sıradan Müslümanlar: Dini inançlarının gündelik yaşamın belirleyicisi olarak algılamayanlar. İki, dindar kalabalıklar: Dinlerini yaşamlarının en belirleyici temel unsuru olarak kabul edenler. Üç, İslamcılar: İslami sadece din olarak değil, dünya nizamı olarak görenler..
Kitap üçüncüsüyle ilgilenir.
Aradan 20 yıl geçmiş? Peki Ayet ve Slogan için kim ne demiş?
Kitabın ilk baskısından 11 yıl sonra yapılan yeni baskısına (galiba sekizinci) önsöz yazan Prof. Dr. Şerif Mardin hepimiz için çok önemli bir referans kaynağı oldu dedikten sonra şu satırları ekler: “Çakır’ın araştırmaları en az altı özgün araştırma alanına ışık getirmişti: Türkiye’de İslamlığın liderliğinin kimler tarafından oluşturulduğu; siyasetle olan ilişkileri; İslami teşkilatlanmanın sınırında olan ancak “icazetli” sayılması mümkün olmayan aydınların fikirlerinin ülkemizde İslamı nasıl etkilediği; liderlerin, bu aydınların da fikirleriyle dini inançları bugünkü bilgi çerçevemizi kullanarak yeni ve “ideolojik” bir söylemle nasıl yoğurdukları; Türkiye’de ancak bölük pörçük bilgilerle yazıya aktarılan tarikatların yaygın etkisi.”
Bugünün penceresinden 20 yıl önceye bakmak o günleri hatırlamak, o gün olup bitenlerin sonuçlarını yaşamış olmak ve en önemlisi o günlere geri gitmek heyecan verici..
20 yıl sonra Ruşen’in kitabı böyle..