Sunuş, s. 7-10
Bir yandan seviniyor, bir yandan üzülüyorum, çoğunlukla da sinirleniyorum. 1990 Kasım ayında yayınlanan Ayet ve Slogan, Türkiye'de İslami Oluşumlar adlı kitabımın "Sunuş" bölümüne göz atanlar ya da bu kitabın ardından benimle yapılan söyleşileri okuyan veya sohbet toplantılarına katılanlar biliyor: Sol görüşlü bir gazeteci olarak 1985 yılında başladığım İslami kesimle ilgili çalışmalarım boyunca, genellikle ne İsa'ya ne Musa'ya yaranabildim. Gerek İslamcı olmayanların, gerek İslamcıların, yakında İslamcı olacağım yolundaki beklentileri bazen eğlenceli olmakla birlikte genellikle acı verdi. Ancak her iki kesimin de yılların önyargılarından yavaş yavaş uzaklaştıkları yolunda küçük de olsa kimi işaretler görmek insanı mutlu etmeye yetebiliyordu.
27 Mart 1994 seçimlerinden yaklaşık on gün sonra bu satırları yazarken, RP'nin seçim zaferinin Türkiye toplumunun birbirini daha iyi anlamasına vesile olabileceği ihtimali karşısında sevinçliyim. Artık İstanbul ve Ankara başta olmak üzere 28 ilimizi yöneten belediye başkanları RP'den; yani onları tanımama ısrarındakiler teorik olarak daha fazla direnemezler.
Üzülüyorum, çünkü teori olmadan pratik olmaz, ama her zaman pratik teoriye göre de şekillenmiyor. Şu on günde hem RP'lilerin hem RP'li olmayanların, zafer sarhoşluğu ya da yenilgiden doğan infial gibi nedenlerle yakaladıkları fırsatları ellerinin tersiyle ittiklerini görüyorum.
Sinirleniyorum, çünkü insanların birbirlerini tanımamaları, birbirlerine karşı ayrımcılık yapmaları konusunda büyük sorumluluğu olan egemen medya bir taraftan gerilimi körüklerken, diğer yandan RP'lileri de diğer partililere benzetmeye çalışıyor. RP'nin ve bu partinin kazandığı belediyelerin binalarında alışılmış görüntülerle karşılaşıyorum: Gazeteciler yeni iktidar sahiplerini tanımak ve haber atlatmak için çırpınıyor, RP'liler ise artık her yere bir gazeteci ordusuyla gideceklerini kavramanın şaşkınlığını ve keyfini yaşıyorlar.
Karamsarım, toplum içi gerilim ve çatışma ihtimalleri beni ürkütüyor – bir ülkede turist sayısı azalırken yabancı gazeteci sayısı artarsa iyimser olmak zordur. Ama bundan çok, RP'lilerin sistem dışı potansiyellerini sistemin bekası için çok çabuk gözden çıkartacaklarının, diğer sistem partileriyle aralarındaki az buçuk farklılıkların üstünü hızla örteceklerinin işaretlerini alıyorum; RP'lilerdeki anlaşılabilir zafer sarhoşluğunun, yerini intikam ve iktidar sarhoşluğuna bıraktığını görüyorum. Yine de RP'li belediye başkanlarının, yerel yönetimler konusunda farklı bazı anlayışlar geliştirebilecekleri umudumu korumak istiyorum. "Bunlar kazanacağına rüşvetçiler kazansaydı" diyenlere katılmıyor, RP'li belediye başkanlarının en azından rüşvetin önüne geçeceklerini umuyorum. Ama RP'li belediyelerde kayırmacılığın, ayrımcılığın olmasının kaçınılmazlığını da görüyorum.
*
Bu kitap, seçimden yaklaşık iki ay önce yazılmaya başlandı. Bir anlamda Ayet ve Slogan'ın devamı niteliğinde "90'lı Yıllarda Türkiye'de İslami Hareketlilik" altbaşlığıyla iki ciltlik bir proje düşünüyordum. Bunun biri RP üzerine olacaktı. Çünkü RP, ülkedeki tüm İslami hareketliliği tekeline almış bir görünüm veriyordu. Seçim arifesinde Metis Yayınları ile RP cildini öne alma kararına vardık.
Haftalık gazete Pazar Postası'nda yayınlanan yazılarım esas olarak bu kitap için kaleme alınmıştı. Nitekim bunların hemen hepsini, bazı çıkartma ve eklemelerle ve yeni bir düzenlemeyle kitaba aldım. Ayrıca Cumhuriyet gazetesinde çalışırken hazırladığım "52 Günlük İttifak" dizisinden ve yine ittifak üzerine Tanıl Bora ile birlikte oluşturduğumuz ve Birikim'de yayınlanan iki yazıdan, Birikim'de yayınlanmış başka bazı yazılarımdan, Ayet ve Slogan'dan, Milliyet gazetesi için yazdığım bazı haber ve yorumlardan geniş bir biçimde yararlandım.
Seçimin ardından sıcağı sıcağına okurun karşısına çıkan bu kitapta, gelişmeler nedeniyle bazı yönler eskiyebilir, bazı öngörüler yanlış çıkabilir. Bütün bunları göze aldım, almak zorundaydım; aksi taktirde ortaya kuru bir kitap çıkardı.
Hiçbir zaman "objektif" olduğumu iddia etmedim, etmiyorum. Çünkü "objektifliğin" büyük bir yanılsama olduğunu düşünüyorum. Ancak verdiğim somut bilgilerin "objektif" oldukları konusunda iddialıyım. Yorumlarımda önyargı, manipülasyon, karalama gibi saiklerin olmadığını düşünüyorum; umarım yanılmıyorumdur.
Kitabın adını ilk olarak "Şeriat İçin Demokrasi" koymayı düşündüm. Birçok RP'li ve RP'li olmayanın, bu partiyi "şeriat getirmek için demokrasiyi kullanan" bir siyasi hareket olarak gördüğü tespitinden hareketle bu başlığı seçmiştim. Amacım (kitabın "Şeriat İçin Demokrasi" başlıklı bölümünde yaptığım gibi) RP'yi anlamanın önündeki başta gelen yanlış anlama ve yanlış anlatmalardan biri olan bu değerlendirmeyi, altını çizerek eleştirmek, böylece RP'nin daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunmaktı. Ancak seçim sonrası karşılıklı gerilim ortamında kitabın bu başlığı taşımasının önyargıları besleyeceğinden kaygılandım. Belki de kitabımı hiç okumayacak kişiler, başlığa bakıp, benim onların yanılsamalarına katıldığım zannına kapılacaklardı. Başlığı değiştirerek "Ne Şeriat Ne Demokrasi" yaptım. Kimileri başlığa bakıp benim "ne şeriat ne demokrasi" istediğimi sanabilirler; sansınlar...
Dokuz yıldır yaptığım gazetecilikte, kısa bir dönem Tempo dergisindeki yöneticiliğim hariç hep muhabirlik yaptım ve bundan da övünç duydum. Ama artık muhabirle muhbir arasında sadece bir "a" harfinin bulunmasının doğurduğu tatsızlık beni bugünlerde daha fazla kahrediyor. İktidarda olmadıkları bir dönemde kendilerini ciddiye alan ender gazetecilerden biri olduğum için bana önem atfedenlerin, şimdi iktidara geldiklerinde ilişki yöntemini değiştirmek istemeleri beni rahatsız ediyor. "Al gülüm ver gülüm" tarzı gazeteci-haber kaynağı ilişkisine girmek istemiyorum ve bu ilişkiyi dayatmak isteyen seçilmiş ya da atanmışları siz okurlara şikâyet ediyorum...