"Temel Tez" ve "Önsöz", s. 7-10
Temel Tez
Yaklaşık 1972'den bu yana, hem kültürel faaliyetlerde hem de politik-ekonomik faaliyetlerde köklü bir değişim yaşanmaktadır.
Bu köklü değişim, mekân ve zamanı algılayışımızda yeni hâkim biçimlerin ortaya çıkışıyla bağlantılıdır.
Zaman ve mekânın değişmekte olan boyutlarıyla eşzamanlılık, zorunlu ya da nedensel bir bağıntının varlığı için bir kanıt olarak gösterilemezse de, postmodernist kültürel biçimlerin yükselişi, sermaye birikiminde daha esnek tarzların ortaya çıkışı ve kapitalizmin örgütlenişinde "zaman-mekân sıkışması"nın yeni bir atılımı arasında bir tür zorunlu ilişki olduğu görüşüne güçlü birtakım önsel kanıtlar getirmek mümkündür.
Ne var ki, kapitalist birikimin temel kurallarıyla karşılaştırıldığında bu değişimler, bütünüyle yeni bir kapitalizm-sonrası (post-kapitalist), hatta sanayi-ötesi (post-endüstriyel) toplumun ortaya çıkışından ziyade, yüzeysel görünümlerde beliren bazı değişiklikler gibi görünmektedir.
Önsöz
Postmodernizm terimiyle ilk kez ne zaman karşılaştığımı tam olarak hatırlayamıyorum. Terimi duyunca, son iki onyıl boyunca gelip geçmiş olan çeşitli başka "izm"lere gösterdiğim tepkiyi göstermiş, iç tutarsızlığının yükü altında kendi kendine çöküp gideceğini ya da moda haline gelmiş bir dizi başka "yeni fikir" gibi zamanla çekiciliğini yitireceğini ummuşumdur muhtemelen.
Ama öyle görünüyordu ki, postmodernist argümanların yarattığı yaygara, zamanla azalmak bir yana yükselip duruyordu. Bir aşamada yapısalcılık-sonrasıyla (post-strüktüralizm), post-endüstriyalizmle ve bütün bir "yeni fikirler" cephaneliğiyle bağıntılı görünen postmodernizm, gittikçe artan ölçüde, birtakım yeni duygu ve düşüncelerin bir bileşimi olarak ortaya çıkmaya başladı. Sırf toplumsal eleştirinin ve politik pratiğin standartlarını tanımlayış şekli bile, toplumsal ve politik gelişmeleri belirlemede yaşamsal bir etki yaratmaya aday olduğunu gösteriyordu. Son yıllarda tartışmaların ölçütlerini belirliyor, "söylem" tarzını tanımlıyor, kültürel, politik ve düşünsel eleştirinin parametrelerini düzenliyor.
Öyleyse, postmodernizmin doğasını daha yakından araştırmak uygun olacaktı. Burada araştırma konusunu bir dizi fikir olarak ele almaktan çok, açıklanmayı bekleyen bir tarihsel durumu araştırmak gerekiyordu. Ancak bu konudaki hâkim fikirleri de taramak zorundaydım. Ne var ki, bu işi gerçekleştirmek hiç de kolay olmadı, çünkü postmodernizmin birbiriyle çatışan kavrayışların bir mayın tarlası olduğu oraya çıkıyordu. Bu araştırmanın, I. Kısım'da sergilenen sonuçları asgari düzeyde tutulmuştur; umarım bu özetleme çabası makul ölçülerin ötesine geçmemiştir. Çalışmanın geri kalan bölümü, önce (yine bir ölçüde basitleştirerek) politik-ekonomik arka planı ele aldıktan sonra, kapitalizmin tarihsel-coğrafi gelişmesinin dinamizmi ile kültürel üretim ve ideolojik dönüşümün karmaşık süreçleri arasındaki, her şeyden daha önemli dolayımlayıcı bağ niteliğiyle mekân ve zaman deneyimine, yakından bakmaktadır. Bu sayede, son birkaç onyıl boyunca Batı dünyasında ortaya çıkmış olan bütünüyle yeni bazı söylemlere bir anlam vermek olanaklı hale geliyor.
Bugünlerde, postmodernizmin Batı'daki kültürel hegemonyasının zayıflamakta olduğuna ilişkin bazı işaretler görülüyor. Müteahhitler bile Moshe Safdie gibi bir mimara postmodernizmden bıktıklarını söylediklerine göre, felsefi düşünce hiç geri kalır mı? Bir bakıma, postmodernizmin sahneyi terk etmekte olup olmadığı fark etmez, çünkü ekonomik, politik ve kültürel gelişmede kafa karıştırıcı bir evre açmış olan bu olgunun köklerinin tarihsel olarak araştırılmasından öğrenilecek çok şey vardır...