Cengiz Alkan, “Şarkı okumak lazım”, 24 Nisan 2009, Radikal Kitap Eki
Charlie Parker demiş ya “Çalış tekniğinizi çok beğeniyorum Bay Sartre”, herkesin müziği vardır. Ve “Herkes sevdiğini öldürür” ise herhalde kendi müziğini de öldürür: Öldürdükçe ölüyoruz... Bir şarkı, bir roman, bir film... ‘Artık böyle yaşamak istemiyorum’, ‘Demek ki bende, demek ki sende bir de böyle bir şey varmış’, ‘Yeter artık’ dedirtmiyorsa vardır bir eksiklik. Seri üretim, derinlik yoksunluğu falan... Belki de kabahatin çoğu onlarda... Ama ‘eğlenceli bir seyirlik’ten fazlasına her daim dudak büken, ‘heyecan’ yoksa ‘büyük laflar’dan sıkılan, ‘fonda bir müzik olsun’dan öteye geçmek istemeyene ne demeli. Elbette eğlenceyi, neşeyi küçümseyen üçüncü sınıf Mersault taklitlerini ciddiye almamak gerek. Üstelik ‘neşe’de bir derinlik olmadığını da kim iddia edebilir. Derdimiz bu değil.
Derdimiz şu ki, bir şarkının peşinden gidecek kadar hayatı ciddiye alıyor muyuz? Suzanne’i Montreal’de St Laurent’in kıyısında aramaktan daha fazlasını, Suzanne’in aynasında kendimizi arayacak kadar ciddiye almak hayatı, yani şarkıları. Yıldırım Türker anlattı bize Antony Hegarty’yi... ‘I’m A Bird Now’ın son şarkısı ‘Bird Gherl’. Bir de ‘What Can I Do’ var, birlikte dinlemek gerekiyor. ‘Ne yapabilirim?’ hayati bir sorudur, bazen unutursunuz ve hatırlamamak için epeyce de neden vardır. Ama işte bir şarkı yeniden sordurur size:Ne yapabilirim? Ve “bir şarkı soru soruyorsa cevap vermek zorunda hissedersiniz kendinizi”.
İyi şarkılar, basit gibi görünen soruları dahi hayati önemi haiz kılan ve kıvrana kıvrana cevaplar aratan bir haleye sahiptir. Hayatınızın farklı dönemlerinde ‘soruları’ başka türlü anladığınız, cevapları da başka başka verdiğiniz; ama her yeni ‘okuyuşta’ doğru soruya ve doğru cevaba biraz daha yaklaştığınız şarkılar.
Şarkı Okuma Kitabı, Bülent Somay’ın kendi ‘değişen’ sorularını ve cevaplarını tartıştığı, “şarkıyı ‘yazı’nın alanına çekerek, yazının büyüsüyle şarkının büyüsünü, sözü ve sesi bir de bu açıdan hemhal ettiği” denemelerinden oluşuyor.
Şarkıların ‘okunduğu’ (Müzeyyen Senar, Zeki Müren şarkı ‘okurdu’) ve ‘okunması gerektiği’nden (metin olarak şarkı) yola çıkıp “Şarkı iki dillidir, sözüyle ve sesiyle kavrar, ikna etmeye çalışmaz ama ağza, zihne takılır” diyor kitabın önsözünde. Aslında kitaptaki tüm denemeler de böyle...
Denemelerde Leonard Cohen’in daha fazla yer tutuyor olması Bülent Somay’ın Cohen sevgisiyle ilgili değil sadece, Cohen metinlerinin ‘okunmaya’ son derece elverişli olmasıyla da ilgili: Ve Suzanne sana bakacağın yeri gösterir,/ çöpler ve çiçekler arasında/ Yosunlar içinde kahramanlar,/ sabah vakti çocuklar vardır/ Aşkı tutmaya uzanırlar hepsi,/ ve böyle uzanacaklar daha/ Suzanne aynasını tuttukça
Malum, Platonik aşk ‘bütünleşme’ üzerine kuruludur. Vaktiyle ‘bir’ olan varlıkların ayrı bir varlık olduktan sonra yeniden bütünleşmek için birbirlerini aramaları ve çoğu durumda da bulamamaları. Bulunca da birbirlerinde ‘erimeleri’. Yani ‘ben’ ya da ‘benler’ yok burada, ‘bir’ var sadece. Çoğu durumda da o ‘bir’ ‘erkek-bir’dir. Aşk burada başlamaz. “Bir kadın, bir erkek, bir ‘öteki’ çıkıp, bize varlığından haberdar olmadığımız, kuşku bile duymadığımız bir ‘ben’imizi aynasında gösterdiğinde, o ‘ben’e, kendimizdeki yeniye, hayret verici, şaşırtıcı olana âşık oluyoruz. Yeterince narsisist isek işler burada kalabilir. Ama eğer narsisizmimiz hastalık raddesine varmamışsa, o ‘ben’ üzerinden aynaya, aynayı tutana âşık oluyoruz.” Aşk burada başlıyor.
‘Slavoj Zizek’e Açık Mektup’unda “...gerçekten radikal olan yegâne iki dünya görüşünü, Marksizmi ve Psikanalizi, bir araya getirmeye çalışanlarımız için bir tür deniz fenerisin...” derken, bizim yorum yapmamıza gerek kalmadan, ‘yazarken’ temelde ‘nereye’ dayandığını ifade ediyordu Bülent Somay. Buradaki denemeleri, sanırım biraz da böyle okumak gerekiyor.
‘Famous Blue Raincoat’ (Meşhur Mavi Yağmurluk) ya da ‘Moon Over Bourbon Street’i (Bourbon Sokağı Üzerinde Mehtap) ‘okurken’ bu ‘uygulama’ daha da belirgin: “Peki erkek aşkı niçin sevileni nesneleştirmeyi ve en sonunda öldürmeyi içeriyor ille de?” diye sorduktan sonra, “Bir cevap denemesinde bulunabilirim: Belki de biz âşık erkekler turistlere benziyoruz biraz. Yaşadığımız her hoş, sevinçli ânı yanımızdan ayırmadığımız fotoğraf makinemizle ölümsüzleştirmeye çalışıyoruz. ...Tek ölümsüz zaten cansız olandır.” diye yanıtlıyor yazar. Ama burada kalmıyor. Hemen hemen bütün denemelerin ruhundaki en değerli yan olan “‘Ne yapabilirim’ sorusuna cevap verme çabası” bizi diri tutuyor: “Kurbanımın ölümünü paylaşmayı deneyemez miyim mesela? Bunun bir tek yolunu görebiliyorum: Kendi öldüğüm anları hatırlamak; sevgiyle öldüğüm anları. ...Hepimiz sevgiyi ve ölümü tanıdık. Mesele hatırlamakta.” Evet, mesele hatırlamakta ve bir adım ilerisinde: Unutmamakta. Şarkı Okuma Kitabı’nın denemelerini belki de en değerli kılan da bu: Aktif unutmamaya bir çağrı.