| ISBN13 978-605-316-404-3 | 13x19,5 cm, 120 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Giriş, s. 11-14 Adamın biri karısına demiş ki, “İkimizden biri ölecek olursa ben Paris’e taşınırım.” Freud ilk olarak 1915’te yayımlanan “Savaş ve Ölüm Üzerine Çağdaş Düşünceler” adlı metninde bu fıkradan bahseder. Bunu insanın kendi ölümüne (bilhassa bilinçdışı zihninde) inanmadığı ve kendi ölümünü hayal etmesinin imkânsız olduğu argümanını örneklendirmek için kullanır; zira kendi ölümümüzü hayal ederken dahi seyirci olarak halen oradayızdır, ölü değilizdir aslında. Ölümün var olduğunu biliriz elbette; başkalarının ölümünde ölümü “yaşarız” da, yakınlarımızın ölümünün getirdiği acı ve geri dönülmezlikle birlikte. Ama bu bilgi ve ölümden doğal, reddedilemez, kaçınılmaz bir şey olarak bahsedebiliyor olmamız “gerçeklik içinde durum böyle değilmiş gibi davrandığımız” gerçeğini değiştirmez. [1] Bu formülasyon Freud’un daha sonra fetişizm üzerine yazısında geliştirdiği sahiplenmeme, sahip çıkmama, inkâr, bilmezden gelme gibi anlamlar taşıyan "Verleugnung" mefhumu için şablon görevi görür. [2] Octave Mannoni’nin özlü formülüyle: “Biliyorum, ama yine de...” [3] Bu formülden anlaşılacağı gibi bilmezden gelme, reddetmekten farklıdır: Bilmezden gelme olguları reddetmez, canı gönülden kabul eder ve hiçbir şey bilmiyormuş gibi davranmaya devam eder. İşte bu kitabın iddiası, belli bir inancı aksini bildiğini beyan ederek ayakta tutan (sapkın) bilmezden gelme’nin toplumsal ve siyasal hayatın hâkim özelliklerinden biri haline gelmekte olduğu ve kişisel psikolojinin çok ötesine uzandığı düşüncesidir. ... Bilmezden gelme kavramı, bugünkü genel toplumsal zihniyetimizi (örneğin gerçekliğin sarsıcı boyutlarıyla yüzleşmekten kaçınmayı tarif etmek için tercih edilen “inkâr” teriminden) daha isabetli bir şekilde tarif etmektedir. İnkâr da yok değil elbette; komplo teorilerini konu alan bölümde inkârın ayırt edici özelliklerini ve bilmezden gelme ile bağını ele alacağız. (Sapkın) bilmezden gelme ise çok daha ölçülüdür, çok daha makuldür. Sorunun pekâlâ farkında olduğunu iddia eder; ekonomik ve siyasi iktidar merkezlerinden başlamak üzere “liberal anaakım” ile kaynaşmış haldedir. Nitekim siyasi düzlemde (çoğunlukla “popülizm”le ilişkilendirilen) inkâr ile (aynı-tas-aynı-hamam anaakımla ilişkilendirilen) bilmezden gelme’nin başlıca iki rakip siyasi seçenek oluşturduğu, kendi patolojileriyle ikisinin de birbirini beslediği, herhangi bir toplumsal gerçeklikten ziyade birbirlerine karşılık verir halde oldukları ürkütücü bir dansa kapılmış gibiyiz. Bu kitap bilmezden gelme kavramının muhtelif boyutlarını ele alıyor. Kavramsal başlangıç noktasını Mannoni’ nin ufuk açıcı yazısından alıp, çağımız toplumsal bağlamı içinde bilmezden gelme’nin işleyişinde meydana gelen bazı önemli değişiklikleri ifade etmeye çalışıyor. Bu tartışmayı kesinlik/eminlik, kaygı ve aldatma gibi kavramlarla da ilişkilendirdikten sonra, komplo teorilerinin nasıl ikircikli bir toplumsal rol oynadığını inceliyor. Kitabın tamamı çağımızı aşındıran bazı anahtar sorunlarla diyalog halinde ve bu sorunlarda neyin söz konusu olduğunu sıkı bir şekilde kavramlaştırma çabası içinde. Bu kavramsal örgü kitabın ortalarında yoğunlaşırken, ilk ve son kısımlar daha serbest bir dokuya sahip. Notlar [1] Sigmund Freud, “Thoughts for the Times on War and Death”, The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Cilt XIV, Londra: Vintage Books, 2001, 289. Metne dön. [2] Sigmund Freud, “Fetishism”, The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Cilt XXI, Londra: Vintage Books, 2001. Metne dön. [3] Octave Mannoni, “I Know Well, but All the Same...”, Perversion and the Social Relation içinde, haz. Molly Anne Rothenberg, Dennis Foster ve Slavoj Zizek, Durham, NC: Duke University Press, 2003. Metne dön.
|