Şule Tüzül, "Yaşanamayan anlara saygı duruşu: Ardından", altiustukitap.com, 2 Haziran 2024
Eğer bir şeyler yazacaksanız, sanılanın aksine, en zor olanın otobiyografik eserlere imza atmak olduğunu düşünüyorum, hele de büyük acıların ve travmaların aktarıldığı eserlere. Çünkü edebiyat en başta bir dil meselesi. Bir anlatım biçimi. Gerçek hayatta ne yaşanırsa yaşansın her eser yeni bir kurgudur ve kusursuz olmalıdır. Karakterler de öyle. Dünyanın en ilginç ya da en şaşırtıcı hikâyesini de anlatsanız bir eseri meydana getiren tüm özellikler doğru biçimde kullanılmazsa bir edebiyat eserinin ortaya çıkması mümkün olabilir mi? Dolayısıyla otobiyografik özellikler taşıyan bir eser yazmak cesaret ister, çünkü her zaman büyük riskleri de beraberinde getirir.
Norveç edebiyatının önemli isimlerinden Per Petterson kitaplarında hayatından parçalara yer vererek bu cesareti gösteren yazarlardan ve bu işi çok iyi yapıyor. Ardından onun otobiyografik romanlarından biri. Bu yazı Ardından için yazılsa da genel olarak Per Petterson için düşüncelerimi de içeriyor.
Ardından'ın ana karakteri ve ben anlatıcısı Arvid Jansen, Petterson’un Lanet Olsun Zaman Nehrine ve Benim Durumumdaki Erkekler romanlarındaki hikâyesini anlatmaya burada devam ediyor. Ardından ve Petterson’un tüm kitapları bağımsız okunabilir. Çünkü her biri tek başına bir eser. Birlikte okunduğunda ise otobiyografik özellikler taşımaları nedeniyle büyük hikâyenin tüm parçalarını okumuş oluyorsunuz. Ancak bundan daha önemlisi Petterson edebiyatının muhteşemliğine tanıklık etmiş oluyorsunuz.
Gerçek hayatta 1990 yılında korkunç bir feribot kazası yaşanıyor. 159 kişi hayatını kaybediyor. Petterson, anne ve babasını, iki erkek kardeşini ve yeğenlerini kaybediyor. Aileden geriye sadece abisi ve kendisi kalıyor. Olaydan on yıl sonra Petterson Ardından‘ı yazıyor. İşte böyle bir trajediyi ve travmayı yazmak cesaret ister. On yıl bile tüm yaşananları hazmedip, sakin ve sağlıklı bir yaklaşımla yorumlayıp kelimelere aktarmak için az bir zaman. Bir şeyi kelimelere döktüğünüzde anlamını yitirebilir, sizde yaşattıklarını tam anlamıyla yansıtamayabilirsiniz, hele de böyle bir hikâyede bu hüsran olur. Petterson bu noktada tam da edebiyatın yapması gerekeni yapıyor: Kelimeleri kullanarak kelimelerin ötesine geçen duyguları ve yaşanmışlıkları anlatmayı başarıyor. Yazmak anlatmaktan çok bir anlama çabası, yazar bu anlama sürecine okurunu ortak ediyor, edebiyatın dehlizlerinde birlikte yol alıyorlar. Ardından bunu ziyadesiyle başarıyor.
Ardından, feribot kazası sonrası Petterson’un yani ana kahramanımız Arvid Jansen’in iç dünyasında yaşananları konu ediyor. Kazadan altı yıl sonraki Arvid Jansen’in hayatının bir bölümüne konuk oluyoruz. Feribot kazası, trajedinin büyüklüğü, yarattığı travmalar ve sonuçları romanın birkaç yerinde birkaç cümleyle geçiyor. Roman tüm bunların Arvid Jansen’in altı senelik yaşamına nasıl yansıdığını anlatıyor. Ardından‘ı iyi bir roman yapan nedenlerden biri de bu. Trajedinin kendisi zaten çok çarpıcı. Bunu anlatmanın romana bir katkısı yok. Ardından’ı etkili bir roman yapansa kazadan altı yıl sonraki bugünü geçmişe gidiş gelişlerle, son derece yalın ve sade cümlelerle anlatıp bir insanın iç dünyasını, o dünyadaki iniş çıkışları, fırtınaları ve huzuru, beklentileri ve hayal kırıklıklarını kelimelerin ötesine geçerek yansıtabilmesi, okura hissettirebilmesi. Petterson zamanı çok iyi kullanıyor, hem Ardından‘da hem diğer romanlarında zaman en önemli yapıtaşlarından biri. Arvid Jansen kendini anlatırken birkaç sıradan cümle söylüyor, sonra yine çok sıradan görünen başka bir cümle söylüyor ama bir insanın içindeki büyük sarsıntı, kocaman boşluk ya da acı somut biçimde okura ulaşıveriyor.
Bu noktada romanın çevirmeni Nesrin Demiryontan’ı anmalıyım. Ardından‘ın dili çok özel bir dil. Yazarın anlatımının, duygularının Türkçede bize ulaşmasını sağladığı için teşekkürü borç bilirim. Petterson’un kitaplarını Türkçeye kazandırdığı için de Metis Yayınları’na çok teşekkürler.
Arvid Jansen başarılı olamamış bir yazar. Kaza sonrası abisi, eşi, kızları ve dostları ile ilişkileri bozuluyor. Eşinden ayrılıyor. Kızlarını ancak belirli zamanlarda görebiliyor. Abisi de kazanın travmasını Arvid gibi yaşıyor elbette. Bu romanda ağırlıklı olarak Arvid Jansen’in babasına dair anıları ve duyguları anlatılıyor. Bu nedenle Ardından için daha çok babaya ve yaşanamamış anlara bir saygı duruşu diyebiliriz. Aynı zamanda bir yas romanı okuyoruz. Ancak romanın dilindeki ironi ve satırlar arasına yerleşen yaşamın devamlılığına, umuda, dostluğa, aileye, sevgiye dair söylemler çok önemli bir denge sağlıyor. Dibe sürüklenmiyoruz. Arvid Jansen’in kaybedenler kulübünün kıdemli bir üyesi olması ne romanı ne de okuru umutsuzluğa sürüklüyor. Aksine umut vaat eden bir roman Ardından. Bunu da gerçeklerle yüzleşerek yapıyor; gerçeklerle mücadele ederek değil kabullenerek ve uyum sağlayarak, yaşamın doğal akışına kendini bırakarak. Romanın başlarında bir yerde Arvid Jansen’in, Alice Munro’nun kitaplarından bahsettiği kısa bir paragraf var, okuruna umutsuzluğu değil umudu yoldaş edindiğinin ipuçlarını veriyor ve şöyle diyor: “Çünkü onlarda bir cevher var, ne yapmış olursak olalım boşuna olmadığını abartmadan gösteren bir tutarlılık; yeter ki çok geç olmadan dönüp geriye bakalım.” Ardından da öyle; bu kadar büyük bir travmayla yaşama çabasını abartmadan, yaşamın doğal akışı içinde anlatıyor.
Ardından‘ın ve Petterson’un tüm kitaplarının en güçlü yanı gerçeği bu kadar yalın, olduğu gibi anlatmaları. Eğer devam edebilmek için mucize arıyorsak düşündüğümüz anlamda bir mucizenin olmadığı, mucizelerin akıp giden zamanın ve yaşamın sıradanlığı içinde sık sık karşımıza çıkan anlar olduğunu söylüyorlar. Umut var ama bunun için bir şey olması gerekmiyor. Bizim bir şey yapmamız gerekiyor. Petterson kitaplarını sevmemizin diğer bir nedeni ise tüm bunları doğayı yaşam yolcuğuna ortak ederek, doğayı yaşamın vazgeçilmez ve en doğal parçası yaparak sağlamaları olsa gerek. Ardından, Norveç’in kırsalını, karların üzerinde yatıp hissedilen soğuğu, çam iğnelerinin sırta batışını, ağaçların arasından yüze vuran güneşi, bir göle düşüldüğünde çıkan sesi okuruna taşıyor. Ardından‘ın insan merkezli bir dili olmadığı gibi, bir erkek hikâyesi anlatmasına rağmen eril bir dili de yok. Petterson’a hayran olmayalım da ne yapalım.
Arvid Jansen, hayatındaki tüm olumsuzluklara rağmen sık sık gülümsemeyi başaran bir karakter. Ardından bu gülümsemeyi nasıl başardığının da hikâyesi belki biraz. Arvid Jansen romanın sonunda “Dibe vurmaya,” diyerek kadeh kaldırıyor. Ben de kadehimi Petterson’a kaldırıyorum, dibe vurmaya…
Neden okumalısınız?
Çünkü Per Petterson’un harika bir dili var. Çünkü yaşam ve gerçeklik aslında katlanılır şeyler değil, ama hayatımıza başka şeyleri sokarak katlanılır kılabiliriz; edebiyatı, sanatı, sevdiklerimizi, bazen sevmediklerimizi, doğayı… Bazı kısacık anlar için yaşıyoruz. Yaşam bundan ibaret. Bazen o anları yaşayamayabiliyoruz, elimizde olan ya da olmayan nedenlerle. O anlar için bir saygı duruşu Ardından. Bu nedenle okumaya değer...