| ISBN13 978-605-316-317-6 | 13x19,5 cm, 200 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Giriş Niyetine, s. 9-11 27 Ocak 2018 günü, Amerikan havayolu şirketi United Airlines yolcunun tekinin uçağa yanında bir tavuskuşuyla binmesini kabul etmemişti. Oysa yolcunun elinde, uçakla seyahat etme stresinin akli dengesini bozmaması için bu hayvanın varlığının elzem olduğunu teyit eden bir doktor raporu vardı. Şirket, yayımladığı bir bildiriyle tavuskuşunun uçak kabininde bulunmasının, “ağırlığı ve boyu da dahil olmak üzere birçok nedenle yönetmeliğe uygun olmadığını” ilan etti. [1] O yıl civarında aynı sahne başka havaalanlarında da, bir pitbulla, bir sincapla, bir domuzla, bir ördekle, bir ipek tüylü maymunla, bir hindiyle, bir midilliyle, vb. tekrarlandı. Söz konusu yolcular bu hayvanların “duygusal destek” olarak yanlarında bulunmasını istiyorlardı ve çoğu zaman ellerinde bir tıbbi rapor da bulunmaktaydı. Bir süre sonra, Amerikan havayolu şirketleri hangi tipte evcil hayvanların uçağa alınabileceği (sepetindeki ufak kedi yavrusu), hangilerinin alınamayacağını (tasma vurulsa bile timsah) belirleyen yeni bir yönetmelik hazırlama kararı aldı. Her ne kadar kasten polemiğe yol açacak değil güldürecek bir hikâye seçmiş olsam da (bu kitapta, başka türlü tartışma yaratan vakalar da ele alınacak), bu cins anekdotlar bir sorunun ifadesidir. Sahi neyin belirtisidir bunlar? Üçüncü sayfa haberlerinden başka nereye yerleştirilebilirler? Bunlar birer toplumsal olgu telakki edesiye sık görülmez; toplumsal ya da siyasi hareketlere yol açmaz ve başına geldiği kişiyi yalnız, hatta davranışından utanmak zorunda bırakırlar. Oysa gerçeklik üstünde bir etkileri olur: Yeni bir yönetmelik kaleme alınır. Zira, bildirinin de hatırlattığı gibi, uçak kabinine “birçok nedenle” tavuskuşu alınmıyordur; ama hangi nedenler olduğunu da belirtmek gerekir. Söz konusu durumda bir şahıs, bu olaya gelinceye kadar bir evveliyatı da olsa, hiçbir üçüncü şahsın kasıtlı kabahatinden de ileri gelmese, artık travma çehresine büründüğü için rahatsızlığının göz önüne alınmasını istemekte ve mahkemeden, uçaktan indirildiği için çektiklerinin telafisini talep etmektedir. Öyleyse bu talebi kabul edip etmemek mahkemeye kalmaktadır; kabul edilirse tazminat saptanmalı, yani ıstırap nicelleştirilmeli, mahrem bir duygunun değeri herkesin gözü önünde ölçülmelidir. Önemsiz bir şey aşırı boyutlara ulaşır birdenbire. Neden yeni bir yönetmeliğe ihtiyaç duyulmaktadır? Çünkü o zamana kadar en azından aynı kültürün içinde aşikâr görünen şeyler, birdenbire aşikârlığını yitirmiştir. Yirmi ya da otuz yıl önce uçağa bir tavuskuşuyla binmek, gülünç ya da saçma, hatta çılgınlık gibi görülürdü. Bu meseleyi bir mahkeme, toplum huzurunun bozulması çerçevesinde değerlendirip bir müeyyide uygulamadığı takdirde, kabul etmezdi bile. Şirketin düpedüz “hayır” demek yerine “birçok neden”i zikretmesi, yeni sorunlar olmasındandır – bunların en azından ikisini görmemek mümkün değil: aykırı bir durum yaratarak insanın yeri nedir sorusunu sorduran hayvanın yeri (sadece uçağa biniş kartındaki koltuk numarası değil, canlılar düzenindeki yeri) ve adli takibata uğrama riskini almadan elimizin tersiyle kıyıya itilemeyecek olan yolcunun ıstırabı. Şirketin andığı “diğer nedenler” Tekvin kitabında Tanrı’nın, yerini bilmesi şartıyla (ki becerememiştir, bu kitap da bununla ilgili) Âdem’in “üzerine yıktığı” (herhalde Tanrı bunu bir kereliğine diye düşünmüştü) üzere hayvanların yeniden sınıflandırılmasını gerektirmektedir. Dolayısıyla insan ile hayvan arasında tanımlandığı zannedilen sınır yeniden sorgulanmaktadır. Istırap çeken insan teselli bulmak için hayvana ihtiyaç duymaktadır ve böylelikle evcil (yani evcilleştirilmiş) hayvan ile vahşi hayvan arasındaki farkı ortadan kaldırmaktadır: Bütün hayvanlara aşinayızdır, çünkü insanın yeri artık merkezden kaymıştır. Veganlık ve anti-türcülük geçmiştir buradan. Hayvana da artık “acı çekebilen”, daha doğrusu sentient (duyarlı) statüsü tanınmaktadır. Ayrımı düşünmemizi sağlayan kategorilerin (hayvana özgü mekanizmalara ya da içgüdülere karşı, insana özgü ruh, bilinç ve akıl) yerini ortak bir his (ressenti) alır: acıya duyarlılık. Acı, hukuka –acı çekmeme hakkına– dolayısıyla norma –acıyı engellemeye ya da onarmaya– alan açar. Bunun için de kültürel olarak benimsenmiş uygulamaları değiştirerek insanın hayvanla ilişkisini yeniden düşünmek gerekmektedir: beslenmede (veganlık), eğlencede (avcılığı, balık tutmayı, boğa güreşini yasaklamak), hukukta (kendi adına eylemde bulunmaktan âciz bir hukuk öznesiyse hayvanı kim temsil etmektedir?), hatta insani acil durumlarda (mesela Ağustos 2021’de Kâbil’de Britanya Başbakanı Boris Johnson’ın izniyle, sığınmacı kadınlar ve çocuklar yerine 150 kadar kedi ve köpeğin uçağa alınması). Artık insanın hayvan ile melek arasındaki konumu saptanamıyorsa, eğer o dikey eksen bir yatay eksen için, yani ufak farklılıkların sonsuz küçüğe indirgenmesiyle uzayan düz eksen uğruna yitiriliyorsa, o zaman hümanizm krizde demektir. Neden olmasın? Marx’tan Derrida’ya –Nietzsche ile Freud’u da unutmadan– “kuşku felsefesi” bir hümanizm eleştirisi olmuştur ve merkezden kaymış insanın hayvanı hatırlamasına şaşmamak lazım. Ama bu kitap hayvan üzerine değil kültür üzerine. Hayvan doğayı, dolayısıyla da kültürü düşünme zorluğumuzu cisimleştiren varlık sadece. Notlar [1] “Emotional support peacock denied flight by United Airlines”, nbcnews.com, 31 Ocak 2018. Metne dön.
|