ISBN13 978-605-316-264-3
13.5 x 21.5 cm, 432 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Yazarın Metis Yayınları'ndaki
diğer kitapları
Yıkarak Yapmak, 2017
Mimar Sinan: Tarihsel ve Muhayyel, 2020
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Yağmur Yıldırım, "Korku Metropolü İstanbul: 18. Yüzyıldan Bugüne", YILLIK: Annual of Istanbul Studies, sayı: 5, 23 Şubat 2024

Korkular mekanı nasıl kurarlar? Modernleşmeyi metropoller ve korkular ilişkisi üzerinden okuyabilir miyiz? Öyle ise, bu metropollerden İstanbul’a özgü korkular var mıdır – İstanbullular nelerden korkar, bu korkularla nasıl kentsel mekanlar üretirler? Ve bugün bu korkuların tarihlerini yazmak nasıl historiyografik potansiyeller barındırır? Uğur Tanyeli’nin Metis’ten yayımlanan kitabı Korku Metropolü İstanbul: 18. Yüzyıldan Bugüne, bu soruların izini sürüyor. İstanbul’un son üç yüzyılda bir “korku imparatorluğu” olarak nasıl var edildiğinin, bu korkularla başa çıkmak için toplumca nasıl disiplin rejimleri ve mekanları üretildiğinin tarihini yazmayı deniyor.

Mekanların betonla, demirle, taşla inşa edildiği kadar beşeri pratiklerce de üretildiği önermesi, Tanyeli’nin mimarlık tarihi düşüncesinde kurucu bir yere sahip – güncel söyleşilerinde, kitaplarında, köşe yazılarında, derslerindeki tartışmaları çoğunlukla mekanın toplumsallığını ve bu yüzden de kaçınılmaz olarak siyasallığını merkezine alıyor. Bir başka deyişle, Tanyeli’nin mimarlık kavrayışı mekanların salt fiziksel özelliklerine odaklanıp bunları bağımsız ve verili olgular olarak değerlendirmeye karşı çıkarak bu mekanların hangi toplumsal pratiklerce tarihsel olarak nasıl kurulduğunun önemi üzerine temelleniyor. Bunda özellikle gündelik hayattaki davranış örüntülerinin ve alışkanlıkların rolüne bakıyor; toplumsal haletiruhiyelerin, imgelerin, normların, dolaşımdaki sembollerin, gündelik ilişki ve eylemlerin kentte nasıl mekansallıklar-kamusallıklar ürettiği ile ilgileniyor.

Toplumsal olanın ontolojik olarak mekansal oluşu, sosyal bilimlerin 1990’lı yıllardaki “mekansal dönüm”ü ile artık kanıksanmış bir bakış açısı olsa da, Tanyeli’nin de işaret ettiği gibi, bu anlayışın mimarlık tarihinde, özellikle Türkiye’de yaygınlaşması görece yeni ve çok zengin bir literatür hala yazılmayı bekliyor. [1] Tanyeli’nin son dönemdeki ilgisi özellikle toplumsal davranış ve duygulanma kalıplarının mekanı nasıl zihnen ve fiziksel olarak inşa ettiğini, yani psikososyal hallerin mekanı örgütleyişini anlamaya ve bunların yazılmamış tarihlerini yazmaya yönelik; yine Metis’ten yayımlanan bir önceki kitabı Mimar Sinan: Tarihsel ve Muhayyel, günümüz Türkiyesi’ndeki psikozları, mitleri, kaygıları Mimar Sinan kültü üzerinden anlamaya dair bir denemeydi. [2] Bu ilginin devamı olarak görülebilecek Korku Metropolü İstanbul ise kolektif korkuların ve bu korkuların yarattığı travmaların, paranoyaların, disiplin arzularının İstanbul’u nasıl biçimlendirdiğine odaklanıyor.

Metropollerin korku ile ilişkisine, modernleşme süreçlerini anlamak için sıkça başvurulmuştur; Tanyeli’nin de kitabında işaret ettiği gibi, Paris, New York, Berlin, Londra gibi metropoller sık sık korku ile beraber anılırlar. Zira modernleşme ile dönüşen kentler hem metropole yabancılaşmayı hem de bilinmeyene, değişime, “öteki”ne dair kolektif bir korku ortamı yaratırlar. Dedektif öykülerinin tehlikeler ve tekinsizliklerle dolu Londrası ya da uzaylılar, nükleer silahlar, zombiler, esrarengiz virüslerin tehdidindeki New York gibi temsiller popüler kültürde de sıkça işlenmiş, hepimizin aşina olduğu metropol imgeleridir. Tarihyazımında da korku ve metropol ilişkisine dair zengin bir külliyat oluşmuşsa da İstanbul’un bu tür bir ilgiden uzak kalmış oluşunu Tanyeli, kitabın yazılma gerekçesi olarak açıklıyor. Oysaki Tanyeli’nin iddiasına göre İstanbul korkularca çok zengin, diğer metropollerden ayrıksı bir önemdedir; hatta onun deyişi ile İstanbullular, “korkmak için hiçbir fırsatı kaçırmamış gibidirler” (s. 19). Bu temel argümanla Tanyeli, İstanbul’a özgü kimi korkuları tespit etmeye ve bu korkuların üç yüzyıl boyunca nasıl toplumsallıklar ve mekansallıklar ürettiğini, bir başka deyişle, İstanbul’un bir korku ortamı olarak nasıl inşa edildiğini incelemeye girişiyor.

Kitap, İstanbul’u var eden kolektif korkuları on bir tematik başlıkta tartışıyor. Ansiklopedik ve tamamlanmış bir korku kategorizasyonundansa birbirinden keskin sınırlarla ayrışmayan, yer yer örtüşen veya önceki tartışmaları derinleştiren, lineer bir kronoloji endişesi taşımayan başlıklar bunlar. Her başlık bir korku temasının on sekizinci yüzyıldan bugüne kadar olan dönemde oluşumunu ve seyrini ele alıyor, bunu yaparken romanlar, gazete ve dergiler, gazeller, gravürler, minyatürler, şarkılar gibi kaynaklardaki mekan temsillerine başvuruyor. Tanyeli’ye göre bu korkuların dikkate değer bir ortak özelliği başka metropollerde var olan korkulardan İstanbul özelinde farklılaşmaları ya da başka yerlerde kaygı ve endişe konusu olmayan konuların İstanbul’da paranoyalar ve travmalar üretecek kadar derinleşip kök salmaları. Bu korkuların bir başka ortak özelliği ise, örneğin New York’un zombilerce ya da virüslerce istila edildiği filmlerdeki korku unsurlarından farklı olarak, dışarıdan gelmemeleri; yani yabancı bir tehdit olarak alımlanmayıp bulundukları yerde vücuda gelmeleri. Kitabın iddiasında bu özgün korkular bir araya gelerek İstanbullular’ın içselleştirdiği ve sürekli yeniden üreterek pekiştirdikleri, kendine has bir disiplin rejimi kuruyorlar.

İlk tematik başlık olan “mekanın toplumsal inşası ve porozite korkusu”, İstanbul’un korku rejimine dair de genel bir kavramsallaştırma ve tartışmaya giriş niteliği taşıyor. Tanyeli’nin buradaki temel iddiası, İstanbul’un on sekizinci yüzyıla kadar geçirimsiz, sınırlı, dışa kapalı, kısıtlı bir mobilite ile kurulmuş sosyal yaşantısının bu tarihten sonra radikal dönüşümler yaşadığı ve bu dönüşümlerin de İstanbul özelinde özgün ve derin bir toplumsallaşma korkusu yarattığı. Walter Benjamin ve Asja Lacis’in Napoli’yi porozite yani geçirimlilik/gözeneklilik kavramı üzerinden ele aldıkları 1925 tarihli bir makaleden yola çıkarak Tanyeli, bu korkuyu bir “porozite korkusu” yani açılma korkusu olarak isimlendiriyor. [3] Kentsel yaşamın sürekli bir geçirgenlikler, tutarsızlıklar, çatışmalar, sınıraşımları ağı üzerinden üretildiği Napoli’den farklı olarak İstanbul’un on sekizinci yüzyıla kadar “geçirimsiz” bir kentsellik üretmiş olduğunu, bu tarihten sonra gerçekleşen dönüşümlerin “açılma”lar, bu açılmaların da büyük travmalar ürettiğini öne sürüyor. Peyami Safa’nın Fatih-Harbiye romanı üzerinden örneklediği bu kentsel korku, Tanyeli’ye göre bugüne kadar geçerliliğini koruyarak metropolün çoğulluğuna dair, özneleşmeye ve özgürleşmeye dair, kültürlerin ve kentlerin geçirgenliği ve dönüşebilirliğine dair kolektif endişelerle örülmüş özgün bir kamusallaşma biçimi olarak cisimleşiyor. Bu ruh halinin, içinde bulunduğu İstanbul’u korkulan ve nefret edilen, muhayyel bir geçmiş İstanbul’u ise bitimsiz bir nostalji ile öven ikili bir toplumsal anlayış yarattığının altını çiziyor. Bu yüzden, İstanbul’un modernleşmesinin tarihi, Tanyeli’ye göre, on sekizinci yüzyıldan bugüne yavaş yavaş “açılan”, yani porozite edinen bir kentin açılmasının travmalarını yaşayan bir kentselliği anlamak anlamına geliyor.

İkinci bölüm olan “doğa”, kenti anlamak için onun karşıtına, “kent-olmayan”a bakmanın öneminden hareketle İstanbullular’ın doğa anlayışının dönüşümüne odaklanıyor. Kasideleri, minyatürleri, seyahatnameleri inceleyerek Osmanlı başkentinde on dokuzuncu yüzyıla kadar korkulan, egemen olunması gereken bir “vahşi doğa” kavrayışının ya da estetik bir haz kaynağı olarak “güzel doğa”nın var olmadığını gözlemliyor. Dolayısıyla deprem gibi afetlerin, kuyrukluyıldız gibi doğa olaylarının korku unsurları olmayıp kayıtsızlıkla karşılandığı, mevsimlerin sıcak ve soğuğunun tahammül edilemeyip “kaçılması gereken” olgular olarak görülmediği bir kent yaşantısını aktarıyor. On sekizinci yüzyılda bahçeden büyük doğa parçalarının estetizasyonu ile doğanın bir haz kaynağı olarak keşfedildiğine işaret eden Tanyeli, bunun manzaraya yönelik mimari bir bakış talebini ve doğal çevrenin deneyimlenmesine yönelik yeni bir arzuyu getirdiğinin altını çiziyor. Gece ve gündüzün, yaz ve kışın, denizin ve çayırın estetize edilebilir ve haz verecek şekilde deneyimlenebilirliğine dair bu yeni kavrayış beraberinde yeni toplumsal davranışları ve böylece “açılma”ları getiriyor; mesire ve yazlık gibi yeni mekan anlayışları ortaya çıkıyor ve bu yeni mekanlar önceden var olmamış kentsel korkular doğuruyor.

Doğa bölümü içinde yer verilen mesire tartışması, kitabın önemli eksenlerinden birini teşkil ediyor. Bu tartışmada vurgulandığı üzere, mevsimlerin ve doğanın yeni kavranışının bir yaratısı olan mesire, Osmanlı toplumu için mahallenin kurallarından ve sıkı denetiminden ilk kez sıyrıldıkları, daha önce karşılaşmadıkları farklı cinsiyetten, toplumsal statüden ve etnodinsel topluluklardan kişilerle karşılaştıkları yeni bir kamusallık biçimi yaratmıştır. Tanyeli’ye göre, “herkesin yerini, mekanını, kendisi için tanımlı sınırları bildiği” eski toplumsal yapının çözüldüğü bir yer olarak mesire, önemli bir geçirgenlik/porozite mekanıdır ve bu yüzden modernlik inşasının ilk aşamasıdır (s. 151). Farklılıklarla karşılaşmak ve özellikle seküler bir mekan olarak mesirenin dönüştürdüğü kadın toplumsal kimliği, toplumda büyük gerilimlere, kaygılara ve travmalara yol açmıştır; Tanyeli’nin tarihsel belgelerden takip ettiği üzere mesire sayısız metinde lanetlenmiş ve hatta on sekizinci yüzyıldan itibaren toplumsal ayaklanmaların öncelikli taleplerinden biri mesirelerin yıktırılması olmuştur. Tanyeli için mesire bir tür “modernite şizofrenisi”dir; İstanbullular hem mesireye gitmeyi şiddetle arzulamış hem de mesireden son derece korkmuş ve disiplinini talep etmişlerdir (a.g.y.). Uzun süre boyunca İstanbullular’ı korkutan mesire ancak 1930’lu yıllarda, sinemalar, tiyatrolar gibi yeni “öteki” ile karşılaşma mekanlarının çoğalmasıyla “aklanır”.

Mesirenin korkutuculuğunda merkezi bir rolü olan, İstanbul’da mekansallaşan “kadın korkusu”, kitabın bir başka önemli eksenini oluşturarak ayrı bir bölümde detaylı olarak tartışılıyor. Kadının kamusal alanda görünürlüğünün yarattığı korkuların on sekizinci yüzyılda nasıl bir travmaya dönüştüğünü Tanyeli bu bölümde popüler halk hikayeleri üzerinden tartışıyor. Zira Tanyeli’nin iddiasına göre halk hikayeleri, resmi belgelerde görünmeyeni açığa çıkardıkları ve olağan olanı aktardıkları için dönemin psikososyal ortamını anlamak için en verimli kaynakları teşkil ederler (s. 135). Kendisinin önceki çalışmalarından olan Sınıraşımı Metinleri’ndeki kadın ve tekinsiz kent tartışmasının daha ayrıntılı bir devamı olarak okunabilecek bu bölümde Tanyeli, on sekizinci yüzyıldaki gelenekselden uzaklaşmanın nasıl denetimsiz kadın, denetimsiz cinsellik ve denetimsiz kentsellik korkusuyla temsil edildiğini, bu temsillerin de dönemin popüler halk hikayelerinde nasıl tekinsizlik üreticisi kent imgesine dönüştüklerini detaylı olarak tartışıyor. [4] Sonraki süreçte, Tanzimat ve erken cumhuriyet dönemlerinde kadın korkusunun büründüğü yeni halleri romanlar, zaptiyeler, operetler, gazete haberleri gibi kaynaklar üzerinden takip ediyor. Bu tartışma ile Tanyeli, on sekizinci yüzyıldan bugüne yaşanan mekansal değişimlerin her daim kadının toplumsal cinsiyet rolleri ile ilişkilendirildiğini ve dönüşümün yarattığı korkunun kadını denetim altına almak, disipline etmekle karakterize edildiğini saptıyor. Bu yüzden, Türkiye’de sınırlar eridikçe yani “açıldıkça”, modernliğin hep kadının problemleştirilmesi ile üretildiğini iddia ediyor. Kitaptaki kadın korkusu tartışması esas olarak on sekizinci yüzyıldan 1950 yılına kadarki sürecin seyrini detaylı olarak ele alsa da, Tanyeli’nin bu saptamasının feminist gece yürüyüşlerinin yasaklandığı, her gün kadınların katledildiği, kadınların kentte dolaşımlarının ve yaşam tarzlarının denetlenip düzenlenmeye çalışıldığı günümüz İstanbulu’nda da geçerliliği ortada.

“Öteki” korkusu, aslında kitapta söz konusu edilen tüm korkuları kapsayabilecek bir başlıksa da -zira tüm korkuların bir tür “öteki”nin korkusu olduğunu iddia etmemiz mümkün- kitaptaki bu isimli bölüm meseleyi Batı-Doğu ikiliği özelinde ele alıyor. Osmanlı toplumunun on sekizinci yüzyıldan itibaren “Batı”yı nasıl bir tür öteki olarak görmeye başladığını, toplumsal olarak kurulan bir ayna imgesinde benliğin tamamlayıcısı olan bu ötekinin nasıl kentsel korkular yarattığı üzerinde duruyor. Bir “öteki” olarak Batı ile kurulan gerilimli ilişkide Batı’ya dönüşmek ya da onu taklit etmekten duyulan korkunun modernleşme sürecinde nasıl Türkiye’ye özgü bir yenilmişlik ve gecikmişlik psikozuna dönüştüğünü takip ediyor. Büyük kentsel-toplumsal performanslara dönüşen İstanbul’un fetih kutlamaları ve Ayasofya’nın sahiplenilmesi tartışmalarında olduğu gibi, “öteki” korkusunun bugünün kentselliğine nasıl sirayet ettiğine bakıyor.

Kitapta yer alan diğer tematik bölümler estetik, ölüm, protesto, tarih, taşra, İstanbul’un yer isimleri ve erken Osmanlı romanlarındaki mekan anlatılarının korkularına odaklanıyor. Her bir bölüm, İstanbul’un modernleşme sürecini ve kentsellik biçimlerini tanımlayan bu özgün korkuların tarihsel seyrini ve bugüne yansımalarını inceliyor. Bu sırada okuyucu, kendini ister istemez İstanbul’u biçimlendiren güncel korkuları düşünürken buluyor: 6 Şubat’ta yaşanan büyük yıkımın ve kayıpların ardından büyük bir depremin beklendiği İstanbul’da adeta bir paranoyaya dönüşen “deprem korkusu”, sınıfsal ve etnik bir öteki korkusu olarak “Arap turist korkusu”, “Suriyeli korkusu” olarak imgeleşen ve ırkçılıkla örülü göçmen korkusu, nefret söylemleri ve yasaklamalarla her geçen gün tırmanan “LGBTİ+ korkusu” ve niceleri… Tanyeli’nin ifade ettiği gibi, İstanbullular’ın korkmak için hiçbir fırsatı kaçırmadıkları gibi her gün yeni korkular inşa edişlerini bu güncel korkular zenginliğinde gözlemlememiz mümkün.

Saptamalarını Tanyeli, korkmanın, özellikle de “açılmaktan” korkmanın İstanbul’da bir içe kapanma ya da yalnızlaşma sürecini değil, özgün bir kamusallık-mekansallık biçimini yarattığı önermesi ile iddialaştırıyor. Bu anlamda kitabının, Richard Sennett’in on sekizinci yüzyıldan itibaren altın dönemini yaşayan kamusallığın bugün yıkıldığını iddia ettiği, sosyal bilimlerde büyük bir gündem yaratmış çalışması Kamusal İnsanın Çöküşü’nün bir eleştirisi olarak okunabileceğini öne sürüyor. [5] Tanyeli’ye göre kamusallık bir zamanlar en muhteşem şekliyle var olup bugün yitirilmiş ve yüceltilerek hatırlanması gereken geçmiş bir olgu değil, hep var olan ve zaman içinde dönüşerek yeni toplumsal rejimler üreten bir örüntü ve İstanbul özelinde takip ettiği üzere, korku da bu rejimin kurucu unsurlarından biri. Sennett’in kamusallık görüşünü, geçmişi idealize edip nostaljik söylemlerle yüceltmekle ve var olan korku rejimini güçlendirmekle eleştiren Tanyeli’nin buna karşı önerisi ise korkularımızı “olağanlaştırmak”. Toplumda büyük gerilimler, kaygılar, travmalar üretmiş korkuların aşılmasının, ancak bu korkuların sebeplerinin olağan olgular oluşlarının toplumca kabullenilmesiyle mümkün olduğunu ifade ediyor. Tanyeli’nin bu çağrısı, çatışmaların, kaygıların, gerilimlerin giderek yükseldiği bugünün İstanbulu’nda yarın bir arada ve demokratik biçimde yaşayabilmemizin yegane yolu belki de.

Korku Metropolü İstanbul, oldukça hacimli oluşuna, geniş bir zaman aralığına ve konu derlemesine bakmasına, çok yoğun dipnotlarına ve referanslarına rağmen Uğur Tanyeli’nin o kendine has, yer yer esprileri ve dokundurmaları ile gülümseten diliyle neredeyse gündelik bir konuşmayı takip ederkenki rahatlık, keyif ve ilgiyle okunuyor. Mimarlığı inşa edilmiş yapılar ve projelerin üsluplara göre tanımlanıp sınıflandırıldığı lineer kronolojik-ilerlemeci bir tarih anlayışının ötesinde ele aldığı anlayışını Tanyeli, “genişletilmiş bir mimarlık” düşüncesi olarak isimlendiriyor. Mekanın gündelik olanca nasıl fiziksel olarak ve zihnen üretildiğini kavramaya ve bunun tarihlerini yazmaya dair bu görüş, mimarlığa da dönüştürücü ve yüce bir güç atfetmek yerine onu kendi olağanlığı içinde anlamayı ve yorumlamayı deniyor. Böyle bir mimarlık tarihi düşüncesiyle yazılan Korku Metropolü’nün, İstanbul’un modernleşme tarihini anlamak ve yazılmamış yeni tarihlerini yazmaya dair mimarlık ve kent tarihi literatüründe yeni bir yola işaret ettiğini söylemek son derece mümkün. Mekanın üretiminde duygulanımların ve psikososyal hallerin rolünü araştıracak bir literatür, Türkiye’de çok zengin malzemelerle yeni araştırmacılarca genişletilmeyi bekliyor. İstanbul’un korkular tarihi özelinde ise, Tanyeli’nin tartışması dışında bıraktığı psikanaliz kuram ve araçları üzerinden yapılacak yeni katkıların İstanbul ve korku üzerine tartışmaları daha da derinleştirip zenginleştireceğini düşünüyorum. Dahası, toplumsal korkuların cinsiyetlendirilmiş, cinselleştirilmiş “öteki”leri nasıl ürettiğine dair bir merakla yazılacak feminist ve kuir çalışmaları, bu çalışmaların yeni perspektiflerle yazacakları feminist ve kuir kent tarihlerini çok önemsiyorum. Ve Uğur Tanyeli’nin mimarlık tarihçiliğinde belki de “psikososyal dönüm” diye isimlendirebileceğimiz güncel ilgisinin Korku Metropolü İstanbul’dan sonraki ürünlerini merak ediyorum.

Notlar


[1] Mekanın verili, değişmez ve nötr bir mevcudiyet olmadığını, aksine, politik ve toplumsal dinamiklerce biçimlendirilen ve bu dinamikleri biçimlendiren karmaşık bir fenomen olduğunu savunan “mekansal dönüm”den kimi kurucu tartışmalar: Edward J. Soja, Postmodern Geographies: The Reassertion of Space in Critical Social Theory (Londra; New York: Verso, 1989), Doreen Massey, “A Global Sense of Place”, Marxism Today 38 (1991): 24-29, Henri Lefebvre, The Production of Space (Oxford, Cambridge: Blackwell, 1991), Michael Keith ve Steve Pile, ed., Place and the Politics of Identity (Londra; New York: Verso, 1993). Metne dön.
[2] Uğur Tanyeli, Mimar Sinan: Tarihsel ve Muhayyel (İstanbul: Metis, 2020). Metne dön.
[3] Walter Benjamin ve Asja Lacis, “Naples”, Reflections: Aphorisms, Autobiographical Writings içinde, Walter Benjamin, çev. Edmund Jephcott, A. Helen ve Kurt Wolff Book (Harcourt Brace Jovanovich, New York ve Londra, 1978), 163-73. Metne dön.
[4] Uğur Tanyeli, Sınıraşımı Metinleri: Osmanlı Mekanının Peşinde 15.-19. Yüzyıllar (İstanbul: Akın Nalça, 2016). Metne dön.
[5] Richard Sennett, The Fall of Public Man (Cambridge: Cambridge University Press, 1977). Metne dön.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X