Giriş: İşlevsiz Köşeliklerin İşlevi, s. 11-13
Kendini tutamadan boşluğa. Başının üzerinde uzanan gökyüzü. Yine akşam. Gece olmadığında akşam olacak. Hâlâ can çekişiyor batmak bilmeyen gün. Korlar bir yanda. Küller öteki yanda. Sonsuz oyun kazanıldı ve yitirildi. Ayırdına varılmadı.
Samuel Beckett, "görülemeyen söylenemeyen"*
"Köşelik" terimi (kemer gibi kavisli bir biçim ile onu çevreleyen dikdörtgen arasında kalan alanın adı olarak) mimarlık alanında doğmuş, sonrasında evrimsel biyoloji tarafından benimsenmiş; adaptasyon sonucu değil yan ürün olarak ortaya çıkan, organizmanın uygunluğu ve hayatta kalması açısından belirgin bir fayda taşımayan, ancak tam da bu sayede “eksaptasyon” yoluyla organizmanın işleyişi bakımından yeni, beklenmedik, hayati bir rol üstlenmesi mümkün olan özellikleri adlandırmaya başlamıştır. Gould ve Lewontin’e göre insan beyninin pek çok işlevi, bilhassa da dil köşelik olarak doğmuştur. [1] Bu kitapta geliştirilen düşünceler de aynen böyle iş görmektedir: Felsefe, psikanaliz ve siyasal iktisadın eleştirisi arasındaki çatlaklarda ortaya çıkan boş alanları doldurmaktadırlar. Günümüzde en ilginç kuramsal müdahaleler tamamen ve açıkça belli bir alana ait olmadan bu tür çatlaklarda doğuyor gibidir.
İçeriğin “köşelik” haline getirilmesi sistematiklikten uzak, karmakarışık bir yapı demek değildir kesinlikle. Kitabın üç bölümü UPS** üçlüsüne karşılık gelmektedir: felsefe (tümel boyut), cinsel fark (tikel boyut), siyasal iktisadın eleştirisi (tekil boyut). Boyutlar arası geçişler de bütünüyle içkindir: Üstü çizili Bir’in oluşturduğu ontolojik Boşluk’a ancak cinsiyetlenmenin açmazları üstünden erişmek mümkünken; küresel kapitalizmde tekno-bilimsel ilerlemeyle birlikte doğup halen önümüzde duran cinselliğin lağvedilmesi, yani bizatihi “insan doğasının” değişmesi ihtimali de bizi odak noktasını siyasal iktisadın eleştirisine kaydırmak durumunda bırakmaktadır. Kitabın her iki kısmı da bu boyutlar arası geçişlerle ilgili: “SOS***: Cinsellik, Ontoloji, Öznellik” başlığını taşıyan I. Kısım ontolojiden cinsiyetlenmeye geçişe, “Marx’ın Siyasal İktisat Eleştirisinin Gecikmeli Güncelliği” başlıklı II. Kısım da cinsiyetlenmeden siyasal iktisadın eleştirisine geçişe dair.
Felsefe boyutunda (1) ontolojinin sınırına önce fazlalık bir unsur üstünden, radikal olumsuzluğu cisimleştiren, yapısal açıdan yersiz unsur mefhumu üstünden yaklaşıyoruz; (2) bu olumsuzluk kendisini varlık düzeni içine cinsel fark antagonizması olarak nakşettiği için, insan-özne kuruluşu itibarıyla cinsiyetlenmiş, dolayısıyla cinsiyetlidir; (3) ardından dört söylemin ve cinsiyetlenme formüllerinin oluşturduğu “birleşik kuram”ın anahatlarını çıkarıyoruz; (4) son olarak, günümüz küresel kapitalizminde varlığı rahatlıkla seçilebilen, biyogenetik ve dijitalleştirmeden oluşan patlamaya hazır bileşim hayatın cinselliğe dayalı olmadan yeniden üretilmesi ihtimalini doğurup bizatihi öznelliğin mevcudiyeti bakımından bir tehdit oluşturmaktadır.
Siyasal iktisadın eleştirisi boyutunda ise (1) her ontolojiye zarar veren o fazlalık artı-değer biçimini almaktadır; Marx’ın bu kilit mefhumu diğer üç fazlalık mefhumuyla arasındaki homoloji içinde geliştirilmektedir: Lacan’ın artı-keyif mefhumu, bilimsel artı-bilgi ve siyasal artı-iktidar; (2) böylece “emek-değer kuramı” ve sermayenin kendi kendini devindiren dolaşımı üstüne Lacancı bir okumaya ve (3) kapitalist söylemin (toplumsal bağ) Lacan’ın dört söylem matrisine (Efendi, Üniversite, Histeri, Analist) nasıl oturduğu sorusuna geleceğiz. (4) Lacancı perspektifte yabancılaşma indirgenebilir değildir, insan öznelliği için kurucu roldedir, ama siyasal faaliyetin nihai ufkunun yabancılaşma olduğu anlamına gelmez bu: Lacan ayrılmayı yabancılaşmaya ilave olup onu altüst eden bir hamle olarak koyutlar; o yüzden burada ayrılmadan nasıl bir siyaset doğduğunu ele alacağız.
Kitabın ikinci kısmı hınç gibi gerilimlerin ortadan kaybolduğu ütopik bir Komünist toplum anlayışının reddedildiği, geleceğin muhayyel Komünist toplumunda varlığını sürdürecek libidinal paradoksların ele alındığı ek bir bölümle sona ermektedir. Günümüz Solunun ne halde olduğuna bakınca abesle iştigal gibi gelebilir bu konu, ama günümüz mücadelelerine gölge düşürmektedir.
Tuhaf bir kitap bu. Spinoza’nın Etika’sında karşımıza çıkan paradoksun bir tekrarı söz konusu: Bir yandan (varlığın temel yapısı gibi) “ebedi” konulara odaklanırken, diğer yandan güncel mevzular üstüne gayet özgül yığınla tartışmaya giriliyor. Önceki kitaplarımdan pasajlar var burada; yeni bağlamlarda yeni bir vurgu kazanmış halleriyle.2 Bilhassa birinci kısım büyük ölçüde Alenka Zupancic’in çok takdir ettiğim son çalışması Cinsellik Nedir? ile kurulmuş bir diyalogdan oluşuyor. Yani eski bir şey, yeni bir şey, ödünç bir şey ve ... mavi değil kızıl bir şey!****
..................................................
* Beckett, Eşlik, çev. Uğur Ün, İstanbul: Ayrıntı, 2017, s. 70-71. –ç.n.
** İng. UPS: Universal, Particular ve Singular, yani sırasıyla Tümel, Tikel ve Tekil’in kısaltması. –ç.n.
*** İng. SOS: Sexuality, Ontology ve Subjectivity’nin kısaltması, yani sırasıyla Cinsellik, Ontoloji ve Öznellik. –ç.n.
**** İngilizlerin 19. yüzyıldan beri bilinen bir evlilik geleneğine dair deyiş; gelinin üstünde eski, yeni, ödünç alınmış ve mavi bir nesnenin bulunmasının uğur getirdiğine inanılıyor. –h.n.
Notlar
[1] Bkz. S. J. Gould ve R. C. Lewontin, “The Spandrels of San Marco and the Panglossian Paradigm”, Proceedings of the Royal Society of London, ser. B, 205, no. 1161 (1979), s. 581-98. Metne dön.