Halim Şafak, "Yücel Kayıran’ın Şiirinde Çocukluk, Etraf ve Enternasyonalizm", Gösteri, sayı 324, Ocak-Şubat 2018
“Biz’den yola çıkmalıyız.(…)Biz, çevre çeperi önceden bilinen bir kategori değildir, açıktır; davet eden, kışkırtan bir Biz’dir. Soran bir Biz’dir.” John Holloway [1]
“Kişiler birbirlerinin varoluşuna, ‘biyolojik’ bağlantılarının ve hatta ortak maddenin yanı sıra bir dizi anlamlı yükleme yoluyla da katılırlar.” Marshall Sahlins [2]
Sanat edebiyatın bireysel edim olması onu baştan aynı bireyliğin alanı haline getirir. Buysa tarihi yaşanmış olan ve bizim de bir ucundan dâhil olduğumuz/ yaşadığımız trajedilerden dolayı geçmiş etmemiz, belleğimizde tutmamız -“bellek daha az kısır ve daha ‘insani’ bir tarih”tir- [3] ve hayatımız boyunca tartışmamız için yeterlidir. Trajedi geçmişi yaşamayı sürdürdüğümüz durum ve tartışmamız gereken olgu yaparken bunu bizim gibi ülkelerde daha çok bireysel ve toplumsal temelde “yenilgi yılları” (en iyi okuldur yenilgi yılları) [4] olarak görmemizi/almamızı ve bireysel tarih haline getirmemizi sağlar. Bu yüzden Walter Benjamin tarih yazmayı, hatıraları, yerine getirilmemiş bir “kurtuluş vaadi” olarak süregiden yenilenlerin belleğiyle yankılaşıma girmek olarak anlar.” [5] Enzo Traverso da “geçmişi yenilenlerin bakış açısından canlandırarak perspektifi tersine çevirmek”ten söz eder. [6] John Holloway’ın kendimiz üzerine düşünebileceğimiz bir çerçeve kurmalıyız.” Demesinden de benzer bir geçmiş anlayışı çıkartılabilir. [7]
“Yankılaşım”a girme arzusundan dolayı devam eden yenilgi yıllarının şiir yazan için bireyleşmenin sonucu olarak hayat boyu “melankolik bahis” haline gelmesi de her zaman mümkündür. Buysa geçmişe dönük değerlendirmeyi itiraftan özeleştiriye kadar çoğu bireysel tartışmayı, eşitlik, adalet ve vicdan gibi talepleri nerdeyse kalıcılaşmış bir tartışma olarak sürdürmemizin/ istememizin nedenidir ve bunun pek de farklı olmayan bugüne kendini dâhil etmesi ve gelecek önerilerini de tartışmaya ve arzu etmeye yönelmesi beklenmelidir. [8] Bütün bunlarsa tarih kabul ettiğimiz ve belleğimizde tuttuğumuz geçmişi ne kadarını yaşamış olursak olalım şiirin ve yazının ama ondan çok düşüncenin alanı ve konusu yapar.
Aynı geçmişin yaşadığımız ama değerlendirmesini bugüne bıraktığımız/ bugün yapabildiğimiz zaman olması onu çocuklukla ilişkilendirmemizle kalmaz ona dayanarak sorgulamamıza da neden olur. Bu da daha çok çocukluktaki eleştirel güç ve anlama ile ilgilidir. Böylelikle geçmişi ve daha çok çocukluğu deneyim olarak anladığımız için bu kez de şiir ve yazı yoluyla bunu yaparız. Alain Badiou’nun yetişkinliği hem sürekli hem de kısmi biçimde çocukluğun bir uzantısı olarak kabul etmesinin bir nedeni de budur. [9]
Çocukluk ve ilkgençlik Anadolu’da ve kasabalardan birinde yaşandığında oluşturdukları ve ortaya çıkardıklarından dolayı şiir ve yazının söz konusu etmesi şarttır. Buysa gençlik üstünde etkili olmuş hatta daha çok onunla ilişkilendirebileceğimiz gençlik örgütlerini çoğunlukla tartışmanın dışında bırakırken ya da eleştirirken hem kasabanın özelliği hem de daha çok orda geçerliliğini sürdüren dayanışma biçimi olarak etrafı söz konusu bireysel ve toplumsal tarihi geçmiş içinde tutmamıza izin verdiği gibi etrafı da hayatın önemli olgularından biri yapar. Hatta etraf John Holloway’ın sözünü ettiği biz’i oluşturan asıl öğedir bile diyebiliriz. [10] Böylelikle önce aileyi sonra da akrabalığı yani kan bağını, sokağı ve mahalleyi başka bir değerlendirmenin içinde tutar eleştirdiğimiz kadar olumlarız. Bu geçmişi etrafla yaşanmış ve etkileri hala süren ama merkezine beni/bizi almış bir şey de yapar. Kaldı ki özellikle kasabada politik tutum ve tavrın tartışmaya açık bir şekilde aile ve kan bağını çoğu zaman gözettiğini, içine/merkezine aldığını da unutmayalım. Buysa etrafı ister istemez benzer ve yakın bir politikliğin ve dünya tavrının üstünde ve yakınında tutar.
Bizim geçmiş/imiz dediğimiz şey belleğimizde tutmuş olmamızdan dolayı aynı zamanda bireysel tarihimizdir ya da onu zamanla kendi tarihimiz haline getirmişizdir. Bundan dolayı da etraf doğrudan o tarihin bir kısmının geçtiği/ yaşandığı ve oluştuğu çoğu zaman trajedisini geride bırakan bir şeydir. Bu kasabadaki hayat açısından bir daralmayı ve yeknesaklığı getirse de yardımlaşma ve dayanışma açısından bu ikisinin dünyaya yönelen ve kendini de dünyada ifade eden politik tavra dönüşmesi her zaman mümkündür.
Çocuklukta kan bağının ona yakın ilişki, bağ ve yakınlıkların etrafı büyük ölçüde oluşturması ve belirlemesi kaçınılmazdır. Etraf kasabada büyük ölçüde kan bağıyla ilgili olması kadar hatta ondan fazla Marshall Sahlins’in demesiyle bizi büyük ölçüde belirleyen kültürel durum ve olgudur. [11] Ama bir o kadar da otoriterdir ve etraf otoriterliğini doğrudan gelenek ve benzer biçimlerden alır.
Bu noktada Marshall Sahlins akrabalığı müşterek varoluşla açıklarken akrabaların birbirlerine katılan kişiler olduğunu da özellikle belirtir. Buradaki katılmanın kasabada özellikle de çocuklukta etrafı oluşturan asıl şey olduğunu yazabiliriz. Bu etrafa başka birileri dâhil olsa da onların ihtiyatla kan bağı kadar etkili ve belirleyici olduğunu söylemek zordur. Bunun öncelikle geçmiş ve daha çok kırda köyde, kasabada karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma duygusu ve biçimleriyle fazlasıyla ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. Bugünün etrafın istisna hali karşısında biraz daha daralıp azalarak otorite karşısında ama daha az otoriter şekilde benzer konum ve durumda olduğunu iddia edebiliriz. Hatta bunun 12 Eylül’den bu yana tartışmalı bir şekilde hak arama, hesap sorma, özgürlük talep etme ve bu temelde dayanışma ve yaşama biçimi haline geldiğini söyleyebilecek noktadayız.
Dönemler özgül koşullarına bağlı olarak etrafı dışındakine yönelik otorite dâhil bir karşılığın içinde de tutabilir, bulundurabilir ve kendini fazlasıyla politik bir tutum haline getirebilir veya politikleştirebilir. Bunun geçmişin olağanüstü koşullarında nerdeyse tamamıyla hayat kadar otoriteye dönük bir dayanışmaya ve hatta bunun dünyaya doğru genişleyen Anadolu enternasyonalizmi olarak tanımlayabileceğimiz kapsayıcı bir tavra dönüşmesi de 12 Eylül örneğinde olduğu gibi beklenebilir bir şeydir ve öyle de olmuştur. Kaldı ki şehrin dışında kalan kırın politik ve toplumsal örgütlenmelerinin de yine kan bağının sonucu olarak ve daha çok yereli ve kan bağını ya da başka geleneksel biçimleri kendine merkez alması ve böylelikle bir güç oluşturması ve memleketçi derneklerin politik örgütlenmelerin yerine büyük ölçüde ve sorunlu bir şekilde geçmesi doğaldır. Etraf bir biçimde kan bağını ve benzer biçimleri geçmiş yerelliğin ve kültürünün tersine başka bir birlikte olma ve yaşamaya dönüştürerek yereli nerdeyse önce ulusal sonra enternasyonal olana yönelebilen ve kendi enternasyonalizmini oluşturan bir şey haline bile getirebilir. Bu Zygmunt Bauman’ın belirttiği gibi bu içinde geçmiş kadar bugünde yaşamayı arzu ettiğimiz bir dünya olabilir, onu bugün karşısında temsil edebilir. [12]
Marshall Sahlins daha ileri giderek yukarıda sözünü ettiğimiz “müşterek varoluşun” deneyimi kişisel olmaktan çıkardığını belirtme ihtiyacı duyar. Bizim kasabada geçen çocukluğumuz ve hayatımız üstünden oluşturduğumuz bireysel tarih bu yüzden dâhil etmeye/ olmaya sonuna kadar açıktır. [13] Bu noktada kan bağının oluşturduğu şey dönemin isterlerine bağlı olarak büyük ölçüde dönüşüm geçirirken kan bağı da bundan etkilenir. Kan bağı gerilerken akrabalar ve kasaba ahalileri arasında birlikte yaşamanın ve başka müştereklerin oluşturduğu dayanışmacı ve yardımlaşmacı bir yanıyla evrensel/ enternasyonal bulabileceğimiz kardeşlik öne çıkar. Marshall Sahlins’in demesiyle etrafın geliştirdiği birlikte yaşamanın oluşturduğu kardeşlik doğuştan gelen kan bağını ya dönüştürür ya da başka bir şey yapar. Bu noktada Johansen Eldson Best’in “akrabalık Ben”ini yoldaşlık olarak gördüğü burada özellikle hatırlanmalıdır. [14] Söz konusu yoldaşlık otorite ya da başka bir biçim ve gücün baskısı karşısında öne çıkan dayanışmanın asıl unsuru olduğu gibi başkalarının yapıp ettiklerini ve acılarını kendininmiş gibi kabul eder ve bunu kalıcı bir ruhsal durum haline getirebilir, kendi ruhsallığımız olarak kabul etmemize neden olur. [15] [16] Buysa şiir yazanın geçmişle ve etrafla kurduğu ilişkinin asıl belirleyeni ve açıklamasıdır ondan önce de kasabanın kendini dünyanın ortasında tutan enternasyonalizmidir. [17]
Burada yanıt aranması gereken asıl soru bu geçmişin bizim için hangi tarih ve ne olduğudur. Birkaç kuşak için bu geçmişi daha gerilere götürmemiz ya da yakın tarihin hepsiyle ilişkilendirmemiz mümkünse de bizim için daha çok 12 Eylül öncesi ve sonrasına denk gelen benzer bir karanlıkla sürmekte ve yaşanmakta olan bir tarihtir. 12 Eylül bizim kuşak için hem kendimizden hem de yaşadığımız dünyadan haber alma ve kendini buna açma süreci kadar yaşanmış olan trajedilerin ve ölümlerin kalıcı bir konu ve travma haline gelmesinin başlangıcını oluşturur. Böylelikle yetmişlerin sonunda seksenlerin başında çocukluğunu ve ilkgençliğini yaşayanların 12 Eylül diye hayatları boyunca tartışmayı sürdürmeleri ve zihinlerini meşgul etmeleri mümkün bir sorunu ve konusu hep olmuştur.
Yücel Kayıran bunu ilk şiirlerinden beri yazdıklarında sorun eden şairlerden biridir ve bu onun dünyaya dönük tavrını belirginleştiren ve tartışmasına sağlayan olgu da olmuştur. Hatta bu bir zaman sonra Yücel Kayıran’da 12 Eylül öncesi ve sonrasını izlekleri belirleyen ve hepsinin önüne geçen bir şey haline getirmiştir. Hangi konuyu izleği şiir konusu ettiyse 12 Eylül’le bağlantılandırmış, izlerini geçmişte en çok da orada aramıştır. Bunu itiraf etme, hesaplaşma, özeleştiri, perspektifi tersine çevirmek ya da “yankılaşım” olarak anlayalım yazılan şiirin ortaya koyduğunun yaşandığı müddetçe ortadan kalkması ve unutulması mümkün olmayan bir acıyla tamamlandığını/ noktalandığını ama bugüne karşılığın da ordan çıktığını yayılma eğilimi içine girdiğini söyleyebiliriz. Bunun Marc Auge’un sözünü ettiği türden ve kendi kendimizi davet edip durduğumuz ve hatta görev bildiğimiz/ öyle kabul ettiğimiz bir hatırlama olup olmadığını kuşkusuz tartışabiliriz ama bunun ondan çok bir uçtan tanığı olduğumuz etrafın yaşadığı ve bizi dâhil ettiği yine Marc Auge’un demesiyle tahammül edilmesi ve aktarılması imkânsız bir hayatın katlanılmaz hale gelmiş varlığından bize düşen acıyı yaşama ve çaresizce anlama ve anlatma/ifade etme ve bunu da bugüne karşılığa dönüştürme anlamına geldiğini iddia edebiliriz [18]
Şiir burada yaşamış olanın belleğinde tuttuğunu hatırlatma, “kullanma”, tekrar etme aracı ve biçimi haline gelerek geçmişle bu temelde bir ilişki kurmamıza da neden olur ya da katkıda bulunur. Bunun etraf için ama bizim yazıp yaşadığımız Jean Amery’in sözünü ettiği alt edilmişliğin üstesinden gelme çabası olup olmadığı konusunu ise daha sonuca bağlamış değiliz. [19] Çünkü yaşamak zorunda kalanla tanığı olanın ve bunu deneyimlemek isteyenin yaşayıp duyduğunun ve şiir haline getirdiğinin aynı şey olduğunu söyleyemeyiz/ iddia edemeyiz ama çoğu çocukluğun ve ilkgençliğin gözü önünde olup biteni ya da çocukluğun korkuyla duyup dinlediğini/gördüğünü ve bunun yol açtığını aynı geçmişe/ zamana dönerek hepsinin çocuklukta geçtiğini de unutmadan söz konusu edebiliriz.
Bu yüzden 1960-1970 arası doğumlular yetmişlerin ikinci yarısı ve seksenlerin birinci yarısında büyüyüp erginleştikleri için 12 Eylül öncesini ve sonrasını nerdeyse hayatları boyunca tartışmak gibi bir kaderi yaşıyorlar ve yaşayacaklar. Buradaki gecikmeyi ya da beklemeyi o sürecin anlanması ve özgürleşmemiz için geçen zaman olarak kabul edebiliriz. Çünkü yaşadığımız ya da tanığı olduğumuz şey bugünde aynı süreç içinde belirginleştirdiğimiz bağlam ve düzeylerle ancak söz konusu edilip yazılabilir. Çocukluğun tanıklığı ve özgürlüğü bu bağlam ve düzeylerle ancak geçmişle hesaplaşmaya girişebilir. Bu bağlam ve düzeyler çoğunlukla sonu yine yaşamış olmaya ve yaşamaya çıkan politika ve felsefe gibi disiplinler ve kavramlardan kalkınır şiir ya da yazıyı bunun alanı haline getirmemizle biz’i çağıran bir bireylikle ortaya çıkar ve ifade edilir.
Bu devam eden sürecin yaşattığı şok ve travmalar ve çoğalttığı yalnızlık düşüncesi kimimiz için nerdeyse kırk yıla yaklaşan bir zamandır bellekte beklemek zorunda kalmış kimimiz için de ilk şiirden bu yana yazdığımız şiiri belirlemiş üstünde egemenlik kurmuş 12 Eylül bütün izleklerin üstünde onları belirleyen bir izlek ve olgu olarak yazılana kendini dâhil etmiştir. Bu dediğimiz şiirin geçmişle kurduğu ilişki ile uyumlu gibi dursa da bu kadar da basit ve kolay değildir. Çünkü sözü edilen her hangi bir tarih ya da izlek ilgisi değildir. Bir biçimde tanığı olmamızdan dolayı yaşadığımızı düşündüğümüz bir şeyin hayatımız boyunca sürmesi mümkün ağır ve travmatik, sürmekte olan sonucudur.
Biz bunu başka bir izlek ve imgeyle karşılaştırmaktan ve umut etmekten de pek imtina etmeyiz. Bunlardan biri Enzo Traverso’nun sözünü ettiği perspektifi tersine çevirme ile ilgisi olan ve ele aldığımız tarihin de içinde ya da ondan ayrı Ernst Bloch’un umut ilkesine bağlılıktan kaynaklanan ya da onun oluşturduğu çocukluğumuz ve ilkgençliğimizle fazlasıyla ilgili bulabileceğimiz gelecek önerisi olarak altmışlarda, yetmişlerde epeyi bir kesimi etkileyen adına devrim dediğimiz inanç ve düşüncedir. İnançtır diyoruz çünkü inancın yerini bilincin alması için çok uzun bir zaman geçmesi gerekmiştir ve bu bugün de tam olarak gerçekleşmiş değildir. Aynı dönemi Eric Hobsbawm’ın “devrim çağı” olarak kabul ettiğini düşünürsek dünyadaki devrimlerin kitleler üstünde olumlu anlamda etkisini ve karşılığını da bekleyebilir ve kasabanın tam bir enternasyonalizmle buna dâhil olmasını isteyebiliriz. Sovyetlerden, Çin’e, Vietnam’a, Küba’ya, Şili’ye daha başka ülkelere ve halklara doğru genişleyen devrimler, ulusal kurtuluş mücadeleleri ve onların oluşturduğu hale dünya çapında bir enternasyonalizme de zaten neden olmuştur.
Bunun benzeri bir etki ve sonuç tabii şiir için de söz konusu edilebilir. Nazım Hikmet’in enternasyonalizm temelli şiirleri bunun en tepesinde durur. Bu altmışlarda, yetmişlerde genç şair için de söz konusudur. [20] Bunun dünyayı içine alan ya da kapsayan bir şey yani dünya devrimi (söz gelimi dünya devrimi hemen şimdi) [21] olduğu söylenebilir. Bu Anadolu’da yazılan ya da Anadolu’yu eksen alan bir şiirin yazıldığı döneme de denk gelir. Kaldı ki aynı dönemde Anadolu’daki gençlik hareketleri dünyaya dönük Anadolu enternasyonalizmi diye ifade edebileceğimiz ve ulusçuluğu biraz olsun gerileten ya da dönüştüren bir şey de oluşturmuştur. Aynı dönemde dünya devrimi gibi bir tartışmanın ve arzunun da yürürlükte olduğunu biliyoruz. Bu devrimden bize imgesi, onun geçtiği geçmiş ve kışkırttığı politik düzey kalmışsa kalmıştır. Bu çocukluğumuzu benzer bir politik düzeyin üstünde tutmamız ve orda ele almamız için yeterlidir. Bunun bugünde tekrar şiirde ortaya çıkması burada tartışılması gereken başka ve yeni bir durumdur ve ona da geleceğiz.
O dönemde yazılan şiir memleket yüzeyini benzer bir değerlendirmeye tabii tutmuş aynı tutumla hatta daha ilerisine de geçerek politikleştirmiştir. Bu dediğimiz 12 Mart gibi başka bir yenilgi yıllarına dönük epeyi bir şeyi içerse de aynı dönemde daha çok 12 Eylül’den önce söz konusu tarihi bir ucundan yenilgi olarak da değerlendirip dönemi şiir etmemiştir. Bir bakıma aynı dönem yenilgi yılları kabul edilerek başka bir değerlendirmeye tabii tutulmamış ve bunun şiiri yazılıp aynı enternasyonalizme dâhil edilmemiştir.
Yücel Kayıran’ın ilk şiirlerinden bu yana yenilgi yıllarını temel alan ve onu deneyim olarak kabul eden ve şiirsel geçmişin tersine tam bir bireysellikle farklı bir şiir yazdığını bunu da felsefe ve politika kadar ikisiyle ilişkilendirilmesi mümkün dini de içine alan kavramsal bir tartışma haline getirdiğini ve bu temelde hem geçmişe hem de bugüne dönük tartışılması gereken bir perspektif ortaya koyduğunu ve tavır oluşturduğunu söyleyebiliriz.[22] Aynı şekilde ele aldığı dünyanın muhataplarını belirsizleştirerek ya da yerlerine dünyayı koyarak şiirin geçtiği ya da kendine seçtiği düzlemi yani Anadolu’yu enternasyonalistleştirir ve dünya haline getirir. Şiirdeki kavramların, bağlam ve düzeylerin de oluşturduğu ve asıl yol açtığı da bu enternasyonalistleşmedir. Bu noktada otoriteryanizmin ve sonuçlarının tüm dünyanın sorunu olduğunu ve dünyanın bugünlerde tekrardan hızla oraya doğru gittiğini düşünürsek Afşin’in bir tarih olarak bunu tartışmanın imkânı ve mekânı olmasını ve bunun da bir enternasyonalizme yol açmasını bekleyebiliriz. Geçmişi izlek olarak alan ve bu yüzden de şehirden çok ya da onun kadar kasabaya yönelen ve ordan bir enternasyonalizm çıkaran şiir örneklerinin önemi de buradadır. Bu tabii sonra göreceğimiz gibi bu yeni bir yerellik ve geçmiş değerlendirmesidir.
Yücel Kayıran’ın yolculuklarının bugünde başladığı geçmişin yaşandığı ve bırakıldığı/kaldığı yer olan Efsus’a (Afşin’e) yani dünyaya, dünya saymamız gereken bir yere olduğunu/yapıldığını ordan da tekrar bugüne geleceğe yöneldiğini yazabiliriz. Afşin’de Yücel Kayıran’ın yalnızca çocukluğu yoktur aynı çocukluğun tanıklık ettiği öncesi ve sonrasıyla 12 Eylül dediğimiz travmatik bir dünya ve onun birlikte yaşandığı etraf vardır.
Buradaki travmatik dünyanın temel özelliği nerdeyse bir sorun olarak şairin kendini de ele alması ve değerlendirmeye (terk etmesin beni dile getirme arzusu) [23] yönelmesidir. Hatta bu yüzden de her yeni şiir şair için kendine vardığı yolun kendini eskiden beri izleyen oğlana giden her bir şeyin başlangıcıdır. [24] Şair bunun kendine yönelik yazdığı sürece sürmesi mümkün bir kazıya da dönüştürmüştür. (ama şiirini kendi hikâyen üzerine kur daima) [25] Üstelik Yücel Kayıran bunu kendinin, içindeki oğlanın kaderi olarak da kabul etmiştir.
İlk şiirlerden beri 12 Eylül’ü kasabadan dünyaya açılan bireysel/ toplumsal ve felsefi ve politik bir tartışma ve geçmiş değerlendirmesinin alanı haline getiren Yücel KayıranSon Akşam Yemeği’nden [26] sonra Efsus’a Yolculuk’la [27] bunu artık dünyayı daha da içine alan ya da ne olduysa ne yaşandıysa dünyaya götüren bireysel ama biz’siz de edemeyen/olmayan bir tarih yapma konusunda daha ileri bir noktaya götürdüğünü okura da gösteriyor.
Burada ben’le biz arasında kurulan ilişkinin aynı zamanda yazılan şiiri fazlasıyla politikleştirdiğini yazabiliriz. Buysa geçmişin birlikte yaşandığını söylememizi daha da kolaylaştırır. Bunun günümüze bakarak şiiri de kendine dâhil eden bir yerellik ya da başta sözünü ettiğimiz enternasyonalizm tartışmasına dönmesi ya da bunları da kendine dâhil etmesi kaçınılmaz görünüyor. Kaldı ki kapitalizmin yerele dönük ilgisi karşısında karşısına bir geçmiş çıkarılması ve bunun tekrardan enternasyonalizme dönüşmesi beklenebilir. Bunun bir yandan da yerelin enternasyonalizmini ya da enternasyonalistleşmesini tartışmak anlamına geleceğini söylemek mümkündür. Bu noktada önemli bir olgu olarak yerelliğin başka bir politikliğin tartışmasını da kışkırtması da istenebilir. Bunun yerele ait bir biçim olan yardımlaşma, dayanışmanın ve savunmanın bunların kendini gerçekleştirdiği etrafın/biz’in tartışması da olacağı da bellidir. Tartışmanın şehre yönelik bir karşılığa ve tartışmaya dönüşmesi de ihtimal dâhilindedir. Çünkü burada şehir büyük ölçüde otoritedir ya da otoriteyi temsil etmektedir.
Yücel Kayıran şiiriyle yerellik tartışmasını daha gerilere götürerek ona başka bir tarih de oluşturmuş oluyor. Yücel Kayıran’ın bugüne dönük daha çok eleştirel yani karşı çıkma temelinde kendini gerçekleştiren/ gösteren ilgisinin aynı bugün karşısında yerelliği bir öneri olarak öne çıkardığını da söyleyebiliriz. Tam da burada Henri Lefebvre’nin Mao’dan aldığı dünyacalaşma ya da bugünün demesiyle küreselleşmenin karşısına öneri olarak yerel(sel)leşme’yi öne sürdüğünü ve dünyanın da epeyidir müştereklere bağlı olarak bu yerel(sel)leşmenin etrafında döndüğünü ve bu temelde Gezi Parkı, Navarino Park, Marinaleda gibi örneklerde olduğu gibi enternasyonalizme yol açtığını hatırlamalı ve bu temelde bir geçmiş değerlendirmesinin şart olduğunu unutmamalıyız. [28]
Bu Yücel Kayıran’ın Ankara’dan Afşin’e ama bugünde yaptığı yolculuğunu hem felsefi, hem sosyolojik hem de politik bir düşünsel arkaplan oluşturmasını da sağlıyor. Bu noktada bu uzun şiirde daha da yoğunlaşarak sürdürdüğü felsefi tartışmaların özellikle Spinoza okumalarının kimi zaman şiirselliği zayıflatması ve zorlamasına rağmen yapılmasının şart olduğunu söylemek zorundayız. Bunun baştan beri dini kendine dâhil eden bir şey olarak ortaya çıkması ise burada başka bir tartışma konusudur. Bu da dinle kurduğumuz ilişki ve bunun hızlı dönüşümü, yol açtıkları ile ilgili bir durumdur. Kaldı ki Yücel Kayıran’ın şiirinin temel özelliklerinden biri baştan beri geçmiş ve bugün temelli bir din/teoloji tartışması yürütmesidir. Din böylelikle şiirde hem insani değer olarak yer alır hem de eleştiri ve karşı çıkma konusu edilir. Bunun yaşadığımız geçmişle uyumlu bir şey olduğu iddia edilebilir. Çünkü geçmiş daha çok dinin belirleyici olduğu ve yaşanmış bir dünyadır. Bu biraz da Walter Benjamin’in “tarih köklü biçimde ilahiyat dışı tasarlamaya izin vermez.” [29]demesiyle de ilgili bir şeydir. Bu yüzden din en azından yaşanmış ve hala söz konusu edilmesi gereken bir izlek ve tartışma konusu olarak geçmişin bileşenlerinden biri olarak kalmak zorundadır. Bu noktada din hem insani bir değer ve kavramdır hem de bunu karşısında bir şeydir. Şair annesine baktığında bu insaniliği görürken bugüne yöneldiğinde bunun karşısında ve son derece zıddı bir şeyle karşılaşır. “belleğin dibinde Allah’ın izi var” ,dizesi bu noktada olumlayıcı ve olumsuzlayıcı öğeleri bünyesinde birlikte tam bir çatışma halinde bulundurur. [30] Ama geçmiş ve annesinin orada oluşturduğu “çocukluğum Allah’ın evi idi annemin beni büyüttüğü evde” dizesi din konusundaki asıl arzusunu ve beklentisini de uzun şiirinin son dizesi haline getirerek tartışmayı bitirir.
Devam edelim. Çocukluğumuzun geçtiği ya da yaşandığı geçmiş hayatı kendine yönelik bitmek tükenmek bilmeyen bir değerlendirme ve tartışma haline getirdiğimizde bunu sorgulamak hatta dünyayla karşılaştırmak zorunda kalabiliriz. Çünkü çocukluk özgürlükle yaşanmış bir şey olmaktan çoktan çıkmış kendini daha çok trajik olan ölüm/ölme ve öldürmeyle bir geçmişe dâhil etmiş ve yeniden yaşantılayıp deneyimlemiştir. [31] Bunun çocukluğun bir yanının “mutlu zaman” olmasına rağmen “ama çocukluk ne kadar da uzun sürdü” dedirtmesine de engel olamayız. [32] Şair aynı yerde “-olmayacak barbarlık bizim elimizden olmayacak/diye bağırıyor içimdeki oğlan” derken dünyaya yönelik insani tavrı bir kez daha belirginleştirmiş olur.
Bu arada çocukluk geçmişten çok bugünde dolanan ve yaşayan bir çocukluk haline de çoktan gelmiştir. Yücel Kayıran’ın şiirinde sürekli tuttuğu oğlan imgesi de bununla ilgili olduğu kadar şairin geçmişle yani kendi çocukluğu ile çatışmasını da gösterse de daha çok olumladığı ve arzu ettiği bir şeydir. O yüzden oğlan imgesinin yanına hemen devrim imgesini de koyar : “aklım geride kaldı../ devrim mıhtan kurtulmak içindi../ değil başkalarını değiştirmek için/ aklım içimdeki oğlanda kaldı..” [33]
Geçmiş yalnızca çocukluk değildir bizim ölüm ve düşüncesiyle ilişki kurmamızın ve karşılaşmamızın da nedenidir. Bu kendimizden çok ötekine yönelen ve onun yaşamasını/ölmesini/öldürülmesini dert eden, sorun kabul eden, acısını duyan bir ölüm düşüncesidir, kendini de daha çok ötekiyle ifade eder. Bu bizim için geçmişi daha trajikleştiren başka bir olgudur. Bu yüzden şair “fakat vazgeçemem ölülerimden” diye yazmış ve eklemiştir: “vicdanın yüküyle dolu hafıza” [34]. Hafızayı bu hale getirense şairin zihnindeki anılardır [35] Tek gün yoktur ki hatırlamadan geçilmiş olsun. [36] Buradaki temel sorun hatırladıkça bellekten kan geliyor olmasıdır. [37] Ölümü ama orda da öldürülenleri hatırlatıyor olmasıdır.
Bütün bunlarsa çocukluğu onun özgürlüğünün alanı yapmaktan çok ölüm ve düşüncesinin fazla bir yer kapladığı ve bunun yaşattığı şeylerin zamanı ve alanı haline getirir. Hepsinin Afşin gibi bir kasabada geçmiş olması orda bırakılması gibi bir kaderi baştan öngörmemizi dayatsa da Yücel Kayıran’ın şiiri bunu tersine çevirip aynı geçmişi enternasyonalist bir şey haline getirmekle kalmıyor ve özgünleştiriyor. Söz konusu özgünlük kendine bugünü ve geleceği dâhil ederek karşı bir şiir oluştururken geçmiş ve bugün tartışması geleceğe de bağlanıyor.
Tek şiirden oluşan “Efsus’a yolculuk” sorun kabul ettikleriyle uyumlu bir dil oluştururken bunun şiirin kendi ruhsallığını oluşturmasına katkısının çok olduğunu da yazmalıyız. Yücel Kayıran baştan beri dini de kendine dâhil eden bir ruhsallığı şiirinde bulundurduğu/tuttuğu için okur buna yabancı da değildir. Yücel Kayıran’ın bu dile felsefe ilgisi ve dünyayı felsefeyle anlama ve açıklama isteğinden dolayı yöneldiği de unutulmamalıdır. Bu şiirde bugün karşısında bir geçmiş duygusunun ve düşüncesinin oluşmasına izin verirken bir yandan da aynı geçmişi enternasyonalist bir düzlemde geçen ortak bir hikâye, (ama daha çok kendinin hikâyesidir) destan haline de getirir. Bu noktada geçmiş dediğimiz yenilgi yıllarının asıl çağırdığı bugün ve bugüne dönük karşıtlıktır. Bu da geçmişin bugüne yönelme eğilimi içinde olmasıyla uyumlu bir durumdur.
“Efsus’a yolculuk” yazanın kendini çocukluğunu temel almış ve o çocukluğun ardına düşmüş biri olarak 12 Eylül öncesi ve sonrasına dönük hepimizin dâhil ve ortak olduğu bir yaşanmışlık ve hayat oluştururken bunu bugünün dünyasını eleştirdiği kadar karşı çıkmaya dönüştürüyor. Bunun şiiri ister istemez tekrar, şairi de tekrar etmeye zorlaması mümkündür. Dünyanın kalıcılaşmaya doğru giden istisna hali karşısında tekrar şarttır. Bu yüzden Yücel Kayıran şiirinin sonunu da buna vurguyla getirir : “her insan anlaşılana kadar tekrar eder kendini” [38]
Yücel Kayıran’ın Efsus’a Yolculuk’ta asıl yaptığı kendi çocukluğu dâhil her bir şeyi sözün içinden alıp bugün anti-hümanistik dünyası karşısında ısrarla etrafın/biz’in hikâyesi haline getirmiş olmasıdır. Bunu doğayı kendine dâhil ederek gerçekleştirmesinin önemini de ayrıca belirtip öyle bağlamak gerekiyor.
19 Aralık 2017,Talas
Notlar
[1] Kapitalizmin İçinde, Kapitalizme Karşı ve Kapitalizmin Ötesinde, çeviri: Utku Özmakas, İletişim, 2017, s.25-26 Metne dön.
[2] Akrabalık Nedir, Ne değildir?, çeviri: Asena Pala, Dipnot,2015, s.91 Metne dön.
[3] Geçmişi Kullanma Kılavuzu, Enzo Traverso, çeviri: Işık Ergüden, Versus, Ocak 2009, s.1 Metne dön.
[4] Efsus’a Yolculuk, Yücel Kayıran, Metis, Ekim 2017, s.64 Metne dön.
[5] Aktaran: Enzo Traverso Savaş Alanı Olarak Tarih, çeviri: Osman S. Binatlı, Ayrıntı,2013, s.21 Metne dön.
[6] Enzo Traverso, age.,s.20 Metne dön.
[7] John Holloway. age, s.25 Metne dön.
[8] “sosyalizmde kaldı aklım.. aklım gelecekte asılı”, taun’a zeyl, Son Akşam Yemeği, Yücel Kayıran, Metis, Ekim 2017, s.40 Metne dön.
[9] Gerçek Yaşam, çeviri: Işık Ergüden, Sel, Eylül 2017, s.28 Metne dön.
[10] John Holloway, age Metne dön.
[11] “doğumdan ölüme kadar, hatta ölümün de ötesinde inşa edilen akrabalık, kültürdür, yalnızca kültür.” Akrabalık Nedir, Ne değildir?, çeviri: Asena Pala, Dipnot,2015, s.126 Metne dön.
[12] Cemaatler, çeviri: Nurdan Soysal, Say,2016, s.9 Metne dön.
[13] Marshall Sahlins, age. s.13 Metne dön.
[14] Aktaran: Marshaly Sahlins, age.,s.57 Metne dön.
[15] Marshall Shalins, age.,s.68 Metne dön.
[16] “ölüler ruhumdur benim”, “ama ben öldüğümde ölecek amcamın ruhu” Efsus’a Yolculuk, s. 86,88 Metne dön.
[17] Marshall Sahlins, age. ,s,85Metne dön.
[18] Unutma Biçimleri, çeviri: Mehmet Sert, Om, Ekim 1999, s.274 Metne dön.
[19] Suç ve Kefaretin Ötesinde, Alt edilmişliğin Üstesinden Gelme Denemeleri, çeviri: Cemal Ener, Metis, Ocak 2015 Metne dön.
[20] Bkz. Şili Duyarlığı, Seyyit Nezir, 1976 2.Baskı, Broy Yayınları, Ağustos 1986
Şili ile Söyleşi, Yaşar Miraç, Yeni Türkü Şiir Yayınları, Eylül 1979 Metne dön.
[21] Efsus’a Yolculuk, s.34 Metne dön.
[22] “gerçekliğe değil kavrama inanırdım/kavrama inandığım için sana inandım”, Efsus’a Yolculuk, s.98 Metne dön.
[23] Efsus’a Yolculuk, s.33 Metne dön.
[24] Efsus’a Yolculuk, s.9 Metne dön.
[25] Efsus’a Yolculuk, s.83 Metne dön.
[26] Metis, Ekim 2014 Metne dön.
[27] Metis, Ekim 2017 Metne dön.
[28] Yerel(sel)leşme, Jacques Sapir, çev iri: Hande Turan Abadan, Epos, Mayıs 2016, s.9
Dünyaya Kafa Tutan Köy, Dan Hancox, çeviri: Ali Karatay, Metis, Mayıs 2016 Metne dön.
[29] Aktaran: Enzo Traverso, age. ,s.23 Metne dön.
[30] Yıkım, Son Akşam Yemeği, s.33Metne dön.
[31] “özgürlük dünyanın çocukluk döneminde kaldı”, taun’a zeyl, Son Akşam Yemeği, s.40 Metne dön.
[32] son akşam yemeği, Son Akşam Yemeği, s.17 Metne dön.
[33] yıkım, Son Akşam Yemeği, s.28 Metne dön.
[34] yıkım, Son Akşam Yemeği, s.32-33 Metne dön.
[35] “ve olmasaydı zihnimde hatıra”, yıkım, Son Akşam Yemeği, s.34 Metne dön.
[36] “-tek günüm yok hatırlamadan geçirdiğim..”, beni terk eden organ, Son Akşam Yemeği, s.49 Metne dön.
[37] “hatırladıkça hafızadan kan geliyor idi”, terk, Son Akşam Yemeği, s.64 Metne dön.
[38] Efsus’a Yolculuk, s.114 Metne dön.