| ISBN13 978-605-316-116-5 | 13x19,5 cm, 280 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Dağılan Demokrasi: Neoliberalizmin Yeniden İnşa Ettiği Devlet ve Özne, s. 17-23 Bu kitap, varoluşun tüm boyutlarını ekonomik ölçülere göre düzenleyen kendine has bir akıl biçimi olan neoliberalizmin, demokrasinin temel unsurlarını usul usul nasıl çözüp dağıttığını kuramsal düzeyde ele alıyor. Bu unsurlar arasında söz dağarcıkları, adalet ilkeleri, siyasi kültürler, yurttaşlık âdetleri, yönetim pratikleri ve hepsinden öte, demokrasi tahayyülleri var. İddiam, piyasalar ve paranın demokrasiyi yozlaştırması veya alçaltmasından, siyasi kurum ve neticelerin gitgide finans ve şirket sermayesinin hâkimiyeti altına girmesinden, yahut demokrasinin yerini plütokrasinin (zenginler tarafından zenginler için yönetim) almasından ibaret değil. Daha ziyade, günümüzde devlet idaresinde ve işyerinde, hukuk sahasında, eğitimde, kültürde ve gündelik faaliyetlerin muazzam bir kısmında hazır ve nazır bulunan neoliberal aklın, demokrasinin kurucu unsurlarının belirgin siyasal karakterini, anlamını ve işleyişini ekonomikleştirdiğini öne sürüyorum. Liberal demokrasinin kurum, pratik ve âdetleri bu dönüşümden sağ çıkamayabilir. Radikal demokrasi düşleri de keza. Dolayısıyla bu kitapta, hem rahatsız edici bir güncel durumun hem de bu sorunlu şimdi’nin içinde müstakbel demokrasi projeleri konusunda yaşanabilecek çoraklığın haritası çıkarılmaktadır. Demokrasinin sağlama alınmasını amaçlayan kurum ve pratikler, beslenmek için ihtiyaç duyduğu kültürler, canlanması için gereken enerjiler, demokrasiyi uygulamaya geçiren, gözeten veya arzulayan yurttaşlar – neoliberalizmin siyasi hayatı ve bugüne dek ekonomik olmamış alan ve faaliyetleri “ekonomikleştirmesi”yle birlikte bunların hepsi zora girmektedir. Neoliberalizmin çağdaş liberal demokrasinin içini oyması ile daha radikal demokrasi tahayyüllerini tehlikeye atması arasındaki bağlantı nedir? Liberal demokrasinin pratik ve kurumları hemen her zaman vaatlerinin gerisinde kalsalar, vaat ettiklerini zaman zaman insafsızca tersine çevirseler de, liberal demokrasi ilkeleri hem evrensel özgürlük ve eşitlik idealine hem de halk tarafından halk için siyasi yönetim idealine tutunur, bu idealleri ayakta tutarlar. Diğer birçok demokrasi formülasyonu da bu idealleri benimsemiş; liberalizmin biçimciliği, özelciliği, bireyciliği ve kapitalizmden görece hoşnutluğunun olanak sağladığından daha farklı yorumlamış, çoğunlukla daha esaslı bir şekilde gerçekleşmeleri için uğraş vermiştir. Gelgelelim bu kitabın öne sürdüğü gibi, neoliberal akıl bu ideal ve arzuları reel liberal demokrasilerden tahliye etmekle meşgulse şayet, demokrasi projelerinin daha canla başla ateşleneceği platform neresi olabilir? Daha fazla veya daha iyi demokrasi arzusu, burjuva biçiminin küllerinden nasıl doğar? O uçucu liberal örneği bile ortalıkta yokken, halklar ne diye demokrasi istesin veya arasın? Dahası, demokratikliğini kaybeden özneler ve öznelliklerde bu siyasi rejime özlem, ne ezelden beridir gelen ne de içinde bulunduğumuz tarihsel durumun ürünü olan bu özlem nereden doğabilir? Bu sorular, ne tür halk ve kültürlerin demokrasi arayacağı veya inşa edeceği sorununun, esasen Batı dışındaki kesimleri ilgilendirmek şöyle dursun, bizatihi çağdaş Batı’nın kendisi için de belirleyici önemde olduğunu anımsatmaktadır. Antidemokratlar tarafından yıkılabileceği veya engellenebileceği gibi, demokrasinin dağılması, içeriden içinin boşaltılması da mümkündür. Dahası, demokrasi arzusu ne verili ne de yozlaşmayan bir şeydir; nitekim Rousseau ve Mill gibi demokrasi kuramcıları dahi, Avrupa modernliğinin sunduğu malzemeden demokratik ruhlar şekillendirmenin güçlüğünü kabul etmişlerdir. [1] ... Her iki sözcüğün de muğlaklığı ve çokanlamlılığı, demokrasi ile neoliberalizmin ilişkisini kuramlaştırma girişimlerini zora sokmaktadır. “Demokrasi”, modern siyasi söz dağarcığımızın en tartışmalı ve en gelişigüzel kullanılan terimleri arasındadır. Genelgeçer anlayışa göre “demokrasi”, serbest seçimlerden serbest piyasalara, diktatörlere karşı ayaklanmalardan kanun ve nizama, hakların merkeziliğinden devletlerin istikrarına, bir araya gelmiş çokluğun sesinden bireyselliğin korunmasına ve kitlelerin diktasının dayatılmasının yanlışlığına kadar pek çok anlama gelmektedir. Kimilerine göre demokrasi Batı’nın en kıymetli hazinesidir, kimilerine göre ise Batı’nın aslında hiç sahip olmadığı şeydir, yahut esasen Batı’nın emperyal emellerinin cilasıdır. Demokrasinin o kadar çok çeşidi vardır ki –sosyal, liberal, radikal, cumhuriyetçi, temsili, otoriter, doğrudan, katılımcı, müzakereci, plebisit– bu tür iddialar çoğunlukla sağırlar diyaloğuna dönüşmektedir. Siyaset bilimi alanında, ampirik araştırmalar yapanlar terime ölçü ve anlamlarla istikrar kazandırmaya çalışırken, teorisyenler bütün bunları tartışmaya açıp sorunlaştırmaktadır. Siyaset teorisi alanında çalışanlar, çağımızda tek bir formülasyon (liberal) ve yöntemin (analitik) “demokrasi teorisi” üstünde kurmuş olduğu tekelden farklı ölçülerde memnun yahut mutsuzlardır. “Demokrasi” sözcüğünün Yunanca etimolojisi dahi muğlaklık ve tartışma yaratmaktadır. Demos/kratia “halkın yönetimi” veya “halk tarafından yönetim” demektir. Ama antikçağ Atinası’nda kimler “halk”tır? Mal mülk sahipleri mi? Yoksullar mı? Sayılmayanlar mı? Çoğunluk mu? Bu soru bizzat Atina’da ihtilaf doğurmuş, bundan dolayı Platon demokrasiyi anarşiye yakın, Aristoteles ise yoksulların yönetimi olarak görmüştür. Çağımızda Kıta Avrupası’ndan çıkan teori bağlamında, Giorgio Agamben demos’un hem siyasi topluluğun tamamına hem de yoksullara işaret etmesi bakımından –“tesadüfi olmayan”– sürekli bir belirsizliği olduğunu saptar. [2] Jac-ques Rancière ise (Platon’un Yasalar’ı üstünden) demosun bunların ikisine de değil, yönetme vasfı tanınmayanlara, “sayılmayanlar”a işaret ettiğini savunur. Bu nedenle Rancière’e göre demokrasi her zaman “paysız pay”ın patlak vermesidir. [3] Rancière’in iddiasını güçlendiren Etienne Balibar, demokrasinin imzası olan eşitlik ve özgürlüğün “dışlananların isyanıyla benimsetilmesi”, aynı zamanda da “bizzat yurttaşlar tarafından hiç bitmeyecek bir süreç içinde sürekli yeniden kurulması” gerektiğini savunur. [4] Demokrasinin anlamının açık uçlu ve tartışmalı olduğunun kabulü elinizde tuttuğunuz yapıt için elzem; çünkü bir yandan demokrasinin halkın –bu halk kim olursa olsun– siyasi düzlemde kendi kendini yönetmesi çağrışımının değeri üstünde dururken, diğer yandan demokrasiyi belli bir biçimle sınırlandırılmaktan kurtarmak istiyorum. Bu bakımdan demokrasi, istibdat ve diktatörlüğün, faşizm yahut totalitarizmin, aristokrasi, plütokrasi yahut şirket-erkinin karşısında durduğu gibi, çağımıza ait bir fenomenin, neoliberal rasyonalitenin doğurduğu düzen içinde yönetimin yönetişime ve işletmeye dönüşmesinin de karşısındadır. “Neoliberalizm” de gevşek ve kaygan bir imleyendir. Neoliberalizmin sabit veya oturmuş koordinatları olmadığını, söylemsel formülasyonlarında, uyguladığı politikaların icaplarında, maddi pratiklerinde zamansal ve coğrafi çeşitlilik bulunduğunu söylemek akademi içinde basmakalıp bir yargı haline gelmiştir. [5] Bu basma-kalıp yargı, neoliberalizmin pek çok ve çeşitli kökenleri bulunduğunu ya da esasen eleştirmenlerinin kullandığı bir terim olduğu için varlığının dahi şüpheli göründüğünü kabul etmenin ötesine geçmektedir. [6] Bir ekonomi politikası, yönetişim tarzı ve akıl düzeni olarak neoliberalizm aynı anda hem küresel olan hem de sabit, farklılaşmamış, sistematik veya katışıksız olmayan bir fenomendir. İsveç’te refah devletçiliğinin süregelen meşruluğuyla, Güney Afrika’ da Apartheid sonrasının demokratikleştirici ve yeniden bölüşüme dayalı bir devlet beklentisiyle, Çin’de Konfüçyüsçülük, post-Mao-izm ve kapitalizmle, ABD’de köklü bir devletçilik karşıtlığı ile yeni bir işletmecilikten oluşan tuhaf bir kokteylle kesişmektedir. Üstelik neoliberal politikalar farklı kapılardan, farklı failler aracılığıyla içeri girmektedir. Şili’de neoliberalizm Salvador Allende’nin 1973’ te devrilmesinin ardından, Augusto Pinochet ve “Chicago Boys” olarak bilinen Şilili iktisatçılar tarafından dayatılan bir “deney” iken, sonraki yirmi yıl boyunca Küresel Güney’e dayatılan “yapısal uyum”un sorumlusu IMF olmuştur. Keza Margaret Thatcher ve Ronald Reagan iktidara ilk geldiklerinde cüretkâr serbest piyasa reformları peşinde koşmuştur, ama neoliberalizmin Avrupa-Atlantik ulusları içinde daha sinsice, demokratik bir söz dağarcığı ve toplumsal bilinci gasp edip bunların yerine ekonomik olanlarını getiren yönetişim teknikleri vasıtasıyla serpildiği de olmuştur. Dahası, zaman içinde neoliberal rasyonalitenin kendisi de –sadece değilse de bilhassa– üretime dayalı bir ekonomiden gittikçe finansallaşan bir ekonomiye geçişte değişime uğramıştır. [7] Bir paradoks öyleyse. Neoliberalizm kendine özgü bir akıl tarzı, özne üretme tarzı, bir “davranış yönetimi” (conduct of conduct) ve değerlendirme sistemidir. [8] Hem tarihsel özgüllük taşıyan, Keynesçilik ve demokratik sosyalizmi hedef alan bir ekonomik ve siyasi tepkinin, hem de daha genelleşmiş bir pratiğin, o güne dek başka değer çizelgelerinin yönetimi altında olan saha ve faaliyetleri “ekonomikleştirme” pratiğinin adıdır. [9] Gelgelelim farklı farklı ülke, bölge ve sektörlerdeki somut örneklerinde, varlığını halen sürdüren kültürler ve siyasi geleneklerle muhtelif kesişmelerinde ve hepsinden öte, diğer söylem ve gelişmelerle girdiği yakınsama ve özümseme ilişkilerinde, neoliberalizm değişik şekiller almakta, değişik içerikler ve normatif ayrıntılar, hatta farklı ifade tarzları doğurmaktadır. Küresel ölçekte her yerde hazır ve nazırdır ama birleşmiş değildir, zaman ve mekân içinde kendi kendisine özdeş değildir. Demokrasiyle ilgili örnekler de böylesine çeşitli olduğu halde, ileride anlaşılacak sebeplerden dolayı, bu çalışmada daha çok “neoliberalizm” için bir anlam belirlemekle meşgul olacağım. Ancak neoliberalizmin bu boyutlarının –intizamsızlığı, kendi kendisine özdeş olmayışı, zamansal ve mekânsal değişkenliği ve hepsinden öte, yeniden şekillenmeye açık oluşunun–, neoliberalizmin çağımız diyebileceğimiz bir zamanda, Avrupa-Atlantik dünyası diyebileceğimiz mekândaki tekerrürüne odaklanan bir argüman bağlamında altını çizmek önem kazanıyor. Neoliberalizmin değişkenliği ve esnekliğine karşı uyanık olmak, şu anki versiyonunun onun özsel ve küresel hakikati diye belirlenmesine ve oluşturduğum hikâyenin teleolojik bir hikâyeye, ahir zamanlara doğru uygun adım yürüyüşte karanlık bir sayfaya dönüştürülmesine karşı bir ikaz mahiyetindedir. ... Notlar [1] Rousseau’nun modernliğin sunduğu malzemeden demokratik özneler oluşturmanın güçlüğünü kavrayışının habercisi, “Eşitsizlik Üstüne Söylev”den Toplumsal Sözleşme’ye geçişidir. Mill Özgürlük Üstüne’de dosdoğru, hepimizin kendimiz için hürriyet, bireysellik ve hoşgörü istediğimizi, ama bunu başkalarına bahşetmeye pek yanaşmadığımızı söyler. John Stuart Mill, On Liberty and Other Writings içinde, Stefan Collini (haz.), Cambridge: Cambridge University Press, 1989, 11 ve 16; Özgürlük Üstüne ve Seçme Yazılar, çev. Alime Ertan, İstanbul: Belge, 2000. Metne dön. [2] Giorgio Agamben, Homo Sacer, Stanford: Stanford University Press, 1998, 176; Türkçesi: Kutsal İnsan, çev. İsmail Türkmen, İstanbul: Ayrıntı, 2001. Metne dön. [3] Jacques Rancière, Dissensus: On Politics and Aesthetics, New York: Continuum, 2010, 70; Türkçesi: Uyuşmazlık: Politika ve Felsefe, çev. Hakkı Hünler, İzmir: Ara-lık, 2006. Metne dön. [4] Etienne Balibar, Equaliberty: Political Essays, İng. çev. James Ingram, Durham: Duke University Press, 2014, 207; Türkçesi: Eşitliközgürlük, çev. Oylum Bülbül, İstanbul: Metis, 2016, 272. Balibar’ın bu fevkalade metninin İngilizcesi, Halkın Çözülüşü’nün tam baskıya verildiği dönemde yayımlandı maalesef. Burada sunduğumdan çok daha geniş bir muameleyi hak ediyor. Metne dön. [5] Jamie Peck, Constructions of Neoliberal Reason, New York: Oxford University Press, 2010; John Clarke, “Living With/in and Without Neo-Liberalism”, Focaal-European Journal of Anthropology, 51.1, 2008, 135-47; Franco Barchiesi, Precarious Liberation: Workers, the State and Contested Social Citizenship in Post-Apartheid South Africa, Albany: State University of New York Press, 2011. Metne dön. [6] Bugün neoliberalizm üstüne güzel bir düşünce tarihleri kümesi oluşmuş bulunuyor, sözgelimi Peck, Constructions of Neoliberal Reason; Daniel Stedman Jones, Masters of the Universe: Hayek, Friedman, and the Birth of Neoliberal Politics, Princeton: Princeton University Press, 2012; Pierre Dardot ve Christian Laval, The New Way of the World, New York: Verso, 2014; Türkçesi: Dünyanın Yeni Aklı, çev. Işık Ergüden, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2012; Philip Mirowski, Never Let a Serious Crisis Go to Waste, New York: Verso, 2013; ve Angus Burgin, The Great Per¬suasion: Reinventing Free Markets since the Depression, Cambridge, MA: Harvard University Press, 2012. Bu yapıtların her biri, savaş sonrası dönemin bazı muhalif akımlarından doğan, daha sonra bu sulardan hem beslenen hem ayrılan bir yönetim rasyonalitesi şeklini alan bir neoliberalizm anlayışına katkıda bulunmaktadır. Neoliberal siyasi rejim ve öznelliklere ait yeni güç ve kategorilerin kuramlaştırılması konusunda da, her birinin kendine özgü bir katkısı vardır. Bu çalışmalar hep birlikte, daha ortodoks bir Marksist görüşe, David Harvey’nin A Brief History of Neoliberalism (New York: Oxford University Press, 2005; Türkçesi: Neoliberalizmin Kısa Tarihi, çev. Aylin Onacak, İstanbul: Sel, 2015) kitabında örneğini bulan, neoliberalizmin 1970’lerde düşen kâr oranlarına yanıt olarak kapitalizmin yeniden biçimlendirilmesi olduğu görüşüne zımnen karşı çıkıştır. Düşünceye daha çok odaklanan analizin kapsamını genişletip kemer sıkma politikalarının yükselişini ve yaygınlaşmasını inceleyen bir yapıt için bkz. Mark Blyth, Austerity: The History of a Dangerous Idea, New York: Oxford University Press, 2013; Türkçesi: Kemer Sıkmak: Tehlikeli Bir Fikrin Tarihi, çev Duygu Argın, İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları, 2017. Neoliberal beyin takımlarının (think tank) neoliberal politika ve rasyonaliteyi hâlâ nasıl şekillendirdiği üstüne bir çalışma için bkz. P. W. Zuidhof, Imagining Markets: The Performative Politics of Neoliberalism, Zone, yakında çıkacak. Çok fazla şeyi imler hale gelen neoliberalizmin büyük ölçüde kullanışsız olduğu iddiası için bkz. Taylor C. Boas ve Jordan Gans-Morse, “Neoliberalism: From New Liberal Philosophy to Anti-Liberal Slogan”, Studies in Comparative International Development, 44.2, 2009, 137-61. Metne dön. [7] Bu geçişin önemi üstüne gelişkin analizler için, diğer çalışmaların yanı sıra, bkz. Michel Feher, Rated Agencies: Political Engagements with Our Invested Selves, Zone, yakında çıkacak; Gerald F. Davis, Managed by the Markets: How Finance Reshaped America, New York: Oxford University Press, 2009; “After the Corporations”, Politics and Society, 41.2, 2013 ve “Finance Capitalism 2.0: How BlackRock Became the new J. P. Morgan”, Emek ve İstihdam İlişkileri Birliği Konferansı, 7 Ocak 2012, University of Michigan, webuser.bus.umich.edu/gfdavis/Presentations/Davis%20LERA%20tak%201-7-12.pdf. Metne dön. [8] Michel Foucault, The Birth of Biopolitics: Lectures at the Collège de France, 1978-79, Michel Senellart (haz.), İng. çev. Graham Burchell, New York: Picador, 2004; Türkçesi: Biyopolitikanın Doğuşu, çev. Alican Tayla, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2015. Metne dön. [9] Koray Çalışkan ve Michel Callon, “Economization, Part 1: Shifting Attention from the Economy Towards Processes of Economization”, Economy and Society, 38.3, 2009, 369-98; Timothy Mitchell, Rule of Experts: Egypt, Techno-Politics, Modernity, Berkeley: University of California Press, 2002; Carbon Democracy: Political Power in the Age of Oil, Londra: Verso, 2011; Türkçesi: Karbon Demokrasi: Petrol Çağında Siyasal İktidar, çev. Fırat Berksun, İstanbul: Açılım Kitap, 2014. Metne dön.
|