| ISBN13 978-605-316-088-5 | 13x19,5 cm, 144 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Ömer Erdem, "Kendine ait bir Roma", Hürriyet Kitap Sanat, 1 Haziran 2017 Yaşadığımız coğrafyanın vatan olarak bir poetikası var mı? Eğer varsa o poetika zaman içinde nasıl oluşur, kim ve kimler tarafından tanımlanır? Cemal Kafadar’ın Kendine Ait Bir Roma kitabının kendiliğinden Virginia Woolf’un Kendine Ait Bir Oda'sına göz kırpması sadece bir gönderme oyunu değil, poetik tarih arayışının köküne dair bir işaret diye okunmalı. Ki Cemal Kafadar bir yandan “Ortaçağ Anadolu”sundan başlayarak, ‘Rum coğrafyası, Rumilik ve buna bağlı Türk, Anadolu ve Osmanlı kimliğinin menşeini, gelişim ve değişimlerini irdelerken tarihçiyi ve kültürel kodları da sorgular. Anadolu, Vatan, Rum, Rumi gibi tanım-kavramlar hep birer kriz dönemlerinin sonucudurlar. Bu bağlamda ‘Anadolu ile (hep) özel bir ilişkisi olan Rum coğrafyası’ ve “en geç 15. yüzyılın başlarında Türkler için daha geniş bir anlam kazanan diyar-ı Rum’un” ne olduğunu araştırmak bu krizleri de deşmek demektir. Hele ‘coğrafyanın belirli bir kimlikle özdeşleştirilmesinin görüntü, ses ve kokularla da yakın ilişkisinin’ varlığı karşısında, matematiksel bir kesinlikle, Türk, Rum, Rumi, Anadolu gibi kimlik yüklü, ‘vatan, il, yer gibi mekânsal mecaz ve soyutlamalarla genişleyen, duygu içeren’ kelimeler konunun sorunsal bağlamını daha da ‘çetrefil’leştirmektedir. (‘Çetrefil’ kelimesini Kafadar’dan ilhamla kullandım). Cemal Kafadar, ‘bir yer’in insanı olma, ‘bir yer’e ait olma hissinin modern vatan kavrayışından önceleri de güçlü olduğu ve diyar-ı Rum’da yaşayan Türklerin, başkaları onları tanımlamadan önce de bu fikre kendiliğinden sahip bulundukları görüşündedir. Tarihçi, modern zamanlarda, saklı ve açık politik ve emperyal amaçlarla kurulmuş söylemlere dikkat etmeli, ‘tarih yazıcılığı özgürleştirmiyorsa’ bir tür tanımlama zulmüne hizmet ettiğini unutmamalıdır. Kafadar, “Rumi’lik anlayışında cisimleşen modernlik öncesi kimlik kavramsallaştırmalarının daha derinlikli bir arkeolojisinden yararlanabilir ve böylece ele aldığımız çoğul ortamlardaki ‘kendim/iz ve başkaları kavrayışlarının serüvenini daha iyi anlayabiliriz” demektedir. Bu bitmeyen, Türk, Türk kimliği, Anadolu vs. tartışmalarına tarihsel ve kültürel derinlik getiren, ufuk açıcı felsefi bir perspektiftir. “Türkdilli Müslümanlar geç ortaçağ ve Osmanlı döneminde ‘Romalı-lığı’ temellük etmişlerdir.” Yaygın ‘kültürel coğrafya okumalarının kendi politik çapraşıklıklarını’ göz ardı etmeden, ‘kelimeler ve yansıttıkları toplumsal-kültürel gerçekliklerin tarihiyle’ belgeler eşliğinde yüzleşmek gerekir. Haritalar, şiir, dini metinler, seyahatnameler ve her tür tarihi belge şaşırtacak derecede poetik-yatak değerindedir. Ayrı bir gözle ‘taşları’ okumak yeterlidir. Ayrıca sıradan insanların bu konuda ne düşündüğünü, devletler tepelerine çökmeden kimlerle ve ne şekillerle kendilerini ‘biz’ addettiklerini takip etmekte yarar vardır. Bu yüzden ‘Rumi, sivil toplum tarafından şekillendirilmiş bir kategoridir’ ve devlete göre bir gösteren değildir mesela. “Sonuç olarak, insan kendi kimliğini tarihten ari bir biçimde tasarlayacak ve yayacak bir konumda bulunmadığı sürece kendine ait bir Roma yoktur.” Ancak, Osmanlı, Türk, Anadolu ve diyar-ı Rum’un içselleştirdiği Roma, yeni hegemonik güçlerin sahneye çıkmasıyla ruhuyla da hortlamıştır çoktan. |