Ali Bulunmaz, "Yaşam ve ölüm kartları", Cumhuriyet Kitap Eki, 19 Kasım 2015
Yapıbozum ve Pragmatizm, Sonsuz Talep, Kıta Felsefesi, İmansızların İmanı ve David Bowie gibi kitaplarıyla tanıdığımız Simon Critchley, edebiyat ve felsefe arasındaki bağdan etiğe, anarşist sol hareketlerden dine kadar geniş bir alanda çalışmalarını sürdürüyor. Hegemonya kavramına yoğunlaşan ve bunun siyasetle ilişkisini inceleyen, politikacıların insanları nasıl ve neden hayal kırıklığına uğrattığını anlamaya çabalayan, din ve şiddet arasındaki akıl-dışı yakınlığı anlatmaya uğraşan Critchley bu kez, Bellek Tiyatrosu'yla bizi selamlıyor ve felsefenin romana yedirilişinin güzel bir örneğini veriyor.
Tinin küresel tiyatrosu
Critchley, Essex Üniversitesi'nden ayrılmadan önce ofisine gelip “döküntülerini” toplamaya koyulduğunda, eski arkadaşı Michel Haar'ın ölmeden evvel kendisine yolladığı kutuları bulur. İçinde, Haar'ın yayımlanmamış yazıları, birtakım evraklar ve gizemli kartlar da vardır. Critchley, olaya “nostaljik bir vaka” gibi yaklaşsa da kutular açıldıkça işin rengi değişmeye başlar.
Critchley, kutuları eşeledikçe felsefenin derin konularına geri dönüşler yapıyor; Platon'dan Nietzsche'ye uzanan, oradan Heidegger'e varan zorlu bir yola giriyor. Bir bakıma Haar'ın kutularındaki astrolojik göndermeler felsefe burçlarını da simgeliyor.
Koç burcu kutusundan çıkan bellek tiyatrosu metni, hem yeni bir tarihyazımını içeriyor hem de bilgiyi hatırlama icatlarından bahsediyor. Mesela bir tiyatro ya da bir makine; bu ikisinden birine girerek üstü bir biçimde örtülmüş mutlak bilgiye ulaşılabileceği öngörülüyor. Critchley bu kutuyla Antik döneme doğru bir yolculuğa çıkarken hatırlamanın ve bilmenin zihni karıştıran yüzüyle karşılaşıp bellek tiyatrosu modellerinin en akılda kalanını Guilio Camillo'nun yarattığını anımsıyor. Camillo'nun modeli ve Bruno'un heybeti, deyim yerindeyse Critchley'i alıp götürüyor ve kendisini bir anda, geçmişin bilgi yığınını karıştırırken buluyor. Tıpkı akvaryumun ya da denizin dibini yoklayan çöpçübalıkları gibi. Sonrası dalga dalga geliyor: Antikçağ, Ortaçağ, Rönesans, Modernizm... Sahnenin kurulduğu yer ise Tinin küresel tiyatrosuna dönüşüyor.
"Zaman mekânlaşıyor, tarih coğrafya oluyor"
Critchley, Tinin tiyatrosunda gezinirken bütün bir tarihin, kişinin benliğine (ve belleğine) nasıl dolduğunu görür. Dolayısıyla insanın (insanlığın) dramına tanık olur. Bu tanıklığa rüyalar da eşlik eder.
Critchley'in bellek tiyatrosu dışında kutularda rastladığı bir başka sürpriz, Haar'ın, hem kendisi hem de başka filozoflar için hazırladığı kartlar. Bunlarda kimin hangi tarihte ne yapıyor olacağı ve ne zaman öleceğiyle ilgili ifadeler, daha doğrusu öngörüler yer alıyor. Onlara bellek haritası demek de mümkün ve bir tane de Critchley için var. Ölüm tarihi ve nedeni (13 Haziran 2010, beyin kanaması) yazılı olan kartı okumasıyla ve Camillo'nun bellek tiyatrosu metninden esinlenerek yapılmış bir maketle karşılaşmasıyla bu iki konu çabucak birleşiyor.
Yanı başında duran maket, Critchley'de ağrıları ve hayallenmeleri tetikliyor; sanrılar görmeye başlıyor. Yani bir tür bilgi bombardımanı etkisi veya tacizine uğruyor. İşin tuhaf tarafı, onların içinde doğru olanlar da var Critchley'in zihninin ürettikleri de. Sanrılarla beraber, Haar'ın yazdığı bellek kartındaki işleri büyük bir hızla, 13 Haziran 2010'a kadar halletmeye girişiyor. Bu arada zihnimizde bir soru uyanıyor: Acaba Critchley, hayatını karta göre mi düzenliyor yoksa oradakiler zaten gerçekleşecek şeyler mi? Metnin gidişinden bu ikisinin birbirine karıştığını anlıyoruz; “zaman mekânlaşıyor, tarih coğrafya oluyor.”
Critchley'i etkileyen süreç, ölüm ânını yaşamak gibi bir şeye dönüşüyor, hatırlamanın ağırlığını bütün bedeninde hissederken “kaderini”, felsefi ölümle buluşturma telaşına düşüyor. Karşılaştığı yaşayan bellek onu dehşete sürüklüyor.
Bize nihilizm, ölüm, hatırlama-unutma ve aklın perdelenişi gibi pek çok konuya dair kapı aralayan Bellek Tiyatrosu, felsefenin Antikçağ'dan bugüne kadarki serüvenini konsantre biçimde özetliyor. Öte yandan bireyin geçmişiyle tarihin buluşması, belleğin tekrardan ibaret olduğu yanılgısını, tarihin hareketi gerçeğiyle tamir etme girişimine dönüşüyor.