İlker Cihan Biner, "Dili Yarmak: Foucault, Dil ve Edebiyat", Post Dergi, 30 Kasım 2015
Gilles Deleuze, Foucault üzerine yazdığı bir yazıda Foucault’nun konferans metinleri ve söyleşilerinin tamamıyla yapıtının bir parçası olduğunu söyler ve şöyle devam eder: ‘Foucault’nun söyleşileri, tamamıyla yapıtının bir parçası ise bunun sebebi, her defasında bizi güncel sorunlarımıza taşıyan topolojik bir operasyon gerçekleştirmelerindendir. Foucault’nun yapıtı düşünceye öncesinde bilinmeyen yeni bir koordinat sistemi keşfettirecek. Felsefede ışığın en güzel tablolarını boyuyor ve bugüne kadar görülmemiş sözcelerin eğrilerini çiziyor. Bizim için, düşünmenin anlamını değiştiren tüm büyük yapıtlara ekleniyor. Foucault’nun yapıtı felsefenin dönüşümüne işaret etmeyi bitirmedi.’[1]
Deleuze, Foucault’nun yapıtı derken kuşkusuz Foucault’nun düşünce yaşamına gönderme yapıyor. Foucault’nun ‘bir sanat yapıtı olarak yaşam’ ya da ‘yaşamı bir sanat yapıtına dönüştürmek’ fikrinden yola çıkarak ‘yapıt’ kelimesini kullanıyor. O halde Büyük Yabancı Foucault’nun söyleşilerinden/radyo konuşmaları, konferans metinlerinden derlenmiş bir kitap olsa da Foucault’nun yapıtının bir parçası…
Dil ve edebiyatla ilişki kurmak
Büyük Yabancı Phillippe Artieres, Jean François Bert, Mathieu Potte-Bonneville ve Judith Revel’in bir sunumuyla açılıyor. Sunumun başlangıcında Foucault’nun dil ve edebiyatla olan ilişkisi vurgulanmış. Sonrasında fark ettiğimiz temel mesele tam da Deleuze’ün bahsettiği Foucault’nun topolojik operasyonları. Edebiyatla olan ilişkisi de bu operasyonlarla paralel gidiyor.
Foucault 1950’de Saint-John Perse’i, 1951’de Kafka’yı, 1953’ten itibaren ise Bataille ve Blanchot’yu okumuş. Ardından 1956’da yurtdışına çıkarak Uppsala ve Varşova’da her gün Fransız Kültür Merkezi’nin kütüphanesini ziyaret etmeye başlıyor. O yıllarda Sade’dan Jean Genet’ye kadar pek çok yazar hakkında dersler veriyor ve hatta tiyatro kulübüne rehberlik de ediyor. 1960’ların başına gelindiğinde ise Deliliğin Tarihi için yaptığı okuma notlarına Foucault ‘edebiyat deneyimi’ diyor. Bu deneyimi ise ’17.yüzyıldan bu yana edebiyatın eğilimi hattı’ olarak açıklıyor. Görüldüğü üzere 1950’den itibaren Foucault edebiyatla olan ilişkisinde yeni koordinat sistemleri keşfederek düşüncede yeni alanlar açıyor.
Sunumda gizli iki kavram
Kitabın sunum bölümü ilerledikçe Foucault’ya dair iki gizli kavramla karşılaşıyoruz. Bu kavramlar Foucault’nun düşünce yaşamında önemli olan iki temel kavram. Birisi ‘ikiye katlama’ diğeri ise ‘dışarı’ kavramı. Kitapta bu iki kavram üzerinden yayılan metinlerin varlığıyla karşılaşıyoruz.
İkiye Katlama
İkiye katlama ya da sürekli ikileme, hem dünyanın belli bir andaki düzeni ve temsillerinin hem de bu temsillerin aşırı boyutunu en uç noktaya kadar gidilerek dile getirilmesi demek. Foucault’nun delilik, klinik ve insan bilimlerinin doğuşu gibi konularda kullandığı‘ikiye katlama’ kavramı değişkenlik sergiler ama kavrama delilik, dil ve edebiyat düzleminde baktığımız zaman dünya üzerine söylemleri düzenleme biçimimizin tarihselliğini bazı edebiyat metinleri üzerinden analiz eder. Kitapta ‘Delilerin Sessizliği’ adlı radyo konuşmalarından derlenmiş metin ‘ikiye katlama’ adı verilen kavramın serimlenmiş versiyonlarıyla doludur. Bu metinde Foucault Shakespeare’in yarattığı Kral Lear figürünü delilik üzerinden açıklamaya girişir. Shakespeare’in Kral Lear oyunundan bazı kesitlere yer veren Foucault Kral Lear’ın trajik bir delilik deneyimi halinde olduğunu belirtir.
Yine Cervantes’in Don Quijote’sinin Kral Lear’ın deliliğinden farklı olduğunu vurgulayarak Don Quijote’nin kendi deliliğini görebilecek kudrette olduğunu belirtir. Böylelikle Foucault deliliğin bilinci tartışmalarına da kapı açmış olur.[2]
‘İkiye katlama’ adı verilen kavram kitabın ‘Dil ve Delilik’ adlı bölümdeki metinlerde daha belirgindir. Foucault ‘Delilerin Sessizliği’, ‘Delirmiş Dil’ gibi metinlerde 17. yüzyıl ve 18.yüzyıldaki delilik deneyimlerini edebi metinlerle aktarmaya çalışıp delilik deneyimlerini en uç noktasına kadar anlatmayı dener. ‘Edebiyat ve Dil’ adlı konferans metinlerinde de 15. yüzyılın sonundan 17.yüzyılın başına kadar temsil, imge, görünüş, hakikat, analojinin yerkürenin temel mekânında sunulduğunu belirtir. Yani dünyanın belirli bir andaki düzeninin yansımalarını yine bu metinde bulabiliriz.
Dışarı
1966 yılında Maurice Blanchot’ya dair yazdığı bir metinde Foucault ‘dışarı’ deneyiminin ne olduğunu, ‘düşünüyorum’ ile ‘konuşuyorum’un birbirinden ayrılması olarak tanımlar. Dil konuşan öznenin ortadan kayboluşuna meydan okumak ve onun boş yerini kendi sonsuz akışının kaynağı olarak kaydetmek zorundadır. O halde dil ‘söylemin varlık biçiminden, yani temsilin egemenliğinden kurtulur ve edebi söz, her biri ötekilerden farklı, en yakınındakilere bile mesafeli olan her noktasının onları aynı zamanda hem birleştiren hem ayıran bir alanda hepsine göre kurulduğu bir ağı oluşturan bizzat kendinden hareketle gelişir.’[3]
‘Düşünüyorum’ ile ‘konuşuyorum’ bağının çözüldüğünün saptanması ve dilin kendi dışına sızması kitapta ‘Delirmiş Dil’ adlı metinde kendini bulur.
‘Delirmiş Dil’ adlı metninde Foucault şöyle der: ‘Konuşan her insan deli olmanın mutlak özgürlüğünü, en azından gizlice, kullanır; keza deli olan ve bu nedenle insanların diline tamamen yabancılaşmış gibi görünen her insan da, öyle sanıyorum ki, dilin kapalı evreninde hapsolmuş durumdadır.’
Delilik ile dil arasındaki bu açmaz ‘Edebiyat ve Dil’ adlı oturum metninde çözülür. Metinde Proust’un Kayıp Zamanın İzinde adlı yapıtını inceleyen Foucault yapıtın bir ara mekân yarattığını söylüyor. Bu ara mekân edebiyat dilinin derin varlığını oluşturur. İçsel, tematik, dramatikleştirilmiş, anlatılmış, öyküleştirilmiş yansımalar olarak bir ‘ara mekân.’ İşte bu ara mekânı yaratmak Foucault’nun kavramsallaştırdığı ‘dışarı’nın düşüncesidir.
Sade üzerine verdiği konferanslarda da ‘dışarı’ kavramının izlerini görürüz. Sade’ın sürekli yeniden yazma-okuma halleri hayal gücünün yeniden ileri atılmasını sağlar ve her yazdığında yeni sınırlar aşılmış olur. Yazı önünde sonsuz bir mekân açar ve imgeler, hazlar, ihlaller o mekânda hiçbir sınırla karşılaşmadan çoğalabilirler. Foucault’nun Sade konferanslarında incelediği Sade metinleri skandala yol açan, sınıflandırılamaz, karar verilemez, fragmenter, rastlantısal ve ihlal doludur. Bu metinler doğrudan ‘dışarı’ kavramından izler taşır.
Dil ve Mücadele
Dilin bir kez daha karanlık bir kutu olduğu dönemlerden geçiyoruz. ‘Milli irade’, ‘paralel’ ve ‘terör’ gibi belirli söylemlerin hegemonyasını kırabilmek için dil kuşkusuz bizler için önemli çünkü dilin yarattığı söylemin düzeni dünyanın düzeniyle iç içedir. Söylemlerin hegemonyasında çatlaklar açabilmek adına dilin düzensizliğini ya da Foucault’nun ‘dışarı’ ve ‘ikiye katlama’ kavramlarını kullanabilmek ya da o kavramları uygulayabilmek bizler için hayati bir önem taşıyor. İktidar ya da otorite karşıtı mücadelelerde başka stratejiler de vardır ama dil de bu mücadelede başat bir önem taşır. Bir sızıntı, fısıltı misali kendi dilimizin çizgilerini çizmenin zamanı geldi de geçiyor.
Notlar
[1] Gilles Deleuze, İki Delilik Rejimi: Michel Foucault’nun Temel Kavramları Üzerine , Bağlam Yayınları, sf. 271.Metne dön.
[2] ‘Delilerin Sessizliği’ adlı metinde Foucault Cervantes’in Don Quijote yapıtı üzerinden delilik ve bilinç meselesini tartışmaya girişir ve Quijote’den metinler örnekleyerek delilik ile deliliğin bilinci arasındaki ilişkiyi tartışır.Metne dön.
[3] Michel Foucault, Sonsuza Giden Dil: Dışarı Düşüncesi, Ayrıntı Yayınları, sf. 197.Metne dön.