Giriş bölümünden, s. 13-18
Kuzey Amerika’nın batı kıyısında yaşamış herkes, yüzlerce kuş türünün her yıl kıta sahanlığı boyunca mevsimsel olarak bir aşağı bir yukarı çeşitli mesafeler kat ederek göç ettiğini bilir. Bu türlerden biri, beyaz-taçlı serçedir. Güzergâhları, güzün Alaska’dan kuzey Meksika’ya, oradan da her bahar tekrar kuzeye doğrudur. Pek çok kuştan farklı olarak beyaz-taçlı serçenin, göç sırasında yedi güne kadar varan, olağandışı bir uyanık kalabilme kapasitesi vardır. Bu mevsimsel davranış, hiç dinlenmeksizin, geceleri uçarak yollarına devam ederken gündüzleri de yiyecek peşinde koşmalarına imkân sağlar. ABD Savunma Bakanlığı söz konusu canlıları incelemek için son beş yıldır büyük paralar harcıyor. Başta Wisconsin’in Madison kentinde olmak üzere, çeşitli üniversitelerde devletin finanse ettiği projeler yürüten araştırmacılar, insanlara uygulayabilecekleri bilgiler elde etme ümidiyle, kuşların bu uzun uykusuz dönemleri sırasındaki beyin faaliyetini araştırıyor. Amaç, insanların uykusuz kalabilmesini ve üretken ve verimli biçimde iş görebilmesini mümkün kılmanın yollarını keşfetmek. Başlıca hedef esasen uykusuz askerin yaratılması, dolayısıyla beyaz-taçlı serçe incelemesi projesi insan uykusu üzerinde hiç değilse sınırlı bir hâkimiyet sağlamaya yönelik daha geniş kapsamlı bir askeri girişimin sadece küçük bir bölümünü oluşturuyor. Pentagon’un ileri araştırmalar biriminin (DARPA) [1] öncülüğünde, çeşitli laboratuvarlardaki biliminsanları nörokimyasallar, gen terapisi ve transkraniyal manyetik uyarım gibi deneme niteliğindeki uykusuzluk tekniklerini test ediyor. Kısa vadeli hedef bir askerin en az yedi gün uykusuz kalabilmesini sağlayacak yöntemlerin geliştirilmesiyken, uzun vadede, zihinsel ve fiziksel performansı yüksek seviyelerde tutarak, belki de bu zaman diliminin en az iki katına ulaşmak hedefleniyor. Halihazırdaki uykusuzluğu sağlama araçları beraberinde hep zararlı bilişsel ve psişik yetersizlikler getirmiştir (örneğin teyakkuz seviyesinde azalma). 20. yüzyıl savaşlarının çoğunda yaygın biçimde kullanılan amfetaminler ve daha yakın geçmişteki Provigil gibi ilaçlar bu duruma örnektir. Söz konusu bilimsel arayış uyanıklık halini tetikleme yolları bulmaktan ziyade vücudun uykuya olan ihtiyacını azaltma peşindedir.
ABD askeri planlamasının stratejik mantığı yirmi yılı aşkın bir zamandır canlı bireyleri komuta, denetim ve icra halkasının pek çok kısmından çıkarmaya yönelik. Robotlu ve diğer uzaktan kumandalı hedef belirleme ve öldürme sistemlerinin geliştirilmesine harcanan milyarların haddi hesabı yok; bunun sonuçları Pakistan, Afganistan ve diğer yerlerde insanı dehşete düşürecek biçimde gözler önüne serildi. Ne var ki, yeni silah paradigmalarına ilişkin abartılı iddialara ve askeri analistlerin ileri sistem operasyonlarındaki insan unsurundan sürekli anormal bir “ayak bağı” olarak söz etmesine rağmen, ordunun büyük insan ordularına ihtiyacı öngörülebilen gelecekte hiç de azalacak gibi değil. Uykusuzluk araştırması, fiziksel becerileri insandışı aygıt ve ağların işlevselliğine iyice yaklaşan askerler arayışının bir parçası olarak anlaşılmalıdır. Bilim-ordu ortaklığı insan-makine etkileşiminin pek çok türünü güçlendirecek “idrak artırma” biçimleri geliştirmeye yönelik olarak muazzam çalışmalar yürütüyor. Ordu aynı zamanda, korkuyu önleyen bir ilacın geliştirilmesi de dahil, beyin araştırmalarının pek çok başka alanını da finanse ediyor. Sözgelimi füze donanımlı insansız hava araçlarının (İHA) kullanılamayacağı, dolayısıyla ne kadar süreceği belli olmayan görevler için uyku rezistanslı ve korku geçirmeyen komando ölüm mangalarının gerekeceği durumlar olacaktır. Bu çalışmalar kapsamında, beyaz-taçlı serçeler insan bedenine makinesel bir süreklilik ve etkinlik modeli dayatmaya katkıda bulunma amacıyla Pasifik kıyısı çevresindeki mevsimsel ritimlerinden koparılmıştır. Tarihte de görüldüğü gibi, savaşla ilintili yenilikler kaçınılmaz biçimde daha geniş bir toplumsal çevreye asimile edilir ve uykusuz asker de uykusuz işçi veya uykusuz tüketicinin öncüsü olacaktır. Uykusuzluk ürünleri, ilaç firmalarının agresif satış taktikleriyle önce bir hayat tarzı seçeneği olarak sunulacak, nihayetinde ise pek çok insan için bir zorunluluk haline gelecektir.
7/24 pazarlar ile kesintisiz çalışmaya ve tüketime yönelik bir küresel altyapı yerleşik hale geldi, şimdi de bunlara daha iyi uyan bir insan özne yapım aşamasında.
1990’ların sonlarında bir Rus / Avrupa uzay konsorsiyumu, güneş ışığını dünyaya geri yansıtacak uydular yapıp yörüngeye oturtma planlarını duyurdu. Bu tasarı, 1700 kilometre irtifada güneşle senkronize yörüngelere, her biri kâğıt inceliğindeki malzemeden, katlanabilir parabolik yansıtıcılarla donatılmış bir dizi uydu yerleştirmeyi gerektiriyordu. Her bir ayna uydu, tamamen açılıp çapı 200 metreye ulaştığında, dünyadaki yaklaşık 26 kilometre karelik bir alanı, ay ışığının yaklaşık 100 katı bir parlaklıkla aydınlatma kapasitesine sahip olacaktı. Projenin başlangıçtaki hedefi, Sibirya’da ve Rusya’nın batısında uzun kutup geceleri yaşayan ücra coğrafi alanlarda endüstriyel ve doğal kaynak sömürüsü için, dış mekânda çalışmanın yirmi dört saat sürmesini mümkün kılacak aydınlatma sağlamaktı. Fakat şirket daha sonra planlarını, gece vakti bütün metropoliten alanlarına ışıklandırma sağlama imkânını içerecek biçimde genişletti. Bu projenin elektrik aydınlatmasındaki enerji maliyetlerini düşüreceğini ileri sürerek, şirket hizmetlerinin reklamını “gece boyunca gün ışığı” sloganıyla yaptı. Projeye hemen itirazlar geldi, hem de pek çok yerden. Gökbilimciler, yeryüzünden yapılan çoğu uzay gözlemi için doğuracağı sonuçlardan dolayı kaygılarını dile getirdi. Biliminsanları ve çevreciler, gece ve gündüzün düzenli olarak birbiri ardına gelmemesi uyku dahil çeşitli metabolizma düzenlerine sekte vuracağından, hem hayvanlar hem de insanlar için zarar verici fizyolojik etkileri olacağını beyan etti. Kültürel topluluklar ve insani yardım örgütlerinden de itirazlar yükseldi, gece gökyüzünün bütün insanlığın erişimine açık müştereklerimizden biri olduğunu ve gece karanlığını yaşama ve yıldızları seyretme imkânının hiçbir şirketin elimizden alamayacağı temel bir insan hakkı olduğunu ileri sürüyorlardı. Gelgelelim, bu herhangi bir anlamda bir hak ya da ayrıcalıksa, sürekli kirli hava ve yüksek yoğunluklu ışıklandırmanın yarı karanlık yarı aydınlığında kalmış olan şehirlerdeki dünya nüfusunun yarıdan fazlası için bu hak çoktan ihlal ediliyor. Gerçi projeyi savunanlar, bu tür teknolojinin elektriğin gece kullanımını düşüreceğini ve gece göğüyle karanlığının kaybının küresel enerji tüketimini azaltmak için ödenen küçük bir bedel olduğunu öne sürmüştür. Her halükârda, gerçekleştirilmesi kesinlikle imkânsız bu atılım, daimi bir aydınlatma durumu ile küresel mübadele ve dolaşımın durmak bilmez işleyişini birbirinden ayrılmaz gören çağdaş bir tahayyülün belli başlı örneklerinden biridir. Söz konusu proje, bütün bu girişimci aşırılığıyla, araçsallaştırılmış ve bitmez bir görünürlük durumunu örten ya da engelleyen her şeye karşı kurumsal bir hoşgörüsüzlüğün abartılı ifadesidir.
Pek çok olağanüstü nakil (extraordinary rendition) kurbanının ve 2001’den bu yana hapsedilenlerin gördüğü işkence biçimlerinden biri uykudan yoksun bırakmadır. Tutuklulardan özellikle birinin neler yaşadığı gayet iyi biliniyor, fakat durumu böyle belgelenmemişse de aynı muameleyi görmüş daha yüzlerce insan var. Muhammed el Kahtani’ye, şimdilerde Pentagon’un “İlk Özel Sorgulama Planı” olarak bilinen ve Donald Rumsfeld’in de imzasını taşıyan şartnameye göre işkence yapılmıştır. El Kahtani genelde yirmişer saatlik sorgulamalara maruz kaldığı iki aylık bir dönemin büyük kısmında uykudan yoksun bırakılmış. Işık şiddeti yüksek lambalarla aydınlatılan, bangır bangır müzik verilen, yatılamayacak kadar küçük hücrelere kapatılmış. Askeri istihbarat çevrelerinde bu hapishaneler Karanlık Taraf’a (dark side) atıfla Karanlık Mekânlar (dark sites) diye bilinir, buna karşılık el Kahtani’nin hapsedildiği yerlerden birinin kod adı Parlak Işıklar Kampı’dır. Uyku yoksunluğu, Amerikalılar ya da vekilleri tarafından ilk kez kullanılmıyor. Ayrıca sadece bunu ön plana çıkarmak yanıltıcı olur, çünkü Muhammed el Kahtani ve daha niceleri için uyku yoksunluğu kapsamlı bir dayak, aşağılama, uzun süre bağlı tutma ve suda boğulma etkisi yaratma programının sadece bir parçasıydı. Olağanüstü nakil mağdurlarına uygulanan bu “programlar”ın pek çoğu Davranış Bilimleri Danışma Ekiplerindeki psikologlar tarafından, bireyin duygusal ve fiziksel hassasiyetlerini saptayıp istismar etmek amacıyla kişiye özel tasarlanmıştır. Uyku yoksunluğunun işkence olarak kullanımı yüzyıllar öncesine dayanır, fakat sistematik kullanımı elektrikle aydınlatma ile sürekli yüksek ses araçlarının bulunduğu tarihlere denk düşer. İlk defa Stalin’in polisi tarafından 1930’larda rutin olarak uygulanan uyku yoksunluğu çoğunlukla, İçişleri Halk Komiserliği (NKVD) işkencecilerinin “taşıma bandı” dediği şeyin, yani insanların türlü türlü gaddarlığa maruz kalıp şiddet gördüğü ve bunun sonucunda telafisi imkânsız zararlara uğradığı organize bir işkence silsilesinin ilk etabını oluşturuyordu.
Uyku yoksunluğu nispeten kısa bir süre içinde psikoza yol açar, birkaç haftadan sonra da nörolojik hasara neden olmaya başlar. Bazı deneylere göre, iki ila üç hafta uykusuz kalan sıçanlar ölüyor. Uyku yoksunluğu insanı aşırı bir âcizlik ve itaate sürükler, böyle bir durumda kurbandan anlamlı bir bilgi almak imkânsızdır, çünkü her suçu üstlenip bir sürü şey uydurabilecek bir haldedir. Uykunun esirgenmesi bir dış kuvvetin benliğe el koyması, bireyin ayrıntılı olarak hesaplanmış biçimde paramparça edilmesidir.
Notlar
[1] The Defense Advanced Research Projects Agency, ABD Savunma Bakanlığı’nın İleri Araştırma Projeleri Dairesi.Metne dön.