Harun İlhan, "Yersiz yurtsuz bir entelektüel", Zaman, 28 Eylül 2014
Sürgün, marjinal ve yabancı entelektüel Edward Said, dünyadan göçeli tam 11 yıl oldu. Entelektüel birikiminin yanında, hayatı boyunca hakkaniyetli bir aydın olabilmenin getirdiği yükümlülük vardı üzerinde. Belki de bu yüzden “çağın vicdanı” sıfatı eklendi her seferinde isminin başına. Onu ve eserlerini kıymetli kılan da bu herhalde.
"Ah Doğu Doğu’dur / Batı da Batı / Bunların buluşmasıysa mümkün değildir asla." İngiliz şair Rudyard Kipling, 1889’da kaleme almıştı yukarıdaki mısraları. Bu ünlü dizeler, tarih boyunca iki kıtanın, iki kültürün, iki rengin karşılaşmasının, modern zamanlarda bambaşka bir hale geldiğinin özeti gibiydi. Doğu ve Batı… Bu iki düşman kardeş, dünya kurulduğundan bu yana sürekli beraber anılmışlar, kâh birbirlerine üstün gelmişler kâh savaşlar altında yaralanmışlar ama her zaman karşılıklı bir ilişki içinde olmuşlardı. Batı için Doğu, esrarengiz ve cezbedici bir hale taşıyordu kadim zamanlarda. Doğu için Batı ise benzer bir bilinmezlik taşıyordu ve merak uyandırıcıydı. Bu iki medeniyet içerisinde isimleri tarihe yazılmış veya tarihin tozlu sayfaları arasında kaybolmuş pek çok gezgin, tacir ve asker, bu ezeli karşılaşmanın iki farklı dünyadaki sürekliliğini sağlıyordu.
Galibinin veya mağlubunun, yerlisinin ya da yabancısının belli olmadığı bu ilişki, tarihler 19. yüzyılı gösterdiğinde bambaşka bir seyre oturdu. Öteden beri gerek Doğu’nun gerek de Batı’nın bu ilişkide, kendi varlığını üstün gören bir kültürü yeni nesillere miras bıraktığı biliniyordu. Fakat bu esrarengiz karşılaşma, ötekinin, tahayyül edilenden bambaşka bir şey olabileceğini hatırlatmaktan da geri kalmıyordu. Modern zamanlar, üstünlüğün izafi bir şey olduğu ihtimalinin bir kenara atılmasına ev sahipliği yaptı. Batı’nın kendi içindeki gelişmeler ve kazandığı yeni toplumsal kimlik, ‘ötekiyle’ karşılaşmasında kendisine ‘Allah vergisi’ bir üstünlük telkin ediyordu. İşte oryantalizm, bu üstünlüğün Batı dışında aranıp modern uluslara teşhir edilmesi vazifesiyle bilim dünyasına adımını atmıştı. Edebi metinlerin ve tarihi vesikaların çözülmesi, şifresinin kırılması ve Doğu’nun bütün çıplaklığıyla tanımlanması, bu disiplinin yaklaşık 150 yıl boyunca başlıca etkinlik alanını oluşturmuştu. Doğu’nun günceli sanki tarih boyunca hiç değişmemiş gibi yaklaşıyordu ilk oryantalistler. Lakin bu alışkanlık; ilerlemenin, akılcılığın ve bilimin önderlik ettiği modern Batı’nın bilinçaltını oluşturuyordu ve oluşturmaya da devam ediyor.
Modern zamanların yalnız düşünürü Edward Said, bu bilinçaltını tersyüz etmiş ve Doğu hakkındaki gerçeklerin aslında Batı’nın kendi yansımasından başka bir şey olmadığını göstermişti. Said, Filistinli Hıristiyan bir baba ve Lübnanlı Hıristiyan bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. İsmindeki sentez durumu, özellikle Türk kamuoyunda yıllarca Said’in Müslüman bir Arap olarak algılanmasına neden olmuştu. İngiliz edebiyatındaki profesörlüğünün yanı sıra usta bir piyanist olan düşünür, sadece akademik dünyanın değil, siyasal aktivizmin de önde gelen isimlerinden biri oldu. Kimliğindeki birbirine taban tabana zıt ve karmaşık unsurlar eserlerini ve mücadelesini belirleyen ana ekseni oluşturuyordu. İşte bu renkli hayatın ilk bilindik uğrağı, 1978 yılında basılan ünlü Oryantalizm kitabıydı.
Kitap, Batı toplumlarında büyük bir şok ve Doğu toplumlarında coşku uyandırmıştı. Said, 68’li yılların sistem karşıtı ilhamının tetiklemesiyle Doğu’nun, Batı tarafından üretilen bir söylem ve tarih dışı bir yorum olduğunu belirterek Oryantalizm’in temel kabulünü yıkıp geçme harekâtına girişiyordu. Haklı veya haksız pek çok eleştiri ve iltifatın bu hamleden sonra peşi sıra gelmesi ile Said sevgisi ve nefretinin çığ gibi büyümesi söz konusu süreçte kaçınılmazdı. İyi de Said, bu ‘rahatsız edici’ metinlerinde neyden bahsediyordu?
Oryantalizm ve Batı’nın İslam algısı
Oryantalizm kitabı, modernliğin siyasal, toplumsal ve felsefi krizleri üzerinde hayat bulmuş bir metindi. Bir yandan Batı’nın refah toplumu, sefaletin ayak seslerini işitiyor, siyasal sistem uzun yıllar boyunca pek de farkında olmadığı yeni aktörlere (kadın, göçmen, ırk vb.) alışmaya çalışıyordu. Diğer yandan da varoluşçu ve yapısalcı felsefeler, artık büyüsü bozulmuş aydınlanma düşüncesinin hakkından geliyordu. Said, meşhur kitabında bütün bu gelişmelerin ışığında Oryantalizm’in Batı tarafından yazılan bir tarihin sonucu olduğunu ileri sürdü. Ona göre modern bilinç, Doğu’yu kendi talep ve beklentileri çerçevesinde sürekli olarak yeniden inşa etmişti. Doğu’nun durağan ve esrarengiz atmosferi, Afyon Savaşları veya Pearl Harbor vakası, farklı zaman dilimlerinde Batılı zihniyetin hep aynı duyguyu kendi bilinçaltından çekip çıkarması ile meydana geliyordu. Elbette ki Oryantalizm’in ilham aldığı ya da araştırdığı olaylar gerçekte vardılar fakat bu olayların anlamı ve tekabül ettiği hakikat, Doğu’nun değil Batı’nın yorumlarıyla biçimlenmişti. Kısacası Doğu hakkında söylenenler, Oryantalist söylemin içinde bu medeniyetin kendisi haline geliyordu.
Said, ikinci başyapıtı kabul edilebilecek Medyada İslam (1981) kitabında ise Oryantalist eleştirilerin kapsamını biraz daha daraltıyordu. İslam topraklarında doğmuş ve genç yaşında Batı’ya göç etmiş bir aydın olarak Batı’nın İslam’a nasıl baktığını tartışıyordu. Said, İran Devrimi (1979) ve Batı’daki yankılarını analiz ederken adeta Oryantalizm’in klasik tarihinin güncel bir tekrarını sunuyordu. Yine Batı’nın cehaleti, tahakkümün sarhoşluğu ile birleşiyor, gerçekte yaşananlar pek de soruşturulmaksızın haber sütunlarını süslüyordu. Said, burada Oryantalist bir aktör olarak haberci ve haber yapım uygulamalarından hareketle, kamuoyunda zaten oluşmuş bir algının nasıl abartılıp manipüle edilerek canlı tutulduğunu vicdanlı okuyucularına duyuruyordu.
Marjinal, sürgün, yabancı
Yalnız bir düşünürün kimliğini özetler şu üç kavram: Marjinal, sürgün ve yabancı. Said, gerek kişisel gerek de entelektüel yaşamıyla bu üç sıfatın canlı bir örneğidir. Filistin’de Hıristiyan bir Arap, Amerika’da ise Ortadoğulu bir göçmen olarak görülmesi, yabancılık duygusunun bütün hayatına yön vermesine neden olmuştur. Bu duygunun tetiklediği marjinallikle kültürlerin sınırlarında dolaşır ve belki de bu marjinallikle iki kültürün mahiyetini gösterme imkânına kavuşur. Bu yalnız ve vicdanlı düşünürün yabancılığı ve marjinalliği, onu dünyanın her noktasında iki kere sürgün haline getirir. Batı’da, Doğu ve İslam hakkında cadı avları düzenlenirken Said, vicdanının sesiyle bu duruma tepki gösterir ve içinde yaşadığı toplumca görmezlikten gelinir. Filistin’de masum insanlar katledilirken, koskocaman bir medeniyet ayaklar altında çiğnenirken, haklı ancak yalnız bir isyan başlatır. Fakat akıcı ve derin üslubu, sağır kulaklara çarpıp geri döner.
Yersiz yurtsuz düşünür Edward Said dünyadan ayrılalı 11 yıl oldu. Bu süreç içinde dünyanın dört bir yanında kan ve gözyaşı akmaya devam etti. Said, edebiyat profesörlüğünden siyasal aktivistliğe uzanan yaşamı boyunca iktidarın zihinleri nasıl ele geçirdiğini, olayların gerçekte ne olduğu ile pek de ilgilenmeksizin nasıl yeniden ürettiğini ve vicdanların dünya çapındaki bir haksızlığa karşı nasıl duyarsızlaştığını gösterdi insanlığa. Siyasal propagandalar arasında yolumuzu kaybettiğimizde ve dünyanın hengâmesi arasında sağduyumuz rotasını şaşırdığında ise Said ve eserleri, vicdanımızı aydınlatmaya devam ediyor.