| ISBN13 978-975-342-928-3 | 13x19,5 cm, 256 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Ömer Erdem, "Çağdaş bir kâğıt seyahatnamesi", Radikal Kitap Eki, 27 Aralık 2013 Bir tür kâğıt düşüncesi tarihidir Kâğıt Yolunda. Bir kültürel gelecek konuşmasıyla baş başayız. Kâğıda ne olarak bakıyorsanız odur. Üşümüş birisi için vücuda sarıldığında maliyetsiz bir ısıtıcı olabilir. Manav için kese kâğıdı, bir şair için güzel tasarlanmış ve yazma şevki veren defter de olabilir. Ya da bir kalpazan için daha ötesi. İhtiyaçlar da belirler onun değerini. Kültür de. Çocukluğumda en merak ettiğim konulardan birisi, büyüklerin neden duvarlara kâğıt sıkıştırdıklarıydı. Yaşlı bir kadın yolda yürürken bir kâğıt parçası görse kendisinden beklenmeyecek bir çeviklikle hemen onu alır, bir şeyler mırıldanarak ya duvara ya da kuşağına sıkıştırırdı. Okuma yazması olmayan bu insanlar belli ki bir sebepten dolayı böyle davranıyorlardı. Erik Orsenna “kâğıt hafızanın müttefiki, eski zamanların emanetçisi” derken doğrudan bu tutumu da açıklar belki fakat, Müslüman toplumların kâğıtla kurdukları kutsal ilişkiyi açıklamak bakımından “kâğıt sadece bir idari ve ticari bir yönetim gereci değil, aynı zamanda her tür ilim irfanın ayrıcalıklı iletişim aracıdır” değerlendirmesi daha anlamlıdır. Bu açıklayıcı değerlendirişi gölgeleyecek olaylar her zaman olagelmiştir bizde. Geçen günlerde Milli Kütüphane deposundaki kitapların hurda niyetine satılması ilk örnek değil. Kâğıdın taşıdığı ve temsil ettiği değer farklı zamanlarda çelişik tutumlara maruz kalabiliyor çünkü. Kâğıt değişmiyor ama ona değer olarak bakış süreklilik taşımıyor. Bu yüzden insanın kâğıtla yaşadığı hayat, durağan değil her an sürprizlere açıktır. E.Orsenna, “İnsanın yaşayabileceği birbirine zıt iki tür hayat olduğunu düşünür.” Ona göre bunlardan “biri bütün ömrünü dağ ananın kucağında durup dinlenmeden hikâyeleri resme ve heykele dökmek; diğeri ise yola koyulup uçsuz bucaksız çölleri yavaş yavaş katetmek” tir. Nitekim tam da böyle yapmıştır. “Ayağımın bastığı yeri iyice bilmek isterim” diyerek kâğıdın maddi tarihi yanında kültürel macerasını, ruh yolculuğunu anlayabilmek için eski ve yeni dünyaya seyahatler etmiştir. Hikâyeyi tam kurabilmek için hem hayal kurmuş hem de mesafeleri aşmıştır. Bu sebepten bir tür kâğıt düşüncesi tarihidir eldeki kitap. Çağdaş bir kâğıt seyahatnamesidir. Canlı bir varlık sayılan kâğıt, türlü hikâyelere ve efsanelere bürünür. Yazarın mizacı da bu büyülü öyküye düşkündür. “Dünyada başka hiçbir malzeme yoktur ki kâğıt gibi, her tür hikâyeye destek olsun, konudan sapmaya izin versin, hatta çanak tutsun.” Bir tür “turna”dır kâğıt onun gözünde. Bir turna gibi o da aşkla kâğıdın geçmişine ve geleceğine yolculuklar yapar. Şüphesiz zevk, bilgi hatta yer yer ilhamla yazılmış bir kitap Kağıt Yolunda. Bir yandan “geçmişin cenneti” benzeri bölüm başlıkları kullanmakla kalmaz, gittiği yerleri tarif ederken içindeki şiire de yaslanır. “Turfan’da zamanın ne kadar hızlı akıp gittiğini anlamak için saate gerek yok. Burnunuz yeter” demesi bundandır. Papirüs kelimesi ile firavun kelimesi arasında etimolojik benzeşliği kurarken de sezdirme yeteneğine başvurur. Açıksözlüdür aynı zamanda. Fransızlara özgü üç hastalıktan (kibir, kıskançlık, gruplaşma) söz açar. “Hıristiyanlık kâğıda ilgi göstermemiştir.” Bunu söyler. Matbaanın bize geç gelmesinin sebepleri arasında sayılan dini gerekçe burada da su yüzüne çıkar. “Kâğıdın Avrupa’ya geç gelmesinin diğer sebebiyse gayet komik: Kâğıt Araplardan geldiğinden, dine aykırı ve şeytan işi bir şeydir.” Ama Avrupa ebediyen uyuyacak değildir. Bir yandan insanlar kışın, öğütecek buğday veya zeytin bulunmadığından sıkılmaktadır. Bir başka besinle, “zihnin besini” olan kâğıt yapmakla meşgul olacaklardır. Kâğıt üzerinden yapılan bir kültürel gelecek konuşmasıyla baş başayız. Çin, Japon, Fransız, Kanada, Hint, İngiliz, Rus, Kore, kâğıtları “hamur”larından okunurken, insana, onun hamuruna, onun derin ormanına da dalmaktadır yazar. |