Çiğdem Mater, "Anneannem Heranuş’un çeşmeleri", Bianet, 29 Kasım 2011
-Anneannem kitabının yazarı Fethiye Çetin şu anda karşınızda olsa ona ne söylemek istersiniz?
-Anneannen için özür dilerim.
-Peki anneanne karşınızda olsa?
-(Bir süre sustuktan sonra gözleri yaşararak) Konuşamam.
Fethiye Çetin'in anneannesi Heranuş'un (diğer adıyla Seher'in) doğumunun yüzüncü, ailesini kaybedişinin doksanıncı yıldönümü olan 2005 yılında İzmirli, orta yaşlı, kendisini Kemalist olarak tanımlayan bir kadın okuyucunun yazar Fethiye Çetin'le yaşadığı bu hayali karşılaşmadaki gözü yaşlı suskunluk bize ne söylüyor?"
Ayşe Gül Altınay, 2005 yılındaki Ermeni Konferansı'nda, sunumuna bu cümlelerle başlamıştı. Fethiye Çetin, 2005 yılı Aralık ayında çıkan Anneannem kitabıyla, Türkiye'de hiç konuşulmayan bir konunun üzerindeki kocaman örtüyü kaldırmış, bir torun olarak, Ermeniliğini çok sonradan keşfettiği anneannesi Heranuş/Seher'in hikayesini bizlerle paylaşmış, şimdilerde çok kolay, o zamanlarda çok zor olan bir geçmişle yüzleşme sürecini başlatmıştı.
Ardından Torunlar geldi. Altınay'ın söz ettiği gözü yaşlı suskunluk başka torunlarla da yüzleşmek zorunda kaldı.
120 sayfalık incecik bir kitapta, memleketin en büyük tabularından birinin üzerindeki tozu silkeleyen Çetin, bu kez anneannesi Heranuş/Seher'in köyünde çıktı karşımıza. Elazığ, Palu'nun Habap (şimdiki adıyla Ekinözü) köyünde.
Çetin, Habap'ı anlatıyor
Çetin köye ilk kez, anneannesini kaybettikten dokuz yıl sonra gitmiş. Bir hemşerisi, 2007 yılında ona yazdığı bir mektupta, "Bir gün köyünüze gelirseniz, size ben rehberlik etmek isterim" demiş, Fethiye Çetin de bu genç hemşerinin rehberliğinde ilk kez gitmiş köyüne. O günleri anlatıyor:
"Ben köye hiç gelmemiştim, hiç bilmiyordum. Anneannemi de getirmemiştim, böyle bir şey hiç aklıma gelmemişti. Şu anda anneannemi buraya getirmemiş olmamın vicdan azabını ve acısını yaşıyorum. İlk gelişimizde çeşmelerden söz ettiler.
"Çeşmeler çok güzel, çok gözlü, çok kemerli çeşmeler, üstelik buralarda bir köyde iki çeşmeye pek rastlanmıyor. Ermeni mimarisinin güzel örnekleri çeşmeler. Restore ettirilmesi lazım dediler. İstanbul'a gidince, kendisi de mimar olan Arat Dink'le konuştum ve okul arkadaşı mimar Nihan Sağman ile yolumuz böyle kesişti."
Çeşmeler
Çetin ve Sağman, 2009 Mayısında köye gelmişler, rölöveler, mimari projeler, Anıtlar Kurulu izinleri derken Haziran 2011'de restorasyon süreci başlamış.
Bu sırada, Kültür Bakanlığı çeşmelerin restorasyonunun mali yükünü karşılayacaklarını söylemiş, ancak sonuçta 30 bin lira gibi küçük bir katkı vermiş. Chrest Vakfı ve Açık Toplum Vakfı'ndan gelen maddi desteklere kişisel destekler de eklenmiş.
Osman Kavala'dan Yiğit Ekmekçi'ye, İbrahim Betil'den Nazar Büyüm'e pek çok insan elini taşın altına koymuş, sonuçta Habap'taki iki çeşme yeniden ayağa kalkmış.
1915'ten önce köyde iki okul, iki kilise ve bir manastır varmış, civarın önemli merkezlerinden biriymiş Habap, okumaya çok insanın geldiği, okumaya meraklı, çalışkan insanların yaşadığı, büyükçe bir köy.
Kiliselerden biri çok önceleri yıkılmış, okullardan eser yok, manastırın sadece taşları görünüyor. Bir kilise ise uzun zaman cami olarak kullanıldığı için ayakta kalmayı başarmış ama şu an harabe halinde...
1915'te burası tamamen boşaltıldıktan sonra, evlerin bir kısmı yıkılmış, yanmış, yağmalanmış, ayakta kalan evlere çevreden Kürt ve Zazalar gelip yerleşmişler. Köyde hala Sünni Kürt ve Zazalar yaşıyor.
Köylü tedirgin
Fethiye Çetin ve Nihan Sağman köye ilk geldiklerinde, köylüyle ilişkiler çok da kolay olmamış: "Bir yandan mimarlar çeşmelerde çalışıyor, ölçüyor, biçiyor. Köylü inanılmaz tedirgin. Ermeniler geri gelecek, topraklarını isteyecekler diye dedikodular dolaşıyor.
Bizi misafir edenlerin üzerinde de baskı var. Hatta biz buradan gittikten sonra, jandarma komutanı muhtarı çağırıp biraz da fırçalamış. "Niye haber vermediniz, bakın kitabında neler yazmış, siz bunu neden sokuyorsunuz" falan diye
Yine de köylüler pes etmemiş, birkaç aile bütün baskıları göğüsleyip, Çetin ve arkadaşlarını misafir etmiş. "Ermeniler gelecekler, mallarını alacaklar" dedikodusu tutmayınca, bu sefer "Gelecekler, bırakılan altınları bulacaklar" dedikoduları başlamış.
Çetin anlatıyor:
"Burada yaşarken tanık oldum, bence bu altın ve define hayali devlet politikası olarak körükleniyor. Çünkü izler yok edilmeye çalışılıyor. Deniyor ki son 20-30 yılda gitti her şey. Daha önce her şey ayaktaydı. Ama defineciler geliyor, yıkıyor, arıyor, sonuçta iyice harap ediyor.
"Hepimizin bildiği gibi, jandarmadan habersiz burada kuş uçmaz ama o defineciler gelip burada günlerce çalışıyor. Jandarma gelmiyor. Ben kesinlikle bunun geçmişin izlerinin silinmesi için bir devlet politikası olarak uygulandığını düşünüyorum. El altından teşvik ediliyor. O nedenle de bizim bu sefer altınlar için geleceğimiz söylentileri yayıldı."
Üç kadın
Çetin ve Sağman hem çeşmenin teknik işlerini hem bürokrasiyi hallettikten sonra, bu kez restorasyon aşamasına gelmiş sıra, Hrant Dink Vakfı'ndan Zeynep Taşkın ile birlikte, üç kadın kotarmışlar bütün süreci.
"Bu çeşmeleri ilk gördüğüm andan itibaren kafamda oluşan hayal şu: evet bunu yapmalıyız ama herhangi bir restorasyon işi gibi değil. Bunu hep hatırlama, geçmişle yüzleşme, birbirimizi tanıma, birlikte iş yapma, üretme, birbirimize dokunma ve o çeşmelerden yeniden su akıtma projesi olarak hayal ettim ve Hrant Dink Vakfı'yla böyle konuştum.
"Vakıf bu hayali tabi ki destekledi. Ayrıca anneannemden bildiğimiz bir iki bilgi dışında köyle ilgili hiç bir bilgimiz yok. Köyle ilgili Ermenice iki kitap bulduk, iki kitabın da çevirisi yapıldı. Süren Papazyan ve Dikran Papazyan'in kitapları yakında basılacak. "
Köylü de bu sırada artık Fethiye Çetin'in de, beraberindekilerin de "tehlikeli olmadığını", altın ya da mülk için gelmediğini anlamış:
"Haziran ayında geldik. Ev yok, otel yok. Bu evi bulduk. Lavabo bile yoktu. Dört duvar vardı ve köylüler el birliğiyle bu evi bize hazırladılar. Halılar geldi, yataklar, masalar, buzdolabı, sandalyeler... Biz sadece ocak ve tüp aldık, kalan her şey köylülerden geldi. Ayrıca sürekli yemek, süt, yoğurt, kaymak, ayran, bal, bütün bir yaz boyunca, meyve ve sebze. Artık buralar doluyor, taşıyor... Anlayacağınız köy bize çok iyi baktı.
Habap çeşmelerinin restorasyonu bütün bir yaz sürmüş. Yaz boyunca gideni geleni eksik olmamış evin:
“Bütün bir yaz çalıştık. Ya çeşmelerin başındaydık, ya misafirlerimiz vardı, ya bürokrasiyle uğraşıyorduk. Çeşmenin yapımında köyün gençleri çalıştı. O köylü gençlerle gelen gönüllüler çok güzel kaynaştılar. Ermenistan'dan, Fransa'dan, Amerika'dan gönüllü gençler, Türkiye'den Toplum Gönüllüleri'nin (TOG) örgütlediği gençler ve köyün gençleri.
"Herkes birbiriyle çok iyi kaynaştı, konuştu, paylaştı. Hepsi gittiler ama akılları burada kaldı. Köylülerle ilişkimiz ermeni bunlar, altınlar, toprak meselesinden içli dışlı olmaya geçti. Geçmişe ilişkin konuşmaya başladık.”
Muhabbet artıyor
Köyde restorasyon ile birlikte muhabbet de artmış, eskiden sadece fısıltıyla söz edilen Ermeniler yüksek sesle dile getirilir olmuş, köyde çok değil, 20 yıl öncesine kadar hayatta olan iki Ermeni anneanneden söz edilir olmuş, eskiden utanılan Ermenilik, "Biliyor musunuz, benim anneannem de Ermeniydi" diye sohbet konusu olmuş.
Fethiye Çetin tam hayal ettiği gibi restore etmeyi başarmış çeşmeyi, Ermeni, Türk, Kürt, Laz, Çerkez, bu toprakların gençleriyle. Ama belli ki çok kolay olmamış onun için işin duygusal yükü:
"Geceler boyu uyuyamadım. Çünkü sanırım anneannemin evi de oturduğumuz yerin çevresinde bir yerdeydi. Beni en çok o kadar yıl sonra burada Ermenice konuşulmuş olması heyecanlandırıyor.
"100 yıl sonra Ermenice ses havaya karıştı. Ermeni çocuklar geldi, Ermenice yüksek sesle konuşulmaya başlandı ve anneannemin o çok sevdiği Hıngala şarkısı burada söylenmeye başlandı. Bunlar beni çok etkiliyor. 100 yıl sonra burada Ermenice sesin, ezginin duyulması ve aynı zamanda o çeşmelerin her gün biraz daha ortaya çıkması beni çok duygulandırıyor.”
Yolunuz düşerse
Fethiye Çetin, anneannesi Heranuş'un geçtiği yolları, bastığı yerleri de merak etmiş köyde geçen altı ayında.
"Köye ilk geldiğim andan itibaren ayağımı bastığım her yerde, acaba anneannem buraya basmış mıydı, burada ne yaşamıştı? diye sordum kendime. Çeşmelerin yanındayken, kulaklarımda hep çığlık sesleri vardı. Bu köyde acılar ve çığlıklar birbirine karışmış, hep o çığlık sesini duyuyordum.
"Yukarı çeşmeler bitti, dediler ki 'bunun suyunu sen açacaksın.' Suları açtığımda, suyun sesi bütün o çığlık sesini bastırdı. O zaman dedim ki biz gerçekten iyi bir şey yapıyoruz."
Habap köyünün iki eski çeşmesi artık eski ihtişamlı hallerine döndü. Köyün kadınları, tıpkı 100 yıl önce, muhtemelen Heranuş'un annesinin yaptığı gibi, çeşmenin başında halılarını yıkıyorlar, sohbet ediyorlar.
Çeşmelerden içilen her tas su, öldürülmüşlerin, sürülmüşlerin, yersiz yurtsuz edilmişlerin, en çok da Heranuş'un ruhuna değiyor.
Yolunuz düşerse Elazığ'a, Habap'a uğrayın, bir tas su da siz için, bir de köylüleri dinleyin, 100 yıl sonra dile gelen hatıraları, Ermeni büyükannelerin hikâyelerini dinleyin, Fethiye Çetin ve çeşmelerin tamirinde çalışan herkes gibi, iyileştiğinizi hissedeceksiniz.