Ayca Yılmaz, ''O duvar, o duvarınız...'', Radikal Kitap Eki, 11 Kasım 2011
Berlin Duvarı’nın gürültülü yıkılışı, hiç kuşkusuz, yaşı müsait olanların zihninde derin bir iz bırakmıştır. Batı medeniyeti denen ‘gütme’ makinesi böyle bir şey işte. Yıllar yılı Berlin Duvarı’nı lanetleyen, hakkında efsaneler yaratan, dünya kadar film üreten, ‘Demir Perde’nin ‘despotizm’ine delalet bir ikon haline getiren Batı medeniyeti, kendi inşa ettiği ya da makul gördüğü duvarları ustaca saklamayı, saklayamadığı takdirde meşrulaştırmayı pek güzel beceriyor.
Wendy Brown tarafından kaleme alınan Yükselen Duvarlar Zayıflayan Egemenlik, tarihsel ve psikolojik yanı dahil olmak üzere, bu duvarlar inşa etme, çitle çevirme vakasını ayrıntılı biçimde otopsi masasına yatırıyor. Öyle ya, artık kalıntıları hediyelik eşya olarak satılan Berlin Duvarı, Sovyetler Birliği hakimiyetindeki ‘korkunç’ rejimin dünyayı nasıl da tehdit ettiğini gösteren bir abide gibi ele alınırken, ABD-Meksika sınırındaki duvar ‘illegal göçmenler’in ‘vergisini ödeyen dürüst Amerikalıları rahatsız etmesini önleyen bir tedbir olarak kutsanabiliyor. Halbuki, bu duvar en azından bölgedeki hayvanları öldürüyor. İnsanın akıldışı medeniyetini algılamakta güçlük çeken hayvanlar, su içmek, beslenmek ya da sığınmak için sınır duvarlarını geçmek zorundalar. Fakat uçamayan herhangi bir hayvanın bu sınırı geçmesi mümkün olmadığı için pek çoğu açısından ölüm kaçınılmaz hale geliyor… Sahi, bu arada, kuşlar için niye sınırlar yoktur?..
Keza İsrail’in Batı Şeria’da inşa ettiği milyar dolarlık duvar da ‘terörist saldırılara karşı’ bir tedbir olarak gösterilebiliyor pekala. Aslında İsrail’in Filistin’deki varlığını tarihi, hatta coğrafi halleriyle değerlendiremeyen, Batı Şeria neresi, Gazze neresi gözünde canlandıramayan ortalama gazete okuru, İsrail’in Batı Şeria’daki işgalci konumunu ve duvarın nasıl bir ‘ilhak’ anlamına geldiğini fark edemeyecektir. Neticede, bu duvarların bundan mesela bin yıl sonra Çin Seddi gibi turistik birer mekan olmayacağını söylemek için kahin olmaya gerek yok. Tarihin acı cilvesi, bundan yarım yüzyılı biraz aşkın süre önce temerküz kampları gibi bir acıyı yaşamış bir halk, başka bir halkı büyük temerküz kamplarına mahkum ediyor!..
Kitapta, duvar inşa etme ihtiyacıyla devletlerin zayıflayan egemenliği arasında bir bağ kuruyor. İnsanların korunma, homojenlik ve kendi kendine yeterlik fantezilerine hitap ettiği düşünülen duvarların halk tarafından kabulünü, ''zayıflayan egemenliğin ortaya çıkardığı, eski gücünü ele geçirmenin yollarını arayan devletin azalan gücüyle kendini özdeşleştirmesi'' olgusuna bağlıyor: ''Bu durumda, tebaa ulus-devletin savunmasızlığı ve hudutsuzluğunu, geçirgenliğini ve ihlalini üstüne alınır.''
Tapınaklarla başlayan ‘özel yer’ belirleme ihtiyacının ulus-devlet sınırlarına ve duvarlarla korunan egemenliğe dönüşmesi sürecini yer yer oldukça enteresan olabilen bilgi ve gözlemlerle besleyen kitaptan çok şey öğreneceğiniz, bugüne dek sorgulama ihtiyacı duymadığınız pek çok olgu hakkında düşünüp yeni farkındalıklar geliştireceğiniz rahatlıkla söylerebilir. Halbuki, ulus-devlet sınırlarını; bugün bazı ülkelere ve halklara reva görülen cehennem koşullarını; o koşullardan kaçmaya, doğup büyüdüğü toprakları terk etmeye güdülenen insanların, mesela insan tacirlerinin elinde, ufacık gemilere tıkıştırılmış olarak ve mesela İtalya açıklarında boğulmalarını tartışmak istediğimiz vakit, emperyalizm denen şeyi ayrı bir başlıkta ele almaktan başka yolumuz yoktur. Wendy Brown da, duvarları Freud’un bakışıyla ayrıntılı bir psikiyatrik teste tabi tuttuğu sonuç bölümünde şöyle diyor: “İnsanın aklının almayacağı, dizginlemeye gücünün yetmeyeceği kadar büyük ve aşındırıcı olan güçlere, bir ulusun kendi gerçekleştirdiği sömürü ve saldırganlıklarla yüzleşmesine ve küreselleşmenin ulusu zayıflatmasına karşı sihirli bir koruma sağlıyorlar.”
İşte bu tam da emperyalizmin bugün aldığı boyutun çok daha ayrıntılı bir biçimde tartışılmasını gerektiriyor...
‘Duvar’ın hakkı ancak böyle verilebilir sanırım...