Nurinisa Eroğlu, ''Tol şarkıları'', sanatatak, Mart 2013
Edebiyat ve Müzik yazı dizisi bu kez Murat Uyurkulak albümü yapma peşinde. İşte romanı rüzgâr gülü gibi havalandıran şarkılarıyla Tol diskoteği huzurlarınızda!
Burası Agora Meyhanesi!
Ümitler meze! İçmekteyiz her akşam!
Diyarbakır yolunda bir tren. Kompartmanda iki kişi: Babasız Yusuf ve Şair. Yolboyu rakı, şarap, kanyak, ot, bir daha kanyak, bir ara-Yusuf- süt, tekrar rakı, cin, viski ve bol sigara içiyorlar. Aynı yolda Şair ‘çarşıyı taşıdığı’ cebinden; tuzlu leblebi, gofret, küçük bir şişe kanyak, bir paket napoliten, gazete kağıdından küçük bir bohça, küçük bir paket tuzlu fıstık, el radyosu ve bir de yara bandı çıkarıyor. Şair, bir de Babasız Yusuf’a bir defter veriyor ki bakınız o vesileyle kimleri tanıyoruz: Topal Ahmet Komutan. Başlangıçta ‘iki kişi olan’ sonra tek: İsmail. Anne. Annenin erkek arkadaşları. Muavin. Yurt Bekçisi. Canan. Esmer. Ada. Kemancı Mahmut. Solist Müyesser. Tambur- kedi. Dersimli Şadi. Suskun, bilge kişi: Adnan. Kambur Mehmet. Muzo. Nezahat abla. Aslan amca. Sarışın. Asya.- Kocası. Veli. Vedat. İmam Hüseyin. Timur. Salih. Coşkun. Yüksel abi. Ayyaş Profesör Ali İhsan Hoca. Kira Mama Neba. Köpek. Kadın. Adam.-İktisat Doktoru. ‘Şehri öcalıcı gözlerle süzen’ adamlar. Bakkal. ‘...babaları öğretmen, babaları marangoz, çiftçi, kemancı, babaları her şeyden anlar’ , düşmüş bir meyhane kapısını bir kerede sırtlayıp hop yerine oturtuveren ‘kahramanca ölmüş arkadaşlar’. Çocuklar. İşçiler. Deliler. İşsizler. Sarhoşlar. Sarhoşlar. Sarhoşlar. Küfürbazlar.
Yine defterde yazılanlarla, İzmir, İstanbul, Paris ve Diyarbakır’a gidip, dönüyoruz. Bu şehirlerde; küçük izbe evler. Film stüdyoları. Meyhaneler. Umut Oteli. Sokaklar. Tepeler. Caddeler. Kadın’ın evi. Aşağı ve ‘aşağılık’ mahalleler.
Okullar. Yetiştirme Yurtları. Akıl Hastaneleri. Dağ-lar!.. mekanımız oluyor.
Eşlikçilerimiz şöyle: Okumak. Yazmak- şiir-. Yalnızlık. Birlikte olmak. Birlikte iş yapmak. Birlikte konuşup, ümit etmek. Kavga etmek. Ölesiye dayak yemek- atmak. Hayal. Devrim. Korku. Yalan. Doğru. İçmek. İçmek. İçmek.
Şarkılar. Cinayet. Cinnet. Tank. Silah-lar. Gitmek. Kaçmak. Çözülmek. Küfür. Küfür. Küfür. Babasızlık. Anasızlık. Kimsesizlik. Yoksulluk. Uzaklar. Sürgün. İhtimal-ler. ‘İnciler. Sinekler. Şişeler. Balıklar. Yağmurlar. Santimler.’
Ve: TOL! Ve... Müzik!
Önce tabii: Roman kahramanlarımızın mekanına atfen, o unutulmaz şarkı; Agora Meyhanesi. Muhayyerkürdi makamında. İsmet Nedim bestesi. Ardından… mesela: Adnan. Canan. Oğuz. Şadi, evdeler. ‘Allahı kaymış bir komşu radyosundan…’ kulağa çalınan: Ölürsem Yazıktır Sana Kanmadan. Segah şarkı. Hayri Yenigün bestesi. Güfte: Şair Orhan Seyfi Orhon. Derken… Agora Gazinosu’nun ‘emektar assolisti’ Müyesser Hanım, sevgilisi İsmail’den habersiz ‘Marmara kaçamağı yapmış’ üstüne bir de nispet gibi… coğrafyaya atıfla… iştahla ve pervasız söylüyor, İsmail sinir içinde iken ve saz heyetiyle kendisine deli divane aşık kemancı Mahmut’un eşliğinde: Adalardan Bir Yar Gelir Bizlere. Hicaz şarkı. Beste ve güfte: Yesari Asım Ersoy. Gel Gidelim Çamlıca’ya. Nihavend şarkı. Faize Ergin bestesi. Küçüksu’da Gördüm Seni. Şehnaz Buselik Şarkı. Tanburi Mustafa Çavuş bestesi.
Gazinodan çıktık şimdi Şair’in hatıralarına bakmaktayız. Cinnetine çoktan teslim olmuş Şair o ara bir meyhaneye kapılanmış vaziyette. Gülüyor, güldürüyor! ‘Deli diyorlar adına!..’ Gel zaman git zaman.. Polis baskınından hemen önceki gece ‘bin kişiler’ meyhanede. Okuyalım devamını: ‘...ellerimizde kadehler, benim ricamla Neruda’nın şerefine kaldırıyoruz: Çın çın çın… Kimdir lan bu Nureda? Mabel aldı ya lan, delinin anlattığı o memleketten, hani şu Pişonik mi, puşt oğlu mudur nedir, onun dümdüz ettiği yerden..’ Aşağıdakilerse, Şair’in hatıralar denizinden, dalga sesleri niyetine:
Evreşe Yolları Dar. Trakya Türküsü.
Yad Eller Aldı Beni. Hicaz şarkı. Sadettin Kaynak bestesi.
Talihin Elinde Oyuncak Oldum. Hüzzam Şarkı. Arif Sami Toker bestesi.
Körfezdeki Dalgın Suya Bir Bak. Nihavend şarkı. Osman Nihat Akın bestesi. Yahya Kemal’in muhteşem sözleriyle.
Dönülmez Akşamın Ufkundayız. Segah şarkı. Münir Nurettin Selçuk bestesi. Yine Yahya Kemal. Şiir sözlerle.
Bir İhtimal Daha Var. Nihavend şarkı. Osman Nihat Akın bestesi.
‘Sevdiğim Dünyalar Kadar- Vesvese. Hüzzam Şarkı. Münir Nurettin Selçuk bestesi. Ümit Yaşar Oğuzcan’ın sözleriyle. Şarkıya ilişkin alıntımız, ‘Muhabbetler’ başlığından: ‘... -Velican, güzel kardeşim, öyle özlemişim ki seni. -... - Veli, hadi aga, bi vesvese patlat da söyleyelim. -Sevdiğim dünyalar kadar Gel dese bir gün gel dese Nesi var ömrün nesi var Vesvese hepsi vesvese...’ ...Şimdi şair bir gece aşağı mahallede ağzına kadar dolu bir çöp bidonunu karıştırmakta. Bir gözü, kimselere göz açtırmayan çöp mafyasında. Neyse ki.. yakalanmadan aradı taradı, ‘eşelendi’ ve hediyesi elinde şimdi: Bir radyo! Sonrası.. yine kitaptan: ‘Evine gömülü, taze sevgilisine vurgun bir yatalağım ben artık. Düğmelerine, içine kimbilir ne şahane bir uyumla yerleştirilmiş devrelerine, kablolarına aşkla taparak(...) bataryasının her an çökebileceği, minik yaramaz bir bobinin aniden eriyebileceği korkusuyla ölüp biterek, yemeyerek ve ama içerek, ağlayarak ve ama sızarak, mucize sevgilime sunuyorum varlığımı, Mahler: ala, Betofın: leziz, Mozart: uyar, Şostakoviç: yerim, Rahmaninof, ille de Rahmaninof: biterim... Arada bir Çarli’den, Luiz’den, Mayls’tan müteşekkil, siyaha çalan bir sos, nefaset katar... Şuman da çiğ köfte tadı yok mu, var... tek ızgara balık. Bah mı? O bol sarmısaklı işkembe…’ Bu faslı bitirirken notumuzu düşelim: Çöpte bulunan ‘sevgili’ bir gün, Bayati Faslı’nın orta yerinde ölecek!
*** TOL, Murat Uyurkulak’ın ilk romanı. Çok öfkeli, çok küfürbaz, çok sarhoş, çok şarkılı ve çok sıcak –sıcacık- ve tabii ki, elbette: çok kederli. Kurgusu: labirent. Meselesi: hakiki. Hala okumayan varsa, okusun.
Çok önce okuyan, bir daha okusun ve... ‘Kulağı olan duysun!’- dinlesin...derim.
Yazının Notları: Konusu, kişileri, mekanları ve meselesi –ismi- düşünüldüğünde TOL’un diskoteği tamamen sürpriz. Böyle bir romana, kalıplar içersinde kalınsa ne türden bir repertuarın eşlik edeceği malum. Lakin yazar, bu çok sert metnin müzik kutusuna Türk Müziği’nin Neo- Klasik dönem şarkılarını yükleyerek ezber bozmuş.
Bu güzelim şarkılar bir rüzgar gülü gibi havalandırıyor romanı. Vesvese, Neo Klasik dönemin dehası Münir Nurettin’in eseri. Hüzzam şarkı Uyurkulak’ın Har romanında da karşımıza çıkıyor. Mahur Beste –Tanpınar’da- ve Sine-i Suzanıma...-Leyla Erbil’de- gibi.. tekrar eden ezgi şeklinde.
TOL’da benim kahramanım, Şair’in çocukluk hali. ‘davetsiz sinek, orospu çocuğu’ Müdür Muavini bir gün okulun yatakhanesinde buldu onu. Annesinin öldüğünü söyledi. Arkadaşları sordular. ‘Mühim değil’ diye yanıtladı. Yattı. Göğsü sıkışıp, saç diplerinden soğuk terler fışkırırken derin bir uykuya daldı. Sonra trende arkadaşlarının okul mutfağından aşırdıkları peynir ekmeği yedi. Oktay Rıfat okudu. Kompartmandaki genç ve yaşlı adama ‘Nazım Hikmet’i severim ben’ diye diklendi o küçücük yaşıyla, Nazım’ın çok çok yasak ve sakıncalı olduğu vakti zamanda. O yüzden işte, o güzel- lirik çocuğun şahsında memleketin, kanatları vakitsizce koparılmış bütün evlatlarına bir şarkı göndermek istiyorum buradan: ‘Kanatları Gümüş Yavru Kuş’. Nihavend makamında. Mesut Cemil bestesi. Sözler: Nazım Hikmet. Hocam –İnci Çayırlı- söylesin. Herkes dinlesin. Düşünsün.
Bi zahmet! TOL ile ilgili -aslında- romanın kendisi kadar yazı yazılır. Siyasi, sosyolojik analiz yapılır. İzmir’in imbat rüzgarlarına karışıp, İstanbul’un aşağı ve ‘aşağılık’ mahallelerinde, Diyarbakır’ın sokaklarında gezilir.
TOL için konser-ler düzenlenir. Sofralar kurulur: Resim misali meyve tabakları ve o şahane ıspanaklı, soğanlı ve çökelekli börek mesela...- Fakat işkembe çorbası! Asla!
Bu kadar sert bir yemek sahnesini bir de yıllar önce Musa Anter’in anılarını anlattığı kitapta okumuştum ki… açıkçası o, TOL’un yanında hafif kaldı!- Tabii sofra demişken şu konuya da açıklık getirmek gerekecek: I - ıh! İçki olmaz o masada. ‘Racona’ ters olacak ve ayıp kaçacak biliyorum ama... roman kişileri hiç durmadan ve her şeyi her şeye karıştırarak o kadar çok içtiler ve mütemadiyen sarhoş oldular ki... ister istemez… reaksiyon manasında: Çay, ıhlamur, adaçayı, taze sıkılmış portakal suyu, su! Yalnızca! Ve… Yetmez ama! –esasında kese gerek çünkü- Evet: Her on sayfada bir hiç değilse.. duş almak da gerekiyor…- Oblomov’u okuduktan sonra beden hareketlerine başlayan Turgut Özben’e selam olsun!- Son olarak küfüre dair düşelim notumuzu: TOL’un bütün -canım- kahramanlarının hatırasına atıfla derim ki: Küfür yalnızca mazluma yakışıyor!