Niyazi Zorlu, ''O ne bonobo o!'', Radikal Kitap Eki, 13 Eylül 2013
Çatışmaları sevişmelerle çözen bonobolardan alınacak çok dersimiz var. Bonobolara maymun demeye ve hatta ''insan'' dememeye şahit istiyor. Doğrusu ateist olmayan birinin bu şahitliği üstlenmesi çok zor.
Frans De Waal’in İçimizdeki Maymun: Biz Neden Biziz? kitabını bilenler bilir –belgesellere bayılan, dini bütün, ailesi çekirdek, cinselliği düz, dedikleri dedik bütün tv’lerin iyisi mi görmezden gelecekleri bir maymun türüdür bonobo. Ne de olsa sevimli penguenler (şefkat) ve yırtıcı aslanlar (şiddet) arasında gidip gelen hayali bir doğada sere serpe biseksüel/eşcinsel, inadına ana erkil ve alabildiğine barışsever bonobolara yer açmak hiç kolay değildir. Bu nedenle “Erasmus” diye hatırlatıyor bize De Waal kitabın ta en başında, ''cinsellik konusunda son derece netti: Cinsel heyecanın utanç verici olduğu ve zührevi uyarımın doğadan değil günahtan katlandığını söyleyenlere hiç tahammülüm yok. Hakikate bu kadar uzak bir şey olamaz. Sanki bu tür tahrikler olmadan işlevini yerine getiremeyecek olan evlilik suçtan muaf tutulmuyor. Peki diğer canlılarda bu tahrikler nereden geliyor? Doğadan mı günahtan mı?''
Hazır günah demişken hatırlatalım -Tanrısızdırlar ama bu bonobolarda Tanrı korkusu vardır: Zor durumdakilerin, hasta ve yaşlılarının yardımına koşarlar, yiyeceklerini açlarla paylaşırlar, ölüm döşeğindeki dostlarının başlarında beklerler, empati kurmanın ustasıdırlar, çocukların yaramazlıklarını hoş görürler, (biz çocukları coplarla ve ''sivil'' tekmelerle katledilmiş ailelere bir ''geçmiş olsun'' dileğini göndermeyi çok gören bir devletin sınırları içinde büzüleduralım) birbirlerinin yaralarının başında toplanmak nedir bilirler: Bir bonobo en küçük bir yara bile alsa, incelemek, yalamak ya da tımar etmek için etrafını hemen başkaları sarar.
Sahi utanma yok muydu bizde
Bonobo deyince sorular ayak olmanın kıymetini bilen başlara üşüşür: Onlardaki ve hatta bizdeki merhametin, iyiliğin, empati kurma yeteneğinin kaynağı nedir? Dinler mi? Dinler, özellikle tek tanrılı olanlardan önce biz ahlaksız mıydık? Dinler tebliğ edilmeden önce biz acıma nedir bilmez miydik? Dinler olmasa insafımız mı kururdu bizim? Önümüze gelene bir tekme indirip herkesi sıraya dizmek, günahlarımıza günah eklemek için yanıp tutuşur muyduk? Şehvet içinde Babil kulelerine mi tırmanırdık? Sahi utanma yok muydu bizde haç çıkarmadan, alnımız secdeye değmeden önce? De Waal, çok önceleri İçimizdeki Maymun’da sezdirdiği ama açıkça sormaya cesaret edemediği bu türden soruları Bonobo ve Ateist’te rahatlıkla soruyor… Ama kendisinin sık sık bir nevi din/katı bir inanç olarak tanımladığı sekter bir ateizme düşmeden.
Bonoboluktan nasibimizi alabilir miyiz? Beraberce avlanmak mümkün mü? ''Bonobo dayanışması, şempanzelere nazaran daha çok toplumsal bağa izin veren bir habitat sayesinde mümkün olur. Şempanzeler dağınık yiyecekleri ararken küçük gruplara bölünmek ya da tek başlarına uzun mesafeler katetmek zorunda kalırlar. Bonobolar farklıdır. Birlikte kalırlar, yavaşlayanları beklerler, ağaçların üzerinde yüksek yuvalar yaparken, topluluğu yeniden bir araya getirmek için ‘günbatımı seslenmeleri’ korosuna katılırlar.''
Bonobo ve Ateist’i okuduğunuzda çatışmaları sevişmelerle çözen bonobolardan alınacak çok dersimiz olduğunu görüyorsunuz. Bir kere bonobolara maymun demeye ve hatta ''insan'' dememeye şahit istiyor. Doğrusu ateist olmayan birinin bu şahitliği üstlenmesi çok zor gözüküyor. Ne de olsa De Waal bütün dinlerin hilafına insanın da bir hayvan olduğunu hatırlatıyor ve onu hayvanlıktan ayırma girişimlerinin arkasında yatan günümüzün ve geçmişin saiklerini yeri geldikçe ifşa ediyor. Mesela insanın dört-elli bir primattan türediğini Darwin’den çok önce tahmin eden Lamarck’ın bu cüretinin bedelini ağır ödediğini, yoksulluk içinde öldüğünü ve (Fransız) ''Academie önünde okunmuş en alaycı ve aşağılayıcı vefat konuşmalarından biriyle uğurlandığı''nı da öğreniyoruz.
Bu ''nahoş sapkınlık''
Nice ''aydınlanmacı''yı ve dini bütünü bir araya getiren endişeler günümüzde de pek çok biliminsanını, bonobo gözlemcisini bile bilim(sel)likten çıkarıyor. “Her şeyleri iyi hoş da, şu ‘huy’ları, şu eşcinsellikleri, hani şu dişilerin genital organlarını birbirine sürtüp, orgazm çığlıkları atmaları yok mu?!” şeklinde özetlenebilecek bir endişe bu. İnanılmaz ama gerçek!.. Bu ''nahoş sapkınlık''ı hetero dünyalarıyla bağdaştıramayan biliminsanları bu bariz ve (epeydir) yasal cinselliğe hâlâ dostane yorumlar, oyun/şaka kuramları getirmeye çalışıyorlar.
Bu zihniyete bonobolardan daha kötü haberler de var: Hemcinsleriyle sevişme yoluyla tanışmaktan geri kalmayan dişi bonobolar erkekleri de yönetiyorlar. Erkekler hayırlı ve barışçıl evlatlar oldukları sürece bir ömür boyu analarının etekleri dibinde yer alabilirler. Ancak hele ki erkeklik taslamaya kalksınlar, dişi ya da erkek başkalarına zorbalıkta bulunsunlar, bonoboların dişileri anne manne dinlemiyor ve birlik olup bu “erkek”in süngüsünü/palasını düşürüveriyorlar. Üstelik, dişiler birden çok erkekle ilişkiye giriyorlar, yani çocuklarına gruptaki hemen bütün erkeklerin babalık yapmalarını sağlıyorlar. Dedik ya, sevimli penguenler dururken, kim ne yapsın bu anaerkil ve tırnak içinde “sapkın” bonoboları Allah aşkına!
Kitabın en önemli yanlarında birini hiç kuşkusuz inanç/din olgularını sorgularken De Waal’in –belli ki- çok sevdiği ressamlardan biri olan Hieronymus Bosh’un Dünyevi Zevkler Bahçesi adlı tripliğe dair bir analizi kitabın bütününe yayması oluşturuyor- ahlak ve din sorgulamaları söz konusu olduğunda Bosh’un bu dünyevi olduğu kadar uhrevi de olan eseri De Waal’e ve kitabına oldukça elverişli zemin yaratıyor.
Bonobo ve Atesit okura insanın barıştan yana bonobo ile şiddete meyilli, saldırgan şempanze arasında gidip geldiğini hatırlatıyor. Geleceği belirleyecek önemli soruyu soruyor: Biz hangisinin yanında olmayı seçeceğiz? Savaş tamtamlarının çaldığı şu zamanlarda kendimize hangi maymun grubunu yakıştıracağız?