Nurduran Duman, "Şiire kadından eklenen sözcükler", Milliyet Kitap Eki, Kasım 2012
Geçtiğimiz yıl temmuz ayında hayatını kaybeden şair Didem Madak'ın tüm kitapları, şairin ölmeden önce son yazdığı şiir de eklenerek yeniden yayımlandı.
Bu, çok ağrıyan bir hüznün ağır bastığı güzel bir haber: Didem Madak’ın tüm kitaplarının (Grapon Kâğıtları, Ah'lar Ağacı, Pulbiber Mahallesi) tekrar basımları yayımlandı. Pulbiber Mahallesi"ne, şairin dergilerde yer almış ama kitaplarında bulunmayan dört şiirinin olduğu bir bölüm eklenmiş. “Ardından” adlı bölümde dostu Müjde Bilir’in “Didem’le ilgili şeyler...” metni de bulunuyor ve kitabın sonunda yer alan “128 Dikişli Şiir” Didem Madak’ın yazdığı son şiir olma özelliği taşıyor.
“Ve hayatta kalmanın yanında / İnandım şiir bir gevezelikti” diyor Madak, “128 Dikişli Şiir”de. Burada yaşam’ı önceliyor öncelemesine de ardından gelen dizelerle hiç ara vermeden, bir an, bir boşluk, bir sus bile koymadan devam ediyor gene de şiir meselesine. Meseledir şiir, bazı şairler için daha da mesele.... Didem Madak için de. 'Hiç borcu olmamış şiirler' çünkü onun içinde durmadan bölünen şiirleri, “Ve bu yüzden çok acıyan şiirler...”
Acıyı da sevinci de kucaklayan
Hemen her yazanın birçok ama, özellikle bir soruyla hesaplaşması gerekir: Yazmak için mi yaşamak, yaşamak için mi yazmak? Hemen her şairin de duygu, düşün ve düş bedenlerinin bu soru ikilisi ile birlikte şiirin önceliğinin nereye kadar olduğu sorusunun yaylım ateşinde kalmışlığı mutlaka olmuştur, olur. Meydandan başınız dik, vicdanınız rahat ve yine üç sacayaklı ama tek olarak çıkmanızı sağlayan bazı sözlere ihtiyacınız vardır. O zaman, bakarsınız, aslında onlar tam da içinizdedir, bulursunuz, bulur çıkarırsınız, böylece onlar dışınız da olur. Sonu gelmez yakıcı şiir nöbetlerinin nedenini sorguladığınız, dünyada, ülkenizde ve kendinizde olup bitenlerle kendinizi epey hırpaladığınız yine böyle bir çatışmada, şiire yirmi dört saat açık olmak gerektiğini, zaten başka bir yaşama / şiir yolu olmadığını anlar, kabul edersiniz mesela. Şairin üç yüz altmış derece açılabilen kolları olmalıdır, dersiniz. Acıyı da sevinci de kucaklayabilen.
Didem Madak, şiire kalem yoran daha da doğrusu kalem açan biri olarak böyle bazı sözleri içinden çıkarıp yaşam ve şiir düsturu yaptı mı özellikle; o sözleri kendine ve yakın dostlarına zaman zaman sayıkladı mı mırıldandı mı haykırdı mı bilmiyoruz. Ancak ardında bıraktığı şiirlerle dünyayı zaten üç yüz altmış bir derece kucaklamış bir şair o. Kucakladıklarını bazen bağırmış, bazen mırıldanmış, insanı ve yaşamı gördüğü tüm halleriyle dizenin içine yerleştirebilmiş bir şair. Karmaşıklık, kaygı, sevgi, tutku, korku, öfke, neşe, mizah, acı dolu ben’in, insanın, yaşama uğraşının tam içinden, büyük bir samimiyetle. Bir yandan şiiri dert edinmiş, bir yandan da özelinde çevresinde dünyanın derdine şiirinde sağaltım aramıştır Madak. Kimi zaman sertleşen ironik bir dille ama ille de 'kadın ses'le. Şiire ne çok sözcük eklemiştir kadından. Sokaklardan da. Erkek söylemi baskın dünyaya ve hatta böyle bir şiire kadın bir sesle kafa tutarak.
"Tozlar havalansa"
“Dünyaya bir kadının eli değse Zeyna! / Şöyle ağır bir halı gibi çırpılsa / Tozlar havalansa...”
Sonra izlediği filmler var, okudukları, durmadan hamile kaldığı roman kahramanları... Kediler, kızı, annesi, kardeşi, arkadaşları ve tanrısı... Bodrum katı penceresi, mahallesi, yalnızlıklarla boğuşan kenti, hatta adliyelerde Kafka’nın ruhuna Fatiha okuyarak dolaştığı günlerden şiire katmasını bildiği hukuk sözcükleri... Kimi zaman imge, kimi sembol, kimi çağrışım yüklenmiş, bazen de yalnızca kendisi olmuş, ama ille de yaşamın öykücüklerinden şiire koşmuş bir dolu şeyi.
“Öyle çok şimşek çaktı gece / Ben sonu Z harfi olarak düşündüm / Son harf olarak / Ben Zeni düşündüm ahbap.” Rüyaların büyük harfle başladığı bir ülkede şimdi Didem Madak, şimdi sadece bir mağarada resim çiziyor belki...