Şükran Yücel, “Hayatını şiire tercüme etti”, Cumhuriyet, 30 Temmuz 2011
En verimli çağında yitirdiğimiz şair Didem Madak, sıklıkla ölümü yazmıştı, ölüme meydan okuyarak. İç sesini dinleyerek yazdı şiirini. Sezgiyle kaleme aldığı şiiri kendi sesini buldu. Kelimeleri aşkla sevdi. Şiirleri yaşam ırmağından beslendi. Gençler, onun şiirindeki başkaldırıya sahip çıkacaklar. Şair Didem Madak’ı en verimli çağında kaybettik. O ruhu güzel, yüzü güzel, şiiri güzel arkadaşıma veda edemedim. Hastalığa karşı ne büyük bir güçle mücadele ettiğini, küçük kızının büyüdüğünü görmek için hayata nasıl tutunduğunu biliyor, hastalığı yeneceğini umuyordum. Sonra iki kelimelik bir mesaj: “Didem’i kaybettik”.
O, bir şiir gibi yaşadığı şiir kadar kısa ömrüne üç şiir kitabını, henüz yayımlamadığı şiirlerini ve denemelerini sığdırdı. Filozof bir şair gibi yaşadı, fikirlerini şiirine kattı. İç sesini dinleyerek yazdı şiirini. Sezgiyle yazdığı şiiri kendi sesini buldu. O hayatını şiire tercüme etti. Gündelik hayatın ayrıntıları, masallar, filmler, diziler, onda iz bırakan her şey şiirine yansıdı. Yaşam ırmağından beslediği şiirleri kimi zaman acıyı, kederi, hüznü kimi zaman aşkı, sevdayı, tutkuyu, genellikle yaşamdan duyduğu tedirginliği, öfkeyi, endişeyi ve korkuyu dile getirdi.
O, kelimeleri aşkla sevdi, kelimelerle kavgası hiç bitmedi. “Hüzün sektöründe bilfiil görev yaptı.” “Adliyelerde Kafka’nın ruhuna fatiha okuyarak dolaştı”. O duyarlı ve isyankâr şairin işinde son derece titiz ve başarılı bir hukukçu olduğunu pek çok okuru bilmez. Hukukun katı dünyasıyla şiirin duygu âlemi arasındaki çelişki, özellikle Pulbiber Mahallesi adlı son kitabının pek çok dizesinde kendini gösterir:
“Duruşmalara müdahil oluyoruz ara sıra/Doğrudan zarar gördük diyoruz/Doğrudan!/Hâkim bağırıyor/Atın bu isterik karıları dışarıya!/Geçmiyor zapta nedense hiçbir sözümüz.”
Didem kadın dilini şiire hünerli bir dokunuşla taşıdı. Bir kadının gündelik ev içi yaşamından alınan “haraşo örgüler”, “eski tül perdelerden gelinlikler”, “ıslak unutulmuş taş bezi”, “uçlarından çile damlayan yorgun çamaşırlar”, “kalbinin raflarına dizdiği rengârenk reçeller”, “yamanan aşk”, “çoktandır öksüz kalan mutfak”, “kalbim ucu kararmış tahta kaşık” gibi benzetmeler, metaforlar, imgeler farklı bir şiir sesi getirdi.
Hayata ve egemen erkek söylemine karşı eleştirel ve sorgulayıcı bir bakışı öne çıkarttı. Çiçekli şiirler yazar, grapon kâğıtlarıyla süsler, Külkedisi’ne camı kırık ayakkabılar giydirirken kadının kaderine itiraz etti.
Hayatın çarpıklığı, yaşadığımız kaos onun şiirinde acısıyla, kömür karasıyla dile gelirken, gülümseten bir kara mizah ve ironi dizelerinde hiç eksik olmadı. Yaşayan günlük dili, tüm canlılığıyla şiire dönüştürdü.
Annesinin erken ölümünün gölgesi düşmüştü şiirine, ölümü yazdı sıklıkla, ölüme meydan okuyarak:
“Hikâyeme bir ölüm yazmak istiyorum/Beni masalların ortasında bırakıp giden ruhuma/Romantik radyo dinleyen o eski arkadaşıma/Son bir kere daha limon ağaçlarından bahsetmek istiyorum/Otobüs duraklarında yağmurlar bekliyor beni/Yağmurla beraberliğimden doğan/Birinci ve yüzbininci hayaletim... Hayatıma bir ölüm yazacağım/Bir ölüm, pek de inandırıcı olmayan.”
Kızı Füsun’un doğumu, hayatına yepyeni bir ışık getirmişti. Füsun henüz 9 aylıkken yazdığı “Kızıma Mektup” başlıklı uzun şiirsel denemede, bir annenin korkularını dile getirmişti: “Canım Kızım, Rüyaların büyük harfle başladığı bir ülkeye gidiyorum.”
“Polyanna’ya Son Mektup” adlı şiirindeki gibi ben de ölümünün içime ektiği acıyı tercüme edecek dil bulamıyorum:
“Muhabbet kuşumuz öldü /Arkasında uçuşan tüyleriyle mavi bir sonbahar bırakarak/Biliyorsun ölüm, mavi boş bir kafestir kimi zaman /Acıyı hangi dile tercüme etsek şimdi yalan olur Pollyanna.”
Biliyorum, şimdi daha çok okunacak Didem’in şiirleri. Okurlarının sayısı artacak, internette sayfalar, bloglar çoğalacak, onun şiirlerinden Sylvia Plath’ınki gibi bir efsane doğabilir. Gençler onun şiirindeki itiraza, başkaldırıya sahip çıkacaklar. Didem bulutların üstünden gülümseyerek bakacak bu yalan dünyaya, “Canım kızım, cehaletimden şair oldum. Annesizlikten. Sen sakın şair olma!” diyecek. Bizi şiirlerinin ortasında şairsiz bırakıp gittin sevgili Didem.